Low Roar eşliğinde...
Epey zaman olmuştu uzunca yazmak için niyet etmeyeli. Biliyorum ki insanlar ve duvarlar birtakım ruhlara sahipler. Duvarlarınki daha sert ve şeffaf, ulaşılması zor ama kapılması kolay olanlardan. İnsanların ruhları tıpkı yumuşak karınları gibidir. Dokunacak olursanız ısırırlar, dişlerini küfre bandırıp suratınıza sürmeye meyilli arzuları vardır. İhtiyaç duyduğunuz şeyler, sizi bir başka hissin açlığından farksız kılmayacaktır çünkü nefret sevgiye, sabır tutkuya, arzular eyleme mukabildir. İçe çekilen her sövgü niteliğinde övgüler yağar sokaklara, kalpsiz ütopyalarda. Ben sosis parçasından farksız değilim bir köpeğe uzatılan. Devrik cümlelerin arasında kaybolmuş, bütün dışında beş para etmeyen, Cioran'a hep kapı eşiğinden bakmak durumunda olan. İnsan havuzunda çokça ve bolca yüzdüm, köpeklere sığınamadığım zamanlarda. Tepemde hor görüş, sağımda çürük nefesle dolandım. Soluma yaklaşıp zihnimi zehirleyemedi hiçbiri. Ve hiçbir ruh dokunamadı, sevemedi duvarlarınki gibi. Epey dinleyin, cansız nesnelere can verin zihninizde. Ruhlarla dans edin, cinlerle top oynayın. Peri ve iblislerle sevişip farklı tatlarla tanışın. Fakat hiçbir şeyin size "Sen de şundan farksızmışsın!" dedirtmesine izin vermeyin. Her şey kendisidir ve kendi içinde vardır, kafamı duvarla bir edince gördüm.