Şimdi İzmir'den, Mardin'e doğru uzun bir yolculuktayım; yirmi iki saat sürecek yol... Otobüsün ilk hareketiyle hemen uykum gelir benim. Ama şöyle bir saat kadar sonra, ipi kopmuş uçurtma gibi çözülür gider uykum. Sonra yolları izlemeye başlarım ben. Çocukluğumun bir garip kalıntısı galiba; her defasında şaşıracak bir şeyler buluyorum yolda. Bu sefer en çok dikkatimi çeken, küçük dinlenme tesisleri oldu.
Şehirlerarası otobüs firmalarının nerede duracağı belli. Bunlar tam takım, büyük işletmeler. Bir de kamyonların, eski model otomobillerin durduğu, kimilerinin tabelasının bile olmadığı tesisler var. Zaten tabelasız bir işletme, yemeklerin bol kepçe ve lezzetli, tuvaletlerin de ücretsiz olduğunun garantisi değil midir? Şimdi işte onları göz hapsine aldım. Galiba on kilometrede bir denk geliyorum birine ve her defasında hayal dünyasına dalıp gidiyorum. Hani Macar filmi Beşinci Mühür'de, herkesin köle değil de kral olmayı istemesi gibi ben de, sıradan bir çalışan değil de bir patron olarak görüyorum kendimi...
İşte! Bir tane daha gördüm. Ne de güzeldi. Büyükçe bir lokanta. Sadece iki pompası olan bir istasyon, geride büyük ama gerçekten büyük bir ev. Bu ev, eminim patronundur. İki katlı, kiremit çatılı ve geniş balkonlu. Dikkatli bakıyorum da otuz metre kare olmalı balkonlar. Ve evin dört yanı bahçe bostan. Balkondan şöyle bir sarksanız mesela, kucak dolusu kiraz, kayısı... Ve yine bahçede çiçekler, çiçekler...
Salonu nasıl da büyüktür bu evlerin. Büyük ve serindir. İçerde büyük ekran bir televizyon. Esasında televizyon izlemem. Ama böyle bir evde ve şimdi, şu öğlen saatinde, önümde fıstık tabağı, belki elimde bir bira... Maç falan izlesem. Çocukken abimle yaptığımız gibi, takımlardan falan anlamayıp da "ben siyahları tutuyorum" diyerek rastgele bir takımı tutmak ve onun atakları ile heyecanlanmak... Sonra yemek isterim akşam oldumu. Ne de olsa lokantada bir dünya yemek. Seç beğen. Anamlar için uzun yolda yemeğe para vermek, zenginlerin ve enayilerin işi olabilirdi ancak. Şu halde ben, gerçekten bir enayiyim. Çünkü yolda yemek yemeyi hep sevdim nedense. Bazen, sırf bunun için evden aç çıktığımı bile hatırlıyorum. Ve şimdi patronum ben, değil mi? Seslenirim içeriye gür perdeden.
-İsmet, bana bir güveç yolla çiçeğim!
Böyle yerlerde çalışanların isimleri ne olabilir ki? Batu mesela, olmaz. Aklıma ilk gelen İsmet oldu nedense. Aşçı olarak da Ramazan olmalı. Yakıştılar bence. İsmet keldir, Ramazan ise esmer.
-Hemmen abim!
İsmet'in sesi bu. Bana abi diyor. Yaşını sormadım ya da sorduysam da unuttum. Bir patronun, maiyetinde çalıştırdığı kişilerin bazı bilgilerini unutması ya da önemsememesi patronluğun şanındandır, değil mi? Ben de ismet'in yaşını unuttum işte. Bazen tipine bakıyorum. Benden birkaç yaş büyük galiba. Amaaan, ne önemi var şimdi bunun? Önce bir güvecim, pilavım ve ayranım gelsin. Sonra akşama doğru elime çayı alır, geçer bi ortamı denetlerim, "şunu şöyle yapın bunu böyle yapın" diye birilerine fırça atarım dravdan...
Offf!!! Kimse anlamıyor, işim başımdan aşkın. Akşama maç var yine. Bu sefer beyazları tutacağım ama.
21 Haziran 2022
Mardin otobüsü
umutulas
2022-06-23T00:21:34+03:00Server Fethi arkadaş; teşekkür ederim. Var olasın.
Server Fethi
2022-06-22T16:55:33+03:00Kaleminize sağlık. Çok hoştu.