Size de "olduğu kadar" bir hayat yaşıyormuşsunuz gibi gelmiyor mu bazen?

Yani işte öylesine bir hayat gibi.

"Olması gerektiği" gibi değil de ne kadar oluyorsa o kadar yaşıyormuş gibi.

Hayallere değil de şartlara göre.

Kendine değil, çevreye göre.

Özgürlüğe göre değil, yasaklara göre.

Olduğu kadar hayat, mutluluk, özlem ve aşk...


Yani tam bir insan hayatı gibi değil de ara sıra veya denk gelirse biraz hayat işte...

Mecburiyetler, koşturmaca ve etrafımızı kuşatan uzak ve yabancı insanlardan arta kalan nereler varsa oralar hayata benziyormuş gibi.

Bütün bir günün belki çok azı.

Hatta öyle her günden bir şey beklemek de iyimserlik olur.

Haftalar diyelim.

Yoksa aylar mı demeliyim?

Eğer öyleyse bu zor bir itiraf olur.

Bu yüzden bence hafta diyelim.

Yani her hafta size gerçekten yaşadığınızı hissettiren, sizi gerçekten mutlu eden veya öğrenmekten keyif aldığınız bir şeyler oluyordur mutlaka değil mi?


Yoksa olmuyor mu ?


Yani hiçbir şey öğretmeyen aşklarımız aslında öylesine aşklar değil mi?

Birbirine her koşulda güven ve samimiyet vermeyen arkadaşlarımız, aslında öylesine arkadaşlarımız olmuyor mu?

Birkaç tarihi bina, kalıntı, manzara gördüğümüz ama oralarda yaşayan kimseyle tanışmadığımız gezmelerimiz aslında gezmek mi yoksa öylesine yorulmak mı?

Gökyüzünde sizi sessiz düşüncelere batırıp çıkarmayan yıldızlar sizin için öylesine varlar demek değil midir?

Sınavlardan, işten sonra size kalan ve sadece dinlenmek için kullandığınız zaman, öylesine akan saniyeler torbası işte.

Vakti geldi diyerek yaptığınız evliliğin ne kadarı aşk, ne kadarı öylesine acaba?

Hayatın böyle en önemli parçalarının daha olması gerektiği gibi yaşamayı istemek en doğal hakkımız olur herhalde değil mi?


Yoksa olmaz mı?


Yani dolu dolu değil, damla damla.

Düşlediğin gibi değil de payına düştüğü kadar.

Hep tahmin ettiğinden az, umduğundan eksik ve biraz da haksızlık eder gibi yaparak...

Uyandığımızda o gün yapacağımız şeylerden heyecan hissederek değil de yapılacaklar listesini sıkıla sıkıla kontrol etmek sanki.

Orta vadede yepyeni duyguların tadını, uzun vadede belirsiz ama beklenen mutluluğun kokusunu almak yok mesela.

Ama herkesin vadesi boyunca yaptığı ne varsa, onların ekşi tadını dilimizde almak var.

Peki herkes ne yapıyor?

Okul, iş, evlilik, çocuk ve konut kredisi...

Herkes buna benzer bir sıralamayı görevmiş gibi yaşıyor.

Bunları herkes yaptığına göre mutlu oluyorlardır değil mi?


Yoksa olmuyorlar mı ?


Yani size de hayat "tam olarak böyle olmamalıydı sanki" dedirtmiyor mu?

Veya "bir şeyler, biraz fazla mı eksik acaba?" diye sordurmuyor mu?

Sanki daha fazla insan, daha fazla mutluluk, daha doğru aşklar ve daha istenilen ne varsa onun olduğu bir hayat olmalı.

Sonuçta bir kere geldik ya hani dünyaya, o yüzden böyle bir soruyu sormak hakkımız değil mi?


mesela istediğim eğitimi almak için o bölüme "ilgim" olması yeterli olmaz mı?

neden sınav diyorlar hemen?


mesela bir ülkeyi gezmek için orayı ve oralıları "merak etmem" yeterli olmaz mı? neden vize soruyorlar hemen?


mesela tanımadığım birine merhaba demem için "içimden öyle gelmesi" yeterli olmaz mı? neden "tanışıyor muyuz " diye soruyorlar hemen?


Böyle duvar gibi soruların arasında olduğu kadar yaşıyoruz işte.

Hayatta bir şeyler katan sorular yerine hayattan çalan sorular sormasalar da olur aslında değil mi?


Yoksa olmaz mı?


Yani sahibinin elinden kurtulmuş bir balon gibi değil de ipinin izin verdiği kadar gökyüzüne yükselebilen bir uçurtma gibi hissettiren bir hayattan bahsediyorum.


Cümleye anlam katan gururlu bir kelime gibi değil, nereye ve nasıl yazılacağı kurala bağlanmış bir bağlaç gibi yaşamak diyorum.


Bir türlü durduramadığınız, yanağa yayılan kahkaha gibi değil; yolu belli, derdi belli, sonu belli bir gözyaşı gibi olmak hissi işte.


Yani ekmek arası köfte yer gibi değil de eziyet arası keyfe denk gelme çabası gibi.


Yani öylesine doğmuş gibiyiz.

hani sonsuz yokluktan sıkılıp, "ben bi dünyaya gidip geleyim" demiş gibiyiz burada.

Ellerimizi arkamızda bağlayıp gezerken, olabilecek güzel şeyleri izliyoruz ama hiç yaşamadan, şöyle bir tur atıp dönüyoruz sanki.


Yüzmeden sahilde oturmak gibi.


Bulduğun şeyi yine kaybetmek gibi.


Aşık olup da susmak gibi.


Hep böyle mi sürecek acaba diye düşünmek ama değiştirmek için hiçbir şey yapmamak gibi...


Bütün evren, gözümüzün önünde her saniye keyifli keyifli değişip dururken, bizim hayatımızı biraz değiştirmemiz çok da zor olmaz değil mi?


Yoksa olur mu ?


Günü geldiğinde yaşamak için bir hak daha istesek ve

eksik kalan yanımızı tamamlamayı,

yaptığımız o en büyük hatayı silmeyi,

keşke ile kurulan cümlelerimizi, iyi ki ile değiştirmeyi,

fırsat bulup da gideremediğimiz o içimizde kalan merakımızı, sıkılana kadar yapmayı,

artık koleksiyonunu yaptığımız birikmiş tüm pişmanlıklarımızı bozdurmayı ve söylenmeyen itirazı, aşkı, sitemi, küfrü içimizden geldiği gibi söylemeyi bu ikinci hakkımızda yapsak ne güzel olur değil mi?


Yoksa...


Yok sayılanlar!

Hayat yoklamasında yok yazılanlar!

Zaman geçtikçe var olması gerekirken gittikçe yok olanlar!

Çokken yokmuş gibi yapılanlar.

Size soruyorum.


Yoksa...