Dayımın ölüm haberini aldım. On dokuz dakikadır cenazeye yetişmek, dayıma son görevimi yapmak için bir otobüsün arka koltuğunda seyahat ediyorum. Bana bu satırları yazdıran içimdeki duygu karmaşası. Ağlıyorum, üzülüyorum fakat yalnız kaldığımda garip bir normallik duygusu sarıyor bedenimi. Her canlı gibi dayım da ölmüştü işte. Belki de ezberletilmiş hayattı bu duyguları bana yaşatan. Dayımın ölüm haberini aldığımda beni ayağa fırlatan, ağlatan dayımı kaybetmenin üzüntüsü değildi sanki. Her dayısını kaybeden insan gibi ağlamalıydım ve çevremdeki insanların gözünde benim için oluşan üzüntüyü görmek zorundaydım. Belki de onların üzüntülerini de ezber hayatın bir parçasıydı ama sanmıyorum, sanmıyorum çünkü benden daha iyi oynuyorlardı hayatın onlara verdiği bu rolü ya da bu rol daha basitti. Düşünüyorum, benim değil de okey masasında rastgele birinin dayısı ölseydi daha fazla üzülebilirdim belki...

Bu satırları yazıyorum ama dayımın yokluğu kalbimi sıkıştırıyor, gözümü yaşartıyor. 


Bursa otogara geldik. Otogar sevdiklerini yolcu etmeye gelenlerle dolu. Sevdiğini yolcu etmek için yolculuk yapanlar da varmış, bugün öğreniyorum. Bu yolcu etme biraz farklı; arkasından sarılıp el sallamıyoruz, ağlayıp ağıtlar yakıyoruz. Benim de yolculuğum ağıt yakmaya...

Ve hiçbir yolculuk bu kadar yakmamıştı canımı.