Sabahın ilk saatleriyle geceden yorgun düşen cadde; dertli şarapçıları, ayyaşları, ahlaksız pezevenkleri kovmuş, kendisini günün aymasıyla birlikte gelen esnafla tekrardan toparlamıştı. Her zamanki gibi dükkanlar yavaş yavaş açılmış, cadde biraz olsun renklenmişti. Belediyenin temizlik görevlileri söve söve işe başlamış, dünden kalma pislikleri, birikmiş bira şişelerini yine söve söve temizlemişlerdi. Galip Dede Caddesi'ni bitirip düzlüğe, İstiklal Caddesi'ne çıkıldığında, yer yer köşebaşını mesken edinmiş simitçiler görünür; yanından geçildiğinde sıcak, gevrek simidin kokusu aç midelere indirilirdi. 


Ramazan da çoktan uyanmış, burun tıkayan, kurumuş sidik kokusunun etkili olduğu lavabonun önündeki aynanın karşısına geçmişti. Üstten aşağıya kadar çatlak ve kir içindeki aynaya baktığında yüzündeki yeşilimsi renkleri gördü. Lekeli tırnaklarını yanaklarına yavaşça götürdü. Göz altındaki hafif morluk, rengini bir gecede belli etmeye başlamıştı. Kendisinden öte aynaya baktığında ise hayatı gibi paramparça, duşu aydan aya alan vücudu gibi kir içinde olduğunu gördü. Yontulmuş kenarlarını da yamalı ince kazağına benzetti. Bozuk musluktan az az akan suyu avuçlarına doldurup düşüncelerinden kurtulmak için yüzüne sertçe çarptırdı. Soğuk suyun etkisi öyle kuvvetliydi ki; kasıklarına kadar üşüdüğünü hissetti. Yazın gelmesi için neler vermem dedi içinden. Verecek hiçbir şeyi olmamasına rağmen... İçeri, odaya döndüğünde sidik kokusundan kurtulmuş; derin, soğuk bir nefes almıştı. Küçük bir topu andırır gibi uzanıp battaniyesine sarılmış Orhan’ı, kartonun üstünde yan yatıp ellerini soğuktan bağlayan Hasan’ı uyandırdı. Diğer çocuklar da sesten gözlerini açmış, ayaklanmıştı. Ramazan odadaki herkes ortalığı toparlayana kadar ateşi hızlıca yakmış, çocukların yanına yaklaştırmıştı. Ellerini ovuşturup ateşin üstünde gölge yapar gibi duran eller, sesin geldiği yöne döndüğünde Rahmi’nin uykulu, çelimsiz suratını ve hemen kapının ucundan başını sarkıtmış olan Çolak’ı gördüler. Hasan o sırada Rahmi’nin neden geldiğini anlamış gibi kazağının kolunu sıyırmış, saatine bakmıştı. Saat sekizi dört geçiyordu. Şimdi yandık diye geçirdi içinden. Geç kalmışlardı. Dün Rahmi’nin nefesi erken tıkanmamış olsaydı sadece dudağı şiş olmazdı. Biliyordu bunu. Kaldığı yerden devam mı edecek diye düşünürken Rahmi, tehdidini sol elinin işaret parmağıyla odadaki her çocuğun üstünde teker teker gezdirerek savurdu. Çabuk işe koyulmasını bağırıp çağırarak söyledi. Çocuklar korkudan hızlıca mendillerini alıp berelerini başlarına geçirirken Çolak’ın küçümseyici bakışlarını gördüler. Tüm çocuklar odadan çıkarken Ramazan, Çolak’ın bu gülüşüne mim koydu. Odadan çıkarken öfkeli bakışlarını onun gözlerine dikti. Çolak ise hiç aldırış etmeden yukarıya, Rahmi’nin yanına çıkıp üstünü giydi. Ekmek arası kaşarı mideye indirip, yavaş yavaş hareketlenen İstiklal’e doğru ağır adımlarla yola koyuldu. 


Ramazan yakın olduğu iki arkadaşı dışında tüm çocukları caddenin belli noktalarına dağıttı. Arkadaşlarıyla birlikte Balo Sokağı'nın dar koridorundan kar birikintilerini ezerek İstiklal'e ulaşmıştı. 


Ramazan elleri cepte, Hasan’ın şişmiş dudaklarında, Orhan’ın da zayıf kollarındaydı. Konuşmaya dünkü yediği dayaktan başladı Orhan: “Şerefsiz ne vurdu bize be! Allah'ı yok mu bunun?” dedi, arkadaşlarına baktı. Hasan ise kaşlarıyla Ramazan’ı işaret ederek onun düşünceli halini belli etmeye çalıştı. Evet, düşünceliydi. Kafasının içinden yattığı odadaki fareler gibi hızlı, sonunun ne olacağı belli olmayan planlar geçiyordu. Kendisini çocuk olarak görmüyordu belli ki. Büyüdüğünü hissediyor, hayatın zor olduğunu keşfediyor ve dünyanın sadece Rahmi’den ibaret olmadığını öğreniyordu. İstese bir gecede kaçıp gidebilirdi. Kimsesi yoktu sonuçta. Öyle biliyordu en azından. Bahşişleri biriktirip çatlak merdivenlerden birine sakladığı parayı alır, hiç tereddüt etmeden yoluna koyulabilirdi. 


Göz ucuyla sağındaki iki arkadaşına bakarken aklına evdeki diğer çocuklar da geldi. Çoğu, hayatın ne olduğunu bilmiyordu. Ayakkabısının bağcığını bile bağlayamayanlar vardı aralarında. Nasıl gidecekti ki! Çocukları haftanın iki veya üç günü aç ve susuz yatırdığı, sıcaktan mahrum bıraktığı olurdu Rahmi’nin. Vicdanından bir parça eziliyormuş gibi hissettiği anda çocukların yardımına koşar, olabildiğince tok yatırmaya çalışırdı. Rahmi uyuduğu zaman ateşi ses etmeden yakar, sönene kadar başında oturur, yıkılmak üzere olan çatı katı altındaki her günahsız çocuğun akıbetini düşünürdü. Çocukları unutsa veya umursamasa yanındaki yüzü gözü yara içinde olan; ekmeği bir, acısı bir olan iki yakın arkadaşını nasıl bırakacaktı! Buralardan kaçıp gitmeyi teklif etmişti kaç kere. Arkadaşları yaşayamadıkları hayattan öldürülme korkusuyla kabul etmemiş, Ramazan’ı planlarından vazgeçirmişlerdi. 


Saatler süren koşuşturmanın sonunda gün kararmış, yağan kar durmuştu. Caddenin üzerine hiç alışık olunmayan bir sakinlik çökmüştü. Ellerindeki son mendilleri ve solmak üzere olan gülleri satan çocuklar ışıldayan caddenin üzerinden evlerine, Ramazan ve arkadaşlarından önce dönmüşlerdi. Ramazan uyandığından beridir kafasının içinde dönüp duran planları kendince sonuçlandırmış, akşam oluncaya dek karşılaşacağı sorunları yine kendince çözümlemişti.


İş ilanları ve ünlü olmayı başaramayıp kıytırık barlarda sahne alacağı belirtilen sahne afişleriyle doldurulmuş sokağa girdi. Ramazan, Balo Sokağı'yla kesişen evlerinin önündeki polis araçlarını gördü. Polis aracının hızlı yanan çakarı; her zaman loş duran sokağı aydınlatıyor, yüzlerin seçilmesinde kolaylık sağlıyordu. Evin karşısına yer edinmiş barlardan çıkan müşteriler, ellerindeki bira şişeleri ve ağızlarındaki sigaralarla vakanın ne olduğunu dedektif gibi çözmeye çalışıyor, eğlence olsun diye yorumlanıyordu. 


Ramazan; Orhan ve Hasan’ın kollarından hızlıca kendine doğru çekip kalabalığın arasında beklenmesi gerektiğini söyledi. Üçünün de yüzlerinde korkudan çok merak vardı. Neden, kim için buradaydılar diye düşünürken kapıdan polislerle birlikte çıkan çocuklar araçlara bindiriliyor, başka bir memur da su uzatıyordu. Ramazan, çocukların araca bindiklerini görünce iyice meraklandı. Kalabalığın arasından sıyrılıp arkadaşlarını arkada bıraktı. Sarı bandın altından geçmiş, kapıya kadar yaklaşmıştı. Polisliği yeni kazandığı belli olan gençle göz göze geldiyse de aldırmadı. Gözleri kapıdan çıkacak olanlarda, kulakları ise polis ve ellerindeki telsizdeydi. Tam bu sırada hafif göbekli bir memur aracına yaslanıp telsizi ince dudaklarına doğru götürdü. Yandaki mandala basıp konuşmaya başladı.


“4540 merkez, Solakzade Sokağı'na intikal edildi. Olay yerindeki çocuklar, kimsesizler yurduna yerleştirilmek üzere emniyet araçlarına bindirildi. Cinayet şüphelisi şahıs, Tarlabaşı Caddesi'nde gözaltına alındı.” dedi, kapıya döndü. Rahmi’nin kanlar içindeki bedeni, susmamış gibi duran aşağı sarkmış dili gözüktü. Gözleri açık, gökyüzünü izler gibiydi. Memur telsizi tekrardan eline aldı. “Gasp şüphesiyle Baba Rahmi lakaplı Rahmi Sivri; aşırı kan kaybından hayatını kaybetti,” dedi. Ramazan duydukları ve gördükleri karşısında titremişti. Öylece kalakalmıştı. Rahmi’nin ölü bedenini gözünde bir kere olsun canlandırmamıştı. Üzerine tesir eden mahkumiyet kalkmış. Kendisini özgür hissetmeye başlamıştı. Polislerce binanın etrafına sarılmış sarı bantların altından arkadaşlarının yanına geldi. Birbirine bakan gözlerdeki şaşkınlık karışmış, değişmişti. Ramazan yine arkadaşlarını arkada bırakıp günün bitmesi için sigara tüttüren polise yanaştı.

“Abi,” dedi Ramazan. “Allah çocuklarını babasız bırakmasın. Anasız da tabii. İyi geceler!” Polis, sigarasını iki parmağı arasında tutup edilen duanın iki gün önce şehit olan polislerden dolayı söylendiğini düşündü. Dumanını üflerken aklına iki yaşındaki bebeği geldi. “Amin yakışıklı,” dedi, sigarasını yere attı. Arkasını dönüp gitmekte olan yetim ve öksüz Ramazan’a seslendi: “Seni de anasız, babasız bırakmaz inşallah.” dedi. Çocuk duydu mu, duymadı mı anlamadı. Ama evine gidince çocuğuna sarılması gerektiğini anlamıştı. Gözleri dua eden çocuğu aradıysa da bulamamış, kaybetmişti. 


Polis aracının aydınlattığı evin duvarında şöyle yazıyordu: “Sokaklar çocuklarındır. Çocuklar, sokakların değil!”




Son...