İçindeki boşlukları bir bir badeye bıraktın.
Çoğalan yokuşlardan yuvarlanan bir kozalaktın.
Senin gibi bezgin, ıslak ve suyla cebelleşen yapraklarla tanıştın.
Sığınmak için bir ev çatısının uzunca kollarına,
vardığında,
sırılsıklam ve hastaydın.
Herkes öğrenir ya konuşmayı evvelden.
Sen kekeme kaldın.
Susmak; bir kilit gibi paslanıp,
bir naylon gibi yanıp durdu
burnunda.
Bir yanlışı nasıl doğru yapabilirsin ?
Şarlatanlarla, o körce inanan ve sorgulamayanlarla dedi adam.
Minikçe ellerin nice tanımadığı insan tarafından tutulmuştur,
yahut yanakların bir elma gibi
- kızıl
ve sevilmeye mahkum.
Eller büyüyünce derdi annen,
suyu çekilmiş çorak topraklar gibi yalnızlaşır.
Yalnızlığın bir yanlıştır kimilerine göre.
Ne bebek görmüş kolların var,
Ne de memelerinden süt akıyor.
Ama büyüttüğün yalan değil bir çocuğu.
Damakları etlerinden,
bir şey umar.
Umduğu kaybettiğindir.
Kaybettiğin;
kendini çarpa çarpa bir tel örgüsünün kucağında bulduğun,
o yeşillenmiş beyaz kabanının seni kurtaramadığı,
kendin.
Yanakların güneşten sıcacık,
Vücudun ılıdıkça ılıyor.
Bu yokuşu çıkmanın zorluğu bu işte,
gözlerine doldukça dolan güneş.
Böylece pes etmekte bile haklısın.
Çünkü; vücudunun ılıması,
gözünün çektiği cefaya hak değil.
Çünkü biliyorsun,
Bazen pes etmek kazanmak olmasa da
kaybetmemektir.