Ninesinin geceyi zıkkım eden yakınmaları yüzünden çok az uyuyabilmişti. O kadar az uyumuştu ki gözleri çapaklanmamıştı bile. Gecenin sessizliğini "ıhhhğ, tısss" sesleriyle yıkan yaşlı dev, sonunda uyumuştu. Fırsat bu fırsat dedi ve kendini dışarı attı. Ayazın, dişli bir düşman gibi ağzını yüzünü parçalamasına aldanmadan bir sigara yaktı. Yavaş yavaş yürüdü, hızlı hızlı düşündü. Bir ara ritmi kaçırdı. Hızlı yürüyüp yavaş düşünmeye koyuldu. Ne de olsa beden-beyin koordinasyonu hava durumu gibi sıfırın altında seyrediyordu. "Yaşlanmak..." dedi içinden "Bir insana edilebilecek en ağır küfür." Evrene emrivaki yapar gibi, "Ben yaşlanmadan ölmek istiyorum." dedi. İntihardan bahsetmiyordu, tövbe haşa! Çok dindar sayılmazdı ama artı sonsuzluk boyu cehennemde gürül gürül yanmayı da götü yemezdi. Bu dileğini garantiye almak için ani bir manevrayla mahallenin craiglisti* olan kıraathaneye yöneldi.

Yaşadığı mahalle ‘Neşeli Günler’ filminin yavan bir yan sanayisiydi. Gereksiz, vıcık vıcık bir samimiyet... Kelebek kusmuğu olsa olsa böyle bir şeydir diye düşündü. Kıçı dışarıda ayaza doyarken detaylı bir plan yaptı ve kahveden içeri girdi. Fonda, Drakula’nın tabutu gibi usulca gıcırdayan kahve kapısının sesi... Mahallenin en gevşek ağızlı yaşlısının masasına kaynadı.

"Selamünaleyküm Fikret Amca."

"Ve aleykümselam oğlum. Nasılsın?"

Biraz hoşbeşten biraz tarak kürek muhabbetten sonra Fikret’in hangi kulağında yüzde yetmiş duyma kaybı olduğunu hesaplamaya çalıştı. Sağ, yok yok sol... Onun solu mu benim solum mu? Tam tersi kulağına doğru eğildi:

“Hasmımı ortadan kaldıracak birine ihtiyacım var. “

Fikret amcanın takma dişi şaşkınlıktan masaya düştü. Yaşlılığıyla çelişen ani bir refleksle dişini yakalayan Fikret:

"Oğlum hayırdır inşallah? O nerden çıktı?" diye sordu.

"Bunun hayrı mı olur amca? Sen bana yardımcı olacak mısın onu söyle."

Ekoseli ceketinin cebinden hacı yağı aromalı bir not defteri çıkardı.

"Yıllar önce bu işi yapan bir genç vardı ama tövbe etti diye duydumdu."

"Kimden duydundu amca?"

"İmamdan oğlum. Bir cuma çıkışı ayakkabısını giyerken tövbe estağfurullah diye bağırdığını duymuş."

“Kehköh” diye sarma sigaradan solmuş ciğerini masaya bırakarak gevrek gevrek güldü.

"Sen bana ver bakayım numarasını. Ben onu yoldan çıkarırım."

Asla öyle olmayacağını bile bile “Bak bu konuştuklarımız aramızda Fiko amca." diye tembihledim. Bana göre havalı, kahvedekilere göre kıl kurdu gibi bir yürüyüşle kahveden çıktım.

Kahvenin çırağı arkasından: “Yine bir şey içmeden gitti beleşçi pezevenk." diye söylendi.

Fikret Amca sandalyesini bir gizem yaratmak ister gibi çırağa doğru döndürdü:

"Benden duymuş olma ama..." diyerek söze başladı.