yaşanması gerektiği gibi yaşamış olsaydım ya da yaşayabilseydim sığınır mıydım hiç şarkılara? bazen olmuyor işte, ne kadar çırpınırsan çırpın. yaptığın hiçbir şeyin değeri kalmıyor kendi gözünde bile. hiçleşiyorsun zamanla. hem sen hem yaptıkların hem söylediklerin hem de söyleyemediklerin... elin kolun bağlanıyor. usulca susuyorsun ve dilini bile bilmediğim bir şarkıya dalıyorsun. geride kalanlar derin bir suskunluk içinde. sen de suskunsun ama için karmakarışık. biliyorsun çünkü. bu, hiçbir şeyi halledememiş olmanın suskunluğu. hiçbir yere kaçamamanın, hiçbir yere gidememenin, hiçbir şeyi anlatamamanın suskunluğu. dünyan şimdi koca bir sessizlik. fırtına öncesi sessizliği... susmaya devam et şimdi. usul usul dinle şarkını ve acı kendine. çünkü biliyorsun, dünyada acını yalnızca sen bilirsin ve sen yaşarsın. diğerleri habersizdir içinde olup bitenlerden. anlatmadın çünkü, anlatamadın. anlamazlardı. ya da ne bileyim işte, belki de anlamalarını istemedin. sana özel bir şeyler kalmasını istedin. kirletmek istemedin düşüncelerini bile insanların sonu gelmeyen yargılarıyla. dünya yeterince kirliydi, kirletmişti insanlar onu. yalanlarla, savaşlarla, yıkımlarla, açgözlülükle, bencillikle, hırsla... sana dokunmasınlar istiyordun ama aynı zamanda anlatmak da istiyordun. konuşmasan delirecektin sanki. muhakkak anlatmalıydın. yoksa içinde yarattığın dağ, gün gelir çığlarla devrilirdi; yok olurdu. yok ederdi seni de. bütün bunları biliyordun elbette ama yine de anlatmaktan, konuşmaktan çekiniyordun. insanlara güvenemiyordun, her ne kadar onlara güvenmeyi çok istesen de... ama yapacak başka bir şeyin yoktu. ya susarak yıkımına kendin sebep olacaktın ya da konuştuğun vakit insanlar yıkacaktı seni. karar senin. yık ya da yıkıl.