Yabancıyım artık anneme, babama, tanıdık yüzlere, seslere, doğduğum eve, sancılarımı içinde bir sır gibi saklayan duvarlara. Yabancıyım artık her sabah baktığım bir pencere kenarına, bir avluya, bahçeye, balkona. Sesler yankılanan küçük bir sokağa, evlere, ağaçlara... Beni her sabah uyandıran bir yüze, sese... Yabancıyım artık içimdeki boşluğa, ağrıya, her gece beni susturan hayat ve ölüm nedenlerime. Bir kez daha ayağa kaldırıp beni yenik bırakan her şeye, "iyiymiş" gibi davranmamı söyleyenlere. Umuduma, düşüme, hayallerime yabancıyım. Yabancıyım ellerime, yüzüme, gözlerime, bir çığlığı kalbinde yutkunup duran sesime. Yabancıyım yüreğime. İçinde büyüyüp duran delikte tutunmaya çalışan duygularıma. Yabancıyım artık bana iyi gelen şeylere bile. Azalıyorum bu çoğunlukta bir "ötekinin ötekisi" olarak. Bir yıkıntıdan geriye kalan parçalar gibi darmadağınık duran geçmişime, çocukluğuma, bir gün kendine geri dönmeyi bekleyenler gibi durup sessizliği bir ağrı gibi taşıdığım fotoğraflarıma. Yabancıyım bir zamanlar değiştirmek istediklerime, cesaretime, güvenime. Yerini hayat kırıklıkları alan ömrüme yabancıyım. Yabancıyım bir daha umut etmeye, devam etmeye, yeniden başlamaya, aşık olmaya ya da...


Savaşta ölememenin, "hayatta kalmanın" bedeli tüm sevdikleri kaybedilerek ödetildikten sonra hiç tanımadığı bir ülkenin, sınırın, duvarın, denizin ortasında ağlaya ağlaya "kurtulan" bir çocuğun gözlerindeki korku ve gözyaşı gibi yabancıyım dünyaya...


Sınırlara, duvarlara, kalıplara, öfkelere, kötülüklere çarpıp kırılan bir hayat gibi yabancıyım. Beni kabuslar içinde yorgun bırakan ülkeme, gittikçe hiçbir bağım kalmamış hissiyle uzaklaşıp durduğum yersiz ve yurtsuz bir kimliğe yabancıyım. Kalbine nefret dolduran kalabalıklarına. Açlığı, yoksulluğu, adaletsizliği reklamlarında, dizilerinde "her şey yolundaymış" gibi sunup sokaklarına, caddelerine doldurduğu evsizlerini, yoksullarını kimsesizlerini yok edip duran "tarih ve medeniyet beşiği" şehirlerine, metropollerine yabancıyım...


Hayali ile yaşam koşulları arasında sıkışıp bırakılan ve bırakıldığı kuytuda bir başına kendini öldürmekle bağıra bağıra haykıran gencecik bedenlerin duyulmayan çığlığını "psikolojik nedenler" diyerek "önemsiz ve değersiz" birkaç cümlede geçip üstünü kapatan haber bültenlerine gazetelerine yabancıyım.

Herkesin teorisinde "kutsal" olan ancak ikiyüzlü bir sahtekarlık ile övünülen bu "eşitliği" eşitsizlik ile tutan teraziye. "Hayatta kalmak" ve "yaşamak" sözcüklerinin asla aynı şeyler olmadığını öğrendiğim hayat bilgisine ve her cinayetle bir katili koruyup kollayan faillere yabancıyım artık...

Duymuyorum delirmekten. Düşünemiyorum artık bir yıkımın ağrısını. Acı çekmekten, çaresizlikten, değişmesini umup durduğum hep aynı şeylerin devam etmesinden...Yabancıyım...


Bu bana ait değil. Ben bir yere ait değilim. Savrulup duran, "yaşayan bir ölü" gibi uyandığım bu yüz, bu beden, bu kalp kimin? Kimim artık ben bir yabancıdan başka her şeye ve herkese bu yerlerde? Ya bu dünya? Kalbime bir bıçak saplanıp öldürmeyen, geçmeyen bu dünya... Yabancıyım artık sana ve kendime... En çok da kendime, kalbime yabancıyım. Sesime, düşüme...

Yenik bir yabancıyım hayatın sınırlarında kaybolup duran. Dibe, daha dibe kendini bırakan...

Susan, susan, susan.

Geceye, geceye, geceye susan ve yenilen. Kendini yaşayamayan, tamamlayamayan, bir cümleye dönüşemeyen...

01.27