Yalnızlık...

Abi bu lafı duyunca huzura eren var mı benim gibi?


Muhtemelen en seveceğim kısma geldik. Bugün yalnızlığın kıymetinin farkına erken yaşlarda varan o seçkin ruhları konuşacağım. Kendim de bu kesime dahil olduğumdan dolayı kuracağım cümleler daha keskin argümanlardan oluşabilir. Hatta daha kısa bir yazı olabilir. Daha uzun da olabilir. Biraz da kendimi övmüş olurum hem.


Bu insanlar aslında diğer herkes gibi aynı toplumsal çevrede doğar ve büyürler. Aynı düzeyde sosyalleşme arzularına sahiptirler. Geçen bölümde anlattığım kesimle tamamen aynı koşullar içerisinde yaşarlar. Kendini var etme yolunda toplumla çakışacak olmaları yine kaçınılmazdır. O yüzden bu bireyler de ilk zamanlar topluma ters düşecek eylemlerde bulunmamaya çalışır. Ama ya karakteristik ya da yaşanmış belirli tecrübeler sonucu bu konuda kendilerine uyguladıkları otosansürü yok ederler. Kendi benliklerini toplumun değerlerinden üstün tutmaları gerektiğini anladıkları an "Ben ne salakmışım” diye hayıflanırlar.


Daha önce bu durum bir lütuf olsa bile yanında belirli bedel ve zorluklarla gelir demiştim. Bunlardan biri o ana kadar beraberliğine alışmış olduğu tüm diğer bireylerin yoksunluğunu hissetmek. Bu durum zamanla azalır tabii.


Bir diğer zorluk da artık çoğu yalnız geçen zamanı nasıl değerlendireceğini bilemeyiş olur. Başkaları varken "Ne yapalım?" sorusuna cevap bulmak için kafasını çok kullanmasına gerek kalmaz. Ama şimdi, tamamen kendisiyle başbaşadır. Vereceği kararlar ile ilgili hiçbir öneri ve tavsiye almayacaktır. Aklı ve zihnini son zerresine kadar kullanma şansı vardır. Ve çok daha dar bir sosyal çevre ile çok daha seyrek bir şekilde etkileşime girecektir


Şimdi gelelim bence en önemli zorluğa.

Ne kadar yalnızlığı in ne denli kıymetli olduğunu söylesek de günümüz modern toplumunda sek yalnızlık mümkün değil. Ki zaten bahsettiğimiz yalnızlık münzevilik değil. İstesek de istemesek de insan etkileşimi zorunludur. Bu bireyler, daha önce dediğim gibi seçkin ruhlara sahiptir. Zihinsel açıdan toplumun üzerinde oldukları için diğer insanlarla iletişimlerinde zorluk yaşarlar. Çünkü bu durumda karşıdaki kişi zihinsel olarak alt düzeyde olduğu için o kişiyi kendi düzeyine çekmek mümkün olmadığından kendini geçici de olsa karşıdakinin anlayacağı düzeye çekerek ödün verir.


Toplumun geri kalanından gün geçtikçe ayrışan bu bireyler herhangi bir eylemde ilk önce kendi yararını kollama şartı koşar. Bireysel özgürlükleri toplumsal değerlerin önüne geçerek eylemsel cesareti de doğru oranda yükseltir.


Yalnız şöyle bir şey var. Bu bireyler yavan bir yaşam sürdüren insanları gözlemledikçe kendine ders çıkarsa da toplumsal kalkınmaya karşı inançları giderek azalır. Başlarda kendi farklılıklarını anlayınca toplumu daha iyi bir yere taşıma adına işler yapmayı düşünseler de zamanla toplumdaki bayağılığın terbiye edilemez olduğunu anlayarak buna olan inançlarını yitirirler. Böylece, bundan sonra yaptıkları her eylem ilk önce kendi yararlarınadır. Çünkü artık toplum, uğruna fedakarlık yapılabilecek kadar değerli ve onurlu değildir.


Ayrıca bu bireylerde bir süre sonra intihar meyili oluşur. Karar verirlerse vazgeçirmek imkansızdır. Sadece kendilerinin bulduğu, kendikerince mantıklı bir neden olursa vazgeçerler.


Bu da bu kadar. Sanki bu konu burda bitti gibi duruyor. Devam da edebilirim, bilmiyorum. Ama bu yazılar başka bir konu için pencere açmış bulundu çoktan. Ona da yakında başlarım. Fikirkeriniz varsa sunun lütfen. Hadi görüşürüz.



Fotoğraf Kaynağı: Midjourney