1996 senesinin Ocak ayındayız. Lise son sınıftayım. Ara tatile girmişiz. Elimde bir kitap var; "Şirazlı Hafız'dan Gazeller". Bu kitap nereden elime geçti, bilmiyorum. Gerçi o yıllarda elime geçen hiç bir kitabın bana geliş serüveni hakkında bilgi sahibi değilim. Kitap da satın alabilecek kadar harçlık verilmiyordu bize, biliyorum. Kitap da alabilecek kadar harçlık verilirse de bunu mutlaka başka bir şey için harcıyordum. Anlayacağınız, bir kısır döngüydü bu. Ama yine de kitapsız kalmıyordum hiç. Galiba birileri, "bu çocuk okur" diyerek hangi hevesle aldıklarını unuttukları kitaplarını bana veriyorlardı. 'Sermayenin yeniden değerlenmesi' bu olsa gerek :) Kimi zaman da demokratik kitle örgütlerinden, derneklerden, siyasi partilerden, sendikalardan alıyordum kitapları. Her birinin güzel kitaplıkları oluyordu ve "okur getiririm" diyerek alıp unuttuğum kitaplar için ses çıkarmıyorlardı bana... Bu kitap da işte böyle geçmiş olmalıydı elime.
Şirazlı Hafız'dan Gazeller... Kitabı elime alır almaz önsözünü okumuş ve bir heyecanla, gazel nedir ve Şiraz nerededir diye ansiklopediye bakmıştım. Türk gazeteciliğinin kurulduğu günden bugüne yaptığı tek hayırlı şey olan ansiklopediler bana, gazel denilenin klasik bir şiir türü olduğunu, Şiraz'ın da İran'da bir kent olduğunu söylediler. Bunları okurken göz ucuyla Şiraz'ın küçük, bulanık fotoğrafına bakmış, beğenmemiştim.
Otobüsle teyzemlere gidiyoruz ağabeyimle. İki vesait, uzun bir yolculuk bu. Koltuğumun altında Hafız var. Dışarda yağmur yağıyor. (Değerli okur, Turgenyev gibi araya giresim geldi. O yılları bilenler için soruyorum. Sizce 90'lı yılların havası daha mı yağmurlu, kapalı ve griydi yoksa şimdi mi böyle?) Sanos marka, iri camlı otobüste sarsıla sarsıla ilerlerken, kitabımı çıkarıp okumaya başlıyorum. Pencereden yağmur damlaları, kitaptan kelimeler süzülüp akıyor. "Kimilerinin şiirleri Şiraz'ın dışına çıkmamışken, benim şiirlerimi dünya biliyor" demiş Hafız. Yazdıklarının mekânsal uzamını isabetli olarak söylemiş Hafız. Peki ya zamansal uzam? Altı yüz yıl sonra da okunacağının hayalini kurmuş mudur acaba?
Bir buçuk saat sürdü yolculuğumuz. Bu sürede kitabımı okudum, ağabeyimin absürt esprilerine güldüm ve yaşıtım kızları kestim. Kızları keserken, elimdeki kitabın da hayrının dokunmasını istemedim değil. Ama "kırk yıl da elimle kitapla otobüslerden inmemecesine dolanıp dursam, kimse pas vermeyecek bana" diyerek yeniden kitabıma döndüm.
Son duraktayız; küçük bir meydanda. İki kahvehane, milyoncu, manav ve o yıllarda moda olmuş, bol pleli kumaş pantolon giyen serseriler var etrafta. Yağmur durmuş değil ama hava açık. Bu da İzmir'in ilginçliği işte; hem güneş hem yağmur... Birazdan teyzemlere gideceğiz. Sobanın başında otururken de, o yıllarda bir tek onlarda olan alafranga tuvalet taşında otururken de uyurken ayağımıza çorap giyinmek zorunda kaldığımız buz gibi odada da Hafız, hep elimde olacak. Yıllar boyunca elimden düşürmediğim kitapların, beni inşa ettiklerinin pek de farkında değilim henüz. Şimdilik Hafız'dan az önce okuduğum ve altını çizdiğim; "Dünyada yuttuğun haram lokmalar, hocam/ Mahşerde içkimizle eşit tartılır" sözü, geçen hafta arkadaşlarla içtiğimiz iki biranın, haram kazanılmış paralar kadar büyük bir günah olmadığını öğretti bana. Bakalım. Yıllar daha neler ve neler öğretecek...
4 Haziran 2023
Manisa