Üzgünüm, sana yalnızca mutsuzken geliyorum. Hiçbir mutlu anıma şahit olmuyorsun, üzgünüm. Ama bazen öyle bir his kaplıyor ki içimi; ben mutlu oluyorum sanki evet ama uçup gidiveriyor canımın sıkıldığı ilk anda. Ve bu o kadar sık oluyor ki, fark etmişsindir, çok sık uğramamdan sana. Burası can sıkan şeylerle dolu. Aksi mümkün değil. Mutlu hissediyorum evet ama donuk bir anı gibi kalıyor uzakta. O an, o anı ne kadar kazımak istesem de zihnime, ne kadar farkında olsam da o anın bilinçli bir şekilde yaşarken, o beşinci katta duran aydınlık asansöre bindiğimde her şey, ve sıfıra bastığım o anda tüm o anlar yok oluveriyor. O odada o yatakta bırakıyorum bütün mutluluğumu. Almak için gitmem gerek. her an orda kalmam gerek sanki sahip çıkabileyim diye. Gitmesem unutuluverir. Gitsem, yine biter. Ama çok acizce mutluluk kelimesini o yatağa sığdırabilmem. Bu ben değildim. Ben bunun tam da tersi olmalıydım. Öyle söz vermiştim kendime. Ama hiçbir şeyin çok da anlamının olmadığı burada, tam burada, bunu da önemsememeliyim. Neyi önemseyeyim peki ben. Biri bana bir yol göstersin de, kim? Canım ciddi anlamda sıkılıyor. Çabalamaktan yoruluyorum. Çabalamamayı tembihlesem de kendime, biliyorum, içimde sürekli düşünen, koşturan, yol bulmaya çalışan bir sema var. Çabalama işte sema. Düşünmeyiver. Bırak onlar düşünsün biraz da, sen kendini salıver. Bak havalar ısınıyor. Bırak onu bunu çık işte. Çık o yataktan.