Ekim/2018, Beşiktaş

Geçen gece yalnızdım, geçen geçen gece de

Hatta ben hep yalnızdım.

Pencere pervazı da yalnızdı,

Akşam sefaları da.

Yastığım, fincanım, kitaplığım,

En çok şiir vardı, şiirlerim de yalnızdı.

Sokak köpeklerinden merdiven korkuluklarına

Rögar kapağından kaybedilmiş bir yüzüğe kadar yalnızdık biraz.

İrkildik ustaca,

Öyle ki

Dün gece muhabbete giriverdim bizim pencere pervazıyla.

Dile geldi konuştu

Kabuk bağlamış bir yara sanırsın dile gelişini

Sanırsın hatırı sayılır bir sokak.

Sanırsın ki bir tatil sabahı,

Tüm kahvaltılar kurulmuş,

Tüm özürler dilenmiş,

Tüm ahlar yerini bulmuştu.

Sanırsın ki tüm yüzler gülmüş,

Tüm aşklar ölümsüzmüş,

Ve mutluymuş çocuklar.

Her şeyin dedi sonra pervaz:

-bir sonu vardır!

Bu pervaz konuşmayı da nerden öğrendi?

Nereden öğrendi insan unutmayı,

Avutmayı,

Savurmayı aşkı, nerden öğrendi?

Pazartesilerin ve cumartesilerin

Gelmelerin ve gitmelerin

Tren yolculuklarıyla

Vapur seferlerinin

Kahvaltıların

Dumanı üstünde kestanelerin bile bir sonu.

Gün vardır,

Bir pazar son pazardır,

Bir perşembe son perşembe,

Ve bir salı salı değildir artık.

Herlerin ve şeylerin nihayetinde,

Tüm acılar dinmiştir.

Sahi dinmiş midir?

İnsanlığı kemiren bu acı dinmiş midir?

Dinmiş midir açlık,

Yalnızlık,

İhanet dinmiş midir?

Yalan,

İftira,

Dinmiş midir sızım da?


Saat 02.00

Uykuya tövbe etmiş bedenim.

Bir şey var, ruhumu kıvrandıran bir şey

Eksik bir şey, fazla bir şey; yerli yersiz binlerce şey


Saat 05.00

Turkuazındayım göğün,

Ve tutsağıyım turkuaz sevmelerin.

Beni sen geçe bin üç yüz beş pencere ayırıyorum kendime

Bin üç yüz dördünü kapıyorum.

Biri kaldı

Biri lavdı

Biri sanaydı.

Büyük adamların büyük pencereleri vardı.

Büyük aşkların büyük yaraları.

Aylardan şubattı,

Kar yağdı,

Çamur aktı,

Düştüm düşmeyesi dünyaya.

Benim de adım yara;

Y’si büyük...