Yorgun, tekdüze iş günlerinin ardından
bir işçi gerginliğinde çıktım sokaklara,
caddeleri arşınladım, iskemleli çaycılarda oturdum.
Hatırımda senden kalan
şarkıları mırıldandım,
dizeleri okudum
dudaklarımı oynatarak.
Namjoo'nun “Nobahari”sini açtım, uzaklara daldım.
İnsana dünyayı dolaştıran gülüşünü getirdim gözlerimin önüne
İniltili ağrılarıma meydan okuyan
bir tebessüm oluştu yanağımda
gözlerim kapanırken.
Dostlarımla oturdum, çay buharlarına karışan sohbetin ortasında, tütün dumanların ardında duraksadım
sen düşüverdin aklıma.
Birkaç haftadır böyle yapıyorum,
istemsizce senin düşüne tutunuyor,
senin düşünle tutunuyorum
hayata.
Gergin konuşmaların, stresli günlerin
ve ağrıların
ve yorgunlukların ardından
bir çift kelimeydi bazen
yaşama sevinci.
Sesinin tılsımı,
ahengi gözlerinin
gülüşünle,
kavurucu yaz sıcağında
serin bir esintiydi.
Şiirler okudum, sayfalar çevirdim,
kâğıtlar doldurdum.
Kelimelerin bazı anlamlara
gelmediğini
bir kez daha
acıyla anımsadım.
Kavganın güzelliği
kadar anlamlı yüzün,
uykusuz geçen gecelerin ardından
yıpranmış umutları
taptaze hayallerle bileyen
biley taşı gülüşün.
Biliyorum,
uzak değil.
Gülüşün bana yönelmesi,
bilmesem de
umut ediyorum.
İsmin geçince
duraksıyorum.
fakat öğrenemedim
hâlâ
adın geçince bir cümlede
susmayı.
Yüzünü düşlüyorum,
gökyüzü olur göğsün
çoğu kez.
Kendini unutma,
gülüşün
tüm kentin
uygunsuzluğuna meydan okur.
Bekliyorum,
zaman denen pusunun
kendisini göstermesini.
Uzakta değil
yakın da
umut ediyorum.