Perdenin arasından sıyrılmış ışık hüzmesi yüzüne vurarak uyanırken, ne de güzel, harika bir sabah, diyerek kalktı yatağından. Oldukça enerjik ve pozitifti. Gün içerisinde yapması gereken işleri kolayca halledebileceğini düşünüyordu. Yapılacakları kafasında planladı ve harekete geçmek için üstünü değiştirmeye başladı. Pijamalarından kurtulup günlük kıyafetlerini üzerine geçirdi ve evin alt katına kahvaltı etmeye indi.


Çok sıradan bir gündü, tıpkı 67 yıldır yaşadığı her gün gibi. Yumurtalarını pişirdi, kahvesini hazırladı. Her sabah olduğu gibi kapının altından atılan gazetesini aldı. Ana sayfanın manşetinde büyük harflerle çok ünlü bir politikacının ölümü şu cümleyle verilmişti: "BANYOSUNDA ÖLÜ BULUNDU." Ölen adamın, küvetin yanında çekilmiş fotoğrafına bakarken, fotoğrafın gövde bölgesi ıslanmış olduğundan delindi. Bu durum onun harikulade enerjisinden hiçbir şey kaybettirmedi. Aksine böyle muhteşem başladığı bir günün daha ilk dakikalarında böyle iç karartıcı bir haberle karşılaşmanın gününü kötü etkileyebileceğini düşündü ve gazeteyi okumayı bıraktı. Fotoğrafın delinmesi onun iyiliğine olmuştu.


Pişirdiği yumurtaları tavadan tabağına aktarırken sağ el baş parmağını tavanın kenarına sürttü ve yaktı. ‘’Hay Allah’’ dedi, ‘’Bir türlü yemeğe başlayamadım.’’ Eline krem sürmek için üst kattaki banyoya gitti. Kremi almak için lavabonun üzerindeki aynalı dolabı açtı. Dolabın içi bir sürü ilaç, birkaç krem ve kendisinin de tam olarak ne zaman ve ne için kullanılacağını bilmediği ıvır zıvırla doluydu. Kremi aldı, kapağı kapattı ve elinin yanan bölgesine sürdü, kahvaltısını etmeye hazırdı artık.


Tekrar alt kata indi, soğuyan kahvesini ve yumurtasını birazcık ısıtmaya karar verdiğinde ocak olarak da kullandığı sobasının sönmüş olduğunu gördü. Yapması gereken bir takım işleri olduğu için odunluğa gidip odun alıp, tekrar geri gelip, sobayı tekrar yakıp, yumurtayı ve kahveyi tekrar ısıtmaktan vazgeçti. Soğuk da olsa olduğu gibi yedi ve içti.

Yemekten sonra piposunu yakmak için tezgaha doğru ilerledi. Pipo oradaydı fakat yakmak için gereken kibritleri bulamıyordu, halbuki hep aynı yerde, piponun yanında olurlardı. Alt kata şöyle bir göz gezdirdi fakat aradığını bulamadı. Üst kata bakmaya karar verdi. Basamaklardan birinin hafif kabardığını fark edemedi ve çıkarken ayağı takıldı. Tam da az önce yanan elinin üzerine düştü. Canı oldukça yanmıştı. Mutluluğunu korumaya çalışıyordu. Tekrar doğruldu, piposunu ağzına koydu ve yukarı çıktı.


Alt katta olması gereken kibritler, yatağının yanındaki komodinin üzerindeydi. Komodinin çekmecesi aralıktı, neden olduğuna anlam veremedi, ne zaman açtığını ve kapatamadığını hatırlayamıyordu. İçini kontrol etmek için komple açtığında içinde eskiden kalan birkaç evrak, doküman, fotoğraf ve altıpatlarını gördü. Fotoğrafları aldı ve tek tek bakmaya başladı. Ne kadar uzun zamandır bakmıyordu kim bilir, belki bu tesadüf olmasa bir daha onları hiç göremeden veya hatırlamadan veda edecekti yaşamına.


Ne güzel bir hayat yaşamıştı aslında, o karelerin hepsini neredeyse teker teker hatırlıyordu. Bu karelerin bir daha asla yaşanamayacağını fark ettiğinde içinde, daha önce kimseyi öldürmemiş birine, bir insanı öldürdüğünde hissedilenleri tarif etmenin anlamsızlaşacağı gibi, dışarıya açıklanması çok zor tarzda bir sızı hissetti. Geçmişi onu incitmişti ama bu onun kendi kendine sunduğu acıdan başka bir şey değildi, sonuçta geçmiş yalnızca bizim peşimizden gelmesine izin verdiğimiz sürece bizi incitirdi.


O an hayatının geri kalan kısmının aslında ne kadar da manasız olduğunu fark etti. Arkadaşlarından, sevdiklerinden, ailesinden uzak, ormanın derinliklerinde tek başına hayat süren, kibritlerini nereye koyduğunu hatırlayamayan, kahvaltısını soğuk yiyen, merdivendeki çıkıntıyı fark etmeyip düşen biri haline gelmişti. Uzun zamandır görmediği bu fotoğraflar ona mutluluk vermekten çok, deniz kızlarının karaya ilk kez çıktıklarında yürüyemeyeceklerini fark ettikleri o anki gibi bir burukluğa sürüklemişti.


Yatağın üzerine oturmuş fotoğraflara bakarken piposunu yakmak için ağzına götürdü. Kibritleri çaktı, piposunu yaktı ve daha sonra onları söndürmeden fotoğrafları da, onun için artık yeni bir hayatın başlaması gerektiğini fark ederek ateşe verdi. Gözünden akan birkaç damla yaşı elinin tersiyle sildi, çekmecesindeki altıpatları cebine koydu ve tekrar alt kata indi. Şöyle bir süzdü yaşadığı yeri kendi etrafında dönerek, oradan ayrılmanın vakti gelmişti artık. Güzel ve okkalı bir son fırt çekti piposundan, dumanını dışarıya verirken yüzünde muhteşem güzellikte bir gülümseme vardı, belki de yıllardır görülmemiş. Dış kapıyı açtı ve kapının önüne çıktı. Cebindeki altıpatları çenesine dayadı ve bam!

Bir saniye bile tereddüt etmemişti.


Kulübenin kapısının önünde yere yığılmıştı, oluk oluk yağan yağmurun sularıyla birlikte süzülüyordu ormanın derinliklerine patlayan kafasından fışkıran kanlar, bulutların arasından sıyrılan ışık huzmesi muhteşem güzellikte gülümseyen yüzüne vururken, yeşerecekti çiçekler yeni bir yaşama, ondan akanlarla.