Bilinç Güncesi - 2


Önceleri bir kolunu vermişti ruhunun uzuvlarından. Bu kol bir kandırmacaydı. Kişi ilk kendini aldatırdı, o da öyle yapmıştı. Henüz oldukça küçüktü fakat bu küçüklükte kendine oldukça büyük bir yer ayırmıştı. Biri olduğunu erkenden fark edenlerdendi. Baktı içindeki biri’ne ve o biri de ona baktı. Bu farklı bir gözdü, kavrayışı oldukça açıktı; ona bir şey olduğunu temin ediyordu.

Kendi’nin farkına varan ve düşünme kabiliyetine sahip olan her "şey’’ gibi onu başkalaştırdı. Fakat burada durulmalıydı. Kendini yitirmek kendine öteki gözle bakmakla başlardı. O bunu fark etmedi. Diğer iç gözleri ekseninden sildi, ekseni kendi içinde genişledikçe varlıklar alanında daraldıkça daraldı. O, bunun farkında mıydı?


Farkındalık zamanın eseriydi. Önceleri hep bir yıkım olurdu. Çocuk belleğini büyükçe bir giysiyle donattı, giysi belleğine büyük geldi; bir yerlerinden kesip kırpıp üstüne iyice oturttu. Bunu yapan O değildi, bunu yapan doğanın karşı konulmazlığıydı. Neticede o çocuktu ve bunu bilmiyordu. Bilgi reddedildiği sürece bilinçsizlikti. O, bilince sahip bir insan olmanın getireceklerine kendini hazırlıyordu; tıpkı ülkesini savunacak bir asker gibi kendi antrenmanlarını yapıyor, savaş giysisini kuşanıyor ve dayanıklılığını gelecek büyük adımlara doğru iyi yemlerle besliyordu. Yemi belleğinden kırptığı parçalardı fakat olsundu, onun güçlü olması gerekiyordu. Neye karşı savaşacaktı? O bir çocuktu ve doğal sürecini yaşamalı, büyümeyi zamana bırakmalıydı. Zaman ona getirmeli, O zamana hükmetmemeliydi. Oysa demiştik ya, o başka’ydı.


Bilinen süreçler onun için değildi, o kendi bilgisini ve anlatısını yaratmalıydı. Bu özgünlük değildi, ölümdü. Korku bir akbaba gibi başına üşüşmüştü, yakında kokusu çıkardı. Kendisinden emin de değildi, bir varlık nasıl olur da kendisinden emin olabilirdi? Bu ona korkunç gelirdi! Bir tane kendi yoktu ki hangisine güvensindi? Hangisi, hangisine güvensindi? Sonunda hiçbiri, hiçbirine güvenmeyecekti çünkü o kadar kalmayacaklardı. Belleği daraldıkça daralıyordu ve bu çok tehlikeliydi. Var mıydı, yok muydu bilemeyecekti. Var veya yok olmak neydi, bilemeyecekti. Sorgulamanın gücü onunlaydı ama sorgulamak yaşam boyu sürerdi. Birçok şeyin asıl meselesi de buydu: Sürerdi.


Bir devingenlik halinde olmalıydı, durağanlık yaşama aykırıydı; zamanın ilkesi değildi ve en nihayetinde zaman kontrolü elinde tutardı. Kontrolü elinde tutabileceğini zannediyordu ve tek çocukluğu buydu, zannediyordu. Kendi gerçekliğini özümsemiş her zihin gibi birçok zan altında kalıyordu, hakikat onu ezmemişti. Ezilmek ne kötüydü. Onun başı dikti ve eğri kalanlar ne kötüydü… Onlar için gizli bir merhamet ve üzüntü dahi duyuyordu. Zincirleme giden bir çarktı bu, onlar birilerinin kurbanıydı ve birileri de onların kurbanı olmayı bekliyordu fakat o asla kurban olmayacaktı. Kurban bırakacak kişinin yine kendisi olacağını düşünemiyordu. Diğer insanlar bir yere kadardı, yolculuğun sonunda yalınlığın korumasıyla kalınırdı fakat yanında suçlayacak daima birinin hayali bulunurdu. En kolayı buydu.