I.

Yağmur, birden ikiye ıslatır zindanı

Kapıdan dökülerek saplanır

Bir ıslıklı ok gibi göğsüme rüzgar

Hava duman, demirleniyor yere zinciri yıldırımların

Neresi yukarı acep,

Neresi aşağı


Çıkar sisler altından,

Bilip bilmediğim, sırılsıklam canavarlar

Zümrüt sesleriyle balıklar dolar sokaklara

İnciler ve mercanlar öter artık, dallarında yüreğin

Gelir öteden gümbür gümbür

Toz kaldırır onca reftâr kervansaray

Dikilir her köşeye,

Yağmur, bağırarak damıtmış geceyi tenlerine

Can alır can satar binlerce siyahî tüccar

Kurulur ölümün pazarı,

Tezgaha titrer özgür yakamozda, Ay başlı kederden kalamarlar,

Bir çiçek aldırırlar, yalnız bir çiçek, aşk mıdır?


Toz kaldırır orduları saçının, biliriz,

Sabahın akşamın bozgun; garip yer gureba içersin, biliriz,

Fakat ki benim,

Kervanımı çeker el pençe divan bülbüller,

Birini birine bağlar ince saplı mor sümbüller

Görünürsün ufukta,

Tek ordu, iki keman, bin temren

Yüreğimin sandığında,

Tek servet bir siyah noktadır sana benden

Savrulur saçın, dökülür bahardan ecel terlerim

Kurulur meydan, sineme kazılır onca cephe

Saçını görünce akşam indi sanar, oruç açar süngülerim

Kan olur serilirim yere, vuruşamam;

Çıkarım sabi sübyan gibi anadan üryan karşına

Her şeyden evvel, gülden o gülleler

Pek çember bir eşikten geçer,

Vurur o sümbüllü bülbülleri, ölürüm, aşk mıdır?


~

Korkumuzdan sorarız, ne çabuk geldin ey sevgili

Dedi: Dağlar secde etti, aştım da geldim;

Yaş dökmekten gözpınarları kurudu ırmakların, geçtim!

Dedim: Öyleyse dağlandı yüreğimiz, ırmak oldu gözyaşlarımız, devir tamamlandı.

Hoş geldin! 

~