Perde ile duvar arasında küçük bir aralığa sıkışmış, gri bir güne açıldı gözlerim. İçim hâlâ uykudaydı oysaki. Sadece bulutlara baktım. Bir de aralıkta süzülen iki kanat çırpışa. Perdenin neredeyse görebildiğim tüm dikişlerini saydım. Ödevmiş gibi, atlamadan.
“Sahi bunun bir çeşit rahatsızlık olduğunu söylüyorlar, doğru mu? Her neyse, kim sağlıklı ki bu zamanda...”
Uzunca bir süre duvardaki tabloyu inceledim en ince ayrıntısına kadar. Ressam sağ tarafa çizseydi yelkenliyi, daha güzel görünürdü diye geçirdim içimden. Renkleri de biraz soluk sanki, hiç dikkat etmemişim aldığımda.
Düşünecek başka hiçbir şeyim yokmuş gibi kafamda yeniden resmettim tabloyu, biliyor musun? Uykulu hâlden sıyrılıp kendime gelmeye başlayınca bir bir aklıma geldi gerçeğim. Derin bir sessizlik vardı etrafta. Issızlığım, bir de ben diye alay ettim kendimle.
Perdenin dikişleri, tablonun soluk renkleri kimin umurunda! Gün dünün aynıydı. Hep bir tekrar...
Onu, bunu, şunu neyi halledebilmiştim ki geceden kalan?
Sonra bu gri günün nasıl biteceğini düşündüm. Yetişmem gereken bir zaman dilimi varmış da dünlerin tekrarı günler çarçabuk bitmeliymiş gibi hissettim. Belki bir saat sonrası, belki bir hafta, belki aylar belki yıllar sonrasıydı beklenen zaman. Neyle meşgul olacağımı, nerede olacağımı bilmediğim bu zaman bir an önce gelmeliydi. Ne istediğimi bilmez bir tavırla bu sonsuz bekleyişim ayakta tutuyor beni biliyorum.
O anlattı bunları....
O anlattı, ben dinledim. Ağlamaktan kıpkırmızı olmuş gözlerini bir an olsun çekmedi üzerimden. Oldu bitti telaşlıdır zaten, acelecidir her tavrı. “Bırak konuşayım, sözümü kesme sakın!” diyordu laf aralarında. Sanki kalkıp bir yere gideceğim varmış da konuşmasını tamamlayamamaktan korkuyor gibiydi. Titreyen dudaklarından, bir çırpıda bitirebilmek hızında dökülen kelimelerin birbirine karışmaması imkansızdı zaten. Anlayamadığım kelimeleri cümle bütünlüğünde tamamladım hep.
Ama hiç kesmedim sözünü. Ağlamadan anlat anlamıyorum demedim. Dökülmeliydi, akıtmalıydı ruhunu gözlerinden süzülen yaşlarla.
Hiç ama hiç böyle görmemiştim daha önce. İsyankâr, mutsuz, öyle güçsüz... Elindeki parçalanmış mendille burnunu silerken yeter artık çığlığıydı bakışları.
Hüzünlü, keskin, darmadağın.
“Ben yetemedim.” dedi.