Merhaba kari, selamların en güzelini getirdim yine sana. Zamanında elimden düşürmediğim-lise yıllarımda idol olarak ele aldığım Eğitimci Yazar Haluk Tatar hocamın bir kitabi olan- ''Dikili İlişkiler'' kitabından esinlenerek günümüz dünyasında Tanışmaların, kaynaşmaların hoş sohbetlere açılan gönüllerin öyküsüne değinmek istedim.

Bilirsin günümüzde, insanların birbirleriyle tanışması ve ilişki kurması sık sık gerçekleşen olağan bir durumdur. Ancak, bazen hayat, beklenmedik şekillerde çarpıcı deneyimler sunar bize; hiç aklında yokken karşına çıkıveren, bir sebep seni bambaşka diyarlara sürekler de sürükler ve bize mistik bir dünyanın kapılarını aralar. Yaşanmamış şey yoktur da tanık olunmamış şey çoktur diyerek hadi gel başlayalım. :)

Yıllar önce, ücra bir kasabada yaşayan genç bir adam, gizemli bir rüya ile uyandı. Rüyasında, ona adını bilmediği bir yabancıyı bulması gerektiği söyleniyordu. Yatıyor, kalkıyor lakin her yattığında kapı deliğinden içeri düşer gibi aynı imgeleri görüyor, çehresi boncuk boncuk terler ile kaplanıyordu. Rüyanın etkisiyle huzursuz olan genç adam, kendi içinde bir yolculuğa çıkmaya karar verdi. Bu yolculuk, hem fiziksel hem de ruhsal bir keşif süreci olacaktı.

Genç adam, rüyasındaki yabancıyı bulmak için kasabasından ayrılmaya kafasına koymuştu. Hali vakti yerinde olduğundan üç beş parça eşyasını sırtlanarak yola koyuldu. Gezerken dünyanın seyrine dalmayı, durup etrafı izlemenin hiç bu kadar keyifli olacağını daha önce bilemezdi. Zira bu yolculuk kimeydi? Kendine...

Seyahat ederken, karşısına ilginç karakterler çıkıyor, hoşsohbetler ediyor hasılı her biri ona farklı bir yol gösteriyordu. Bazıları, mistik bir tapınakta gerçekleşen gizemli bir seremoninin ipuçlarını verir gibi ağzına geleni büyük bir karmaşa ile döküyor; bazıları ise Midyad ilçesine yakın Gelinkaya kanyonunda bulunduğu söylenen kayıp bir hazineye dair efsaneleri ilk kez dinlercesine heyecanlandırıyordu. Genç adam, her bir deneyimi , her bir tanıştığı insanı birer yol göstergesi olarak kabul etmek istese de bu hurafelere kulak asmayıp rüyasında çınlayan O sesi ''Aramakla bulunmaz genç adam, aramakla bulunmaz'.' ve elini ayağını kesen o kadını arıyordu.

Birkaç vakit geçti. Yorgun düşmüştü. Eskisi kadar tadı da yoktu lakin serince ama üşütmeyen, puslu hava onu ay tenli bir kadına doğru sürüklüyordu. Tam karşısına almaya yeltenmişti ki bakmaya utandı, ayakkabılarını bağlarmış gibi yaparken gözlerini tüm cesaretini toplayarak kadına dikti. O an aldığı nefesi vermek istemedi. Zaman durmuştu Çünkü kadının gözleri, derin bir bilgelik ve gizemle doluydu. İkisi arasında bir bağ oluşacağı belliydi buna çoktan kendini inandırmış, tanışmış ve birlikte geçirdikleri her an, onları daha da yakınlaştırmıştı. Lakin tüm bunlar birkaç saniye içinde yaşanmış olamazdı. Zaman tersine bükülmüş gibi rüyasına dönüp kendisini heyecanlandıran kadının kendisini -tanışılık-yabancılık arasında gidip geldiğini- çalkaladığını hisseden genç adam, bu buluşmanın kaderin bir oyunu olduğunu düşündü. Ya gelecekten gelen görüntülere ne demeliydi.

Birlikte seyahat etmeye ve daha fazla gizemi keşfetmeye başlıyorlar. Birbirlerine destek olurken aynı elmanın iki yarısı mıyız acaba diye düşünüyor abayı yaktığını kabullenmek istemese de izhar ediyordu. Gizemli ormanların derinliklerinde kayboldular, unutulmuş tapınaklarda eski sırları araştırdılar ve aralarındaki bağ, her bir adımda daha da güçlendi. Her şey nasıl da kendi olduğundan bambaşka biri olmaya onu itiyordu. Sevdikçe güzelleşiyor Etrafa bakışları ile bereket saçıyordu.

Yavaş yavaş, genç adam ve kadın arasında bir aşk doğdu. Ancak, bu aşk, sadece romantik bir bağla sınırlı değildi. Birlikte keşfettikleri gizemli dünyada, ruhlarını derinden etkileyen bu tanışmışlık, bir an dahi yabancılık hissetmeden, düşünmeden konuşup eğlenmeyi onlara bahşeden kader değil de neydi. Birbirlerinin en derin korkularını ve en büyük umutlarını paylaşarak, birbirlerinin büyüleyici gücünü keşfettikçe bu yozlaşmış dünyaya fazla geldiklerini her bir sarılışlarında kanıtlıyorlardı.

Sonunda, genç adam ve kadın, rüyanın başlangıcına geri döndüler ve kendilerini buluşma yerinde buldular. Rüyanın gizemi çözülmüştü. Genç adam, rüyasında adını dahi bilmediği ''Aramakla bulunmaz ama... Denen o kadını'' o yabancıyı bulduğunu anladı. Onunla tanışması, yepyeni bir dünyaya adım atmasını sağlamıştı. Bu gizemli yolculuk, onu yeni bir insan olarak dönüştürmüştü.

Hasılı hayatımızın anlamını ararken karşılaştığımız sıradışı deneyimlere ve yeni insanlarla olan bağlarımızın gücüne odaklanmamız gerekiyor lakin bu anlam arayışı tamam olma arayışı evvela bireyin kendine başlıyor. İçerisinde mistik öğelere yer verdiğim böylesi uyumsal et tırnak gibi bir ilişki, pek tabi olarak gerçekleşebilir. Bir o kadar da gerçekleşmeyebilir. Biz insanların birbirleriyle nasıl bir etkileşim içinde olduğunu ve birlikte neler başarabileceklerini göstermek ise bambaşka bir mevzu. Hayat müşterektir derken eskilerin ağzındaki bu gizemi es geçmemek gerekir. Pek modern düşünen, her geçen gün kabuğuna çekilen bizler, aramakla bulunmaz elbet diyerek bulanların arayanlar olduğunu bir köşeye not edelim. Ne de olsa Umut, Ummaktan bıktığımız anda başlar. Belki de gerçek hayatta da, yabancı biriyle tanıştığımızda, gizemli bir yolculuğa çıkmamızın kapıları aralanır ve hayatımıza yeni anlamlar katarız, kim bilir. Hoşça değil Hoş kalasın kari...