Araba galerisine mi kuaföre mi girdiğimizi anlamamı engelleyen tahta boncuklu perdeleri geçip içeri girdik. Yolda apaçi arkadaşlarım tarafından ağır abinin yanında saçmalamamam konusunda defalarca tembihlenmiş olmasaydım, o aptal perde üzerinden kesin çiğ bir espri yapardım. İçimdeki travmatik mizahi piçi şimdilik susturmalıydım. Tam ofis panosuna asılmış “Baba parası değil, alın teri“ yazısına böğüre böğüre gülmek üzereydim ki kahkahamı öksürükle bastırmayı becerebildim. Acaba boncuk perde ve yazıya gülmemek, borç alabilmenin önkoşulu muydu diye düşünmeye başlamıştım ki,

“Bak şimdi aslan parçası" diyen tomtok bir sesle kafamın içinden çıktım ve gerçek dünyaya sert bir iniş yaptım.

“Ben İlhami Uysal. Bana Tez İlhami derler. Yavaş iş yapana ayar olurum. Kaldırımda mıymıy yürüyenleri yolun ortasına ittiriveresim gelir. Yanıma eleman alacağım zaman önce yemek yediririm. Kırıta kırıta yiyorsa dehlerim. Antin kuntin lafa giriş cümlelerini de sevmem. O yüzden hemmen sadede gel aslanım. “

İlhami’nin odyovizüel özgeçmiş ibrazı sonunda bitmiş, sıra bana gelmişti.

“İlhami Abi bana acil nakit lazım abi!“

Köfte dudaklarıyla bıyıklarını araladı, göbeğinin ritme ayak uyduracağından emin olduğunda bir kahkaha attı.

“Alla Alla! Ne kadar farklı bi ziyaret sebebi! Lan para lazım olmasa kapıma ne diye gelesin? Araba kiralamaya mı?"

“Abi şöyle izah edeyim o zaman. Benim gariban bir nenem var. Kendisi çok hasta. Azrail’in davete icabet etmesi an meselesi yani. Son arzusu umreye gitmek.“

Hiçbir zaman karakter sahibi olma ihtiyacı hissetmediğimden, zahmetsiz bir yavşaklıkla son dokunuşu yaptım. Çünkü kodamanlar, çaresizlerin onları kocaman hissettirmesini sever, bilirim.

“Ocağına düştüm abi. Gardaşlarım bahsetti sen büyük adammışsın. Kurban olim yardım et bana. Gün yüzü görmemiş nenem bir kerecik de olsa mutlu olsun abi “

Yardakçılığım gururunu okşamıştı. Böbürlenerek deri koltuğuna yayıldı. Koltuk gacırtısını osuruk sesi sanmayalım diye bir kez daha yerleşme hareketi yaptı.

“Ee çocuklar söyledi oğlum senin teminatın da yokmuş. Nasıl olcak bu iş? Hayır kurumu değilim ki ben. “

Tam “ Teminatım olsa sana dilenmeye gelir miydim lan altın dişli p*zevenk!“ diyecek oldum. Ama kaypak ağzımdan:

“ Abi sen bizim gibi değilsin. Büyük adamsın bi kere. Bi hâl çare bulunamaz mı? “

Dudaklarını büzdü, tütünden zeytuni sarıya çalan bıyıklarını burdu.

“Ev nenenin üzerine mi? “

“Evet abi. “

"Yarın nenenden imza al, tapuyu da getir. İstediğin parayı vereyim. Haa ama ödeyemezsen hem nenenin s*kko evini hem de senin sefil canını alırım. “

Çayımı fondipledim, kaşığı bardağın üstüne yatırdım. Bu hareket benim raconumda ‘ilk fırsatta belanı s*kecem.’ demekti. Kendi kansızlığıma olan sinirimi çıkarmak istercesine boncuklu perdeyle bir süre boğuştuktan sonra galeriden çıktım.

Hayatım bir tablo olsaydı adı ‘sefalet' olurdu. Üstelik görmenin dışında işitme ve koklama duyularına da hitap ederdi. Eminim sanat eleştirmenleri ihya olurdu, sefaletim nesilden nesile aktarılırdı. Sizin de bildiğiniz gibi sefaletin keskin bir kokusu, rutubetli ve cırtlak bir sesi vardır sevgili okuyucu.