Ne zaman yalnızlaştık bu kadar?

Çocukken kurduğumuz hayalleri boykot eden insanlar, yaşantılar...

Sevdiğimiz yerlerden kanadık hep.


Umutsuz olduk her geçen gün daha fazla. Artık benden geçti cümlesini kurduk istemeyerek ve inanmayarak belki. Sevilmeyecek insanlar değildik hiçbirimiz, belki de bu dünyanın dönemine uygun evcil maskelerimiz yoktu. Yalanlar söyledik devamlı "iyiyim" mesajı içeren lakin hiçbiri iyi değildi. Yalnızlığımıza anlamlar yükleyerek yaşadık hep. Önce okul, önce iş, önce adını bugün duysan umursamayacağın birçok gereksiz neden üzerine... Söyleyemedik belki de iyi değilim ben ve bir şeyler ile meşgul olmam lazım diye.


Ölüm de var tabii. Yaşanmamış bir hayattan sonraki ölüm uçamayan bir kuşun gökyüzünü anlatması kadar anlamsızdı herhalde. Hiçbir rengi görmeden yaşadığın hayat içerisinde, karnını doyurduğun mutluluk kırıntılarını yara bere içinde kalan avuçlarına toplaman kadar anlamsız. Doyurmuyorlardı da hoş, doymuş numarası yapıyorduk. Kimin ömründen geçip gidiyoruz bilmiyorum ama kendi ömrümüzden geçmediğimiz kesin. Artık işlemeyen bir yol üzerinde kalmış, eskimiş ve yıkık dökük bir otobüs durağını andırıyor hayallerimiz. Umutsuzluğumun geldiği en son durak olsa gerek orası ve son durağa geleli baya uzun zaman oluyor. 


Ne kadar büyük bir illüzyondur şu umut. "Belki" kelimesi uyandırıyor bizleri her yeni sabaha "belki" de. Tıpkı bir sihir gösterisinde ne olacağını bilmemize rağmen bile bile seyretmemiz ve kandırılmak istememiz gibi... Gerçek olmadığını ve olmayacağını bilerek kandırılmak istiyoruz çünkü. "Her şey güzel olacak." Her şeyin güzel falan olduğu yok, bunun hepimiz bilincindeyiz ama onu da alırlarsa elimizden ne kalacak geriye? Keşke her şey o şapkadan çıkarılan tavşan kadar mutlu edici ve basit bir şekilde giriverse hayatlarımıza ama gösteriye gitmek için paramız yok. Paramız varsa da gösteri yok zaten. Biraz daha kandırılsaydık ve sahte gülümsemelerimiz en azından sahte bir olay üzerine gerçek olabilseydi birkaç saniyeliğine. 


Hani kulaklıklarını takar ve melankolik bir müzik eşliğinde uzaklara dalarız ya, bir otobüs camına yaslanmış kafa veya yürümek istiyorum diye söylenmiş bir yalan üzerine çıkılan tenha bir yolda. Hepimiz yapıyoruz bunu ama yaptığımız anda ne de güzel soyutluyoruz kendimizi dünyadan. Sanki bir başkası onu yapmıyor gibi, sanki tek başınasın bu dünya üzerinde ve sadece sen varsın o an. Keşke o kulaklıklarımızı takıp uzun uzun daldığımız noktada buluşabilseydik hepimiz. Paylaşabilseydik içimizdeki fırtınaları ve hayal kırıklıklarını. Çıkarsızca ve korkusuzca. Belki de o zaman içine köle edilmeye çalışıldığımız sistemin psikologlarına ve terapistlerine ihtiyaç duymazdık. Yaramız yaramıza denk gelirdi ve iyileşirdik. Yapayalnız olduğumuz bu dünyada belki de bir aile olabilirdik. Farkındayım ne kadar çok "belki" dediğimin, merak etmeyin illüzyonlar da olmasa işte…


Birkaç kelime de sana söylemek istiyorum sevgili okuyan: Her şey güzel olmayacak belki ve bu illüzyonlar gerçek olmayacak. O gemi hiç gelmeyecek veya o telefon hiç istenen tonda çalmayacak. Bir günaydın mesajı kadar basit olmayacak mutluluk ya da sağlığına tekrar kavuşmakta saklı değilmiş diyeceksin hayata dair en önemli şey. Bugün ağzından çıkan ve yüreğinden geçen tezatlıklara rağmen hissettiklerine sımsıkı sarıl sen yine de. Acıtsa da sarıl. Seni sen yapan şeye, diğerlerinden soyutlayan ve kulaklarını taktığında bizimle baktığın noktada buluşmak için gereken bileti sana veren şeyi asla kaybetme.  Onlar konsere gitsin, biz ufkun sonunda herkesin kendi konserinde olduğu bir topluluğuz ve yalnız değiliz.  Yürüdüğün yolda yanındayız, otobüsün camının diğer ucundayız. Dilini bile bilmediğimiz, hiç görmediğimiz ve varlığından dahi haberimiz olmayan insanlardan oluşan kocaman bir topluluğuz. Kendi yalnızlığımız içindeki kalabalıkta buluşmak üzere. Her şey yalnız olacak… Hislerine iyi bak.