Bir şeyi özlüyorum.

Gelmeyecek bir şeyi özlüyorum.

Beklemekle hissizleşmiş bir şeyi...

Yol'a çıkmalıyım...

 

Kaç haftadır hep böyle bir hisle uyanıp uyuyorum. özlem artıkça yerimde durmak bana işkence gibi geliyor. İçimdeki özlemin bir akışa kapılıp gitmesi gerekiyor çünkü. Kendimi bir yolculuğa hazırlıyorum. İşler, güçler, dostluklar, arkadaşlıklar, bağlar hiçbiri beni mutlu etmiyor. İçimde koca bir hissizlik ve boşluğun sancısı...


Yolculuk yapmalıyım...

Acilen herşeyden sıyrılıp, şehirden uzaklaşıp başka yerlere kaybolmaya gitmeliyim. Belki o zaman içimde takılıp kalan o soruya bir cevap bulmaya yakın olurum. 


Yolculuk benim için bir nefes alma, daralan ruhuma bir soluk verme gibi geliyor. Tüm yolculuklarım da hep bir arayışla...


Ağaçlardan bozkıra, bozkırdan ağaçlara sürüp duran yolculuklarda bir ev sancısı çarpıyor kalbime. Kaybolmuşluk... Bakışlarım yolculuk boyunca kupkuru otlara, ağaçlara, yol kenarlarındaki tabelalara, evlere, ışıklara, ağaçlara dalıyor. Bir hüzün çöküyor içime. Hüznün azar azar biriktiği bu saatlerde yersiz yurtsuz anılar, çalıp giden müzikler birikiyor ben de. Kendimi herhangi bir yere yerleştiremiyorum. Her hangi bir yer edinemiyorum. Nilgün ne doğru demiş "Kendime bir yer edinemiyorum" derken. Küçük bir su görsem hemen ona dalıyorum. Bir suyun yoluna takılıyorum. Akışını takip ediyorum. Aktığı ve sonlandığı yerleri. Onun kenarında duran otların, ağaçların yaşayışını. En çok da şehir içlerinde bir kaldırıma hapsolmuş etrafı bazen bir beton bariyerle bazen de saksıyla kökleri bir yere sıkıştırılmış o ağaçları. En çok onlar benim dikkatimi çekiyor. İçimde başka duygular belirmeye başlıyor. Kaybetmişlik en ağır şekilde canıma vuruyor. Sonra boşluk. O boşluğu bir yol kenarında bırakıp gitmeyi, hiçbir şey düşünmemeyi, tüm bağlarımdan sıyrılmayı istiyorum. Her şeyi bir yolculuğa terk etmeyi.


İnsan bazen sadece terk etmek istiyor. 

Terk etmek kendisini bozmuş, sarmış her şeyi, herkesi, tüm kimlikleri, rolleri, sorumlulukları...

Terk edip yeniden o vardığım şehirde yeni bir benle başka şeyler yaşamak, oluşturmak, var etmek...


Tüm hafızamı, tanıdıklarımı, bildiklerimi, öğrendiklerimi silmek...

En kaba haliyle bir hiç olmak istiyorum. Öyle upuzun bir tren yolculuğuna çıkmak bu ara hep kalbimde dolanıp duruyor bu yüzden. Hayatımı değiştiren tek gidiş belki bir tren yolculuğuna çıkmak. Yıllardır beni heyecanlandıran tek şey bu. Bir trene binip terk etmek kendimi...


Bilmediğim bir şehre uğramak, ordan geçmek, hafızamı boşaltmak istiyorum.

Kendimi ne zaman böyle hissetsem bir bozkırdan bir ağaca, ağaçlardan bozkıra doğru akmak istiyorum hep. Ne tam bir yerli ne de tam bir yersiz. Nereye gitmek istiyorum onu dahi bulamıyorum. Yaş ilerledikçe insanın kayboluşu da çoğalıyor demek ki. Benim de başıma gelen belki de sadece bu...

Bir yolculukta kaybolmak, hareketsiz kalmak, sessiz olmak, uyumak, durmak, durmak ve öylece akıp giden her şeyi bir camdan seyretmek...


Tüm terk edilişlerim belki de sadece içimde o boşluğu bulma arayışı...

Bulunur mu?

İşte hayatın bilinmez cevabı...


Gılgameş Destanı'nda bilge kadın Siduri'nin bir arayışta koşup duran ölümsüzlüğün peşine düşen Gılgameş'e dediği gibi "Aradığın hayatı asla bulamayacaksın" sözü hep hatırımda durarak...

Aradığımız hayat nedir?

Boşluk neden var hep içimizde?

İşte bu bir karadelik gibi bizimle sonlanacak sanırım...