Ben, Murat, Sadık, Uğur ve Alper... Beş hamido, yılbaşını geçirmek için toplanmıştık. Galiba 2009 yılına girecektik ve hepimiz çok heyecanlıydık. Şaka len, ne heyecanı... Her bekâr evi gibi Alper'in evi de şehrimizdeki sayılı apartmanlardan birinin son katındaydı. Yani manzara güzel ama ev, serindi.


Beş hamido yılbaşı için bir araya gelince ne yaparsa biz de onu yapacaktık, yani içecektik. Bir iki hoş beşten sonra vakit gelince çoğu marketten alınan hazır gıdalardan müteşekkil sikko soframıza oturduk ve rakımızı açtık. En güzel mezemiz olan muhabbet gerçekten lezzetliydi ama ona gerçek aromasını verecek türkü eksikti masamızda. Beş kişiydik ama bağlama çalan biri yoktu aramızda. Ayrıca internet de yoktu ve cep telefonlarının ekranının renkli olmasının marifet olduğu yıllardaydık. O ara Alper, "Benim telefonda iki tane türkü kayıtlı, durun, onları açayım." dedi. Neyse ki onun telefonu, hepimizinkinden akıllı çıkmıştı... Gerçekten de telefon hafızasında sadece iki türkü vardı. Cengiz Özkan ve Muharrem Temiz'in birlikte çıkardıkları albümden Male ve Ganatlı Gapı türküleri... O gece bu iki türküyü o kadar çok dinledik ki her birimiz hiç sekmeden eşlik etmeye başladık. "Çermiğin altında derin bir dere / Şaşırdım aklımı male male gideyim nere..."


Ve gece ilerledi. Bir vakit sonra bedenen orada olsak da ruhlarımız havalanmış, farklı diyarları gezmeye başlamıştı. Ben mesela, bir ara lise yıllarıma gitmiş, lakabı Pelo olan arkadaşımla sohbete başlamıştım. Şişman, iri yarı bir çocuktu. Kızdırmaya çalışırdık ama o, hiç kızmazdı. Galiba onun bu yönünü seviyordum ve bu sebeple arkadaştık. Sonra da beş yaşıma gidip motosiklet selesine takılmıştım nedense. Beni fark etmeyen motorcu gaza basmış ve ben tam yere düşecekken... "Ganatlı gapının telli sunası / Mosmor olmuş ellerinin kınası..."


Zaman ve mekândan azade kalmış ruhum geri dönmüştü. Bir yandan türküye eşlik ediyor, diğer yandan dünyanın en sikko masasının etrafına oturmuş hamidoları gözlüyordum. Kimi tavana bakıyor, kimi başını masaya koymuş uyukluyor, kimi de türkü söylerken bıyık altından bir şeylere gülüyor. Lan, siz var ya... "Haydi beyler şerefe" deyip elimdeki boş bardağı kaldırdım havaya. Ve sonra da kalkıp "Saat bir olmuş la, yılbaşını kaçırdık." deyip Sadık'ı öperek sarhoşların birbirini öpme seansını başlattım. Birbirimizi en az iki tur öptükten sonra kalkıp balkona doğru yürüdüm...


Sırtımızı verdiğimiz Makam Dağı'nın hemen karşısında, uzaklarda bir yerde küçük küçük tepeler vardı. Ve o tepelerle aramızda koca bir ova uzanıyordu. Şehrin ışıkları ile karşıdaki tepenin yamacı boyunca uzanan köylerin ışıkları arasında kalan ova, kapkara bir deniz gibiydi. Bir an kendimi İzmir'de, Karşıyaka'ya bakar gibi hissetmiştim. Ovadaki küçük mezralar ise körfeze demirlemiş yük gemileri gibiydi... Bir özlem miydi bu? Galiba değildi. Gözlerimi yük gemilerinden ayırıp yakınlara, üstünü kar kaplamış toprak damlı evlere, yer yer eriyip çamura dönmüş karların kapattığı kilitli taşlı sokaklara çevirdim. Neredeydik biz, ne yapıyorduk?


O an kendimi de bir yük gemisinde hissettim. Biz, beş hamido, hiç kimselerin umursamadığı, farklı şehirlerden gelip otuz bin nüfuslu bir şehirde on yılını devirmiş bu insanlar, ıssızlığın ortasında bir yük gemisinde gibi değil miydik?


Belki yüz, belki bin defa hissettiğim ve yeri geldikçe aradığım; işte bu duyguydu. Evrende bir zerre olmanın farkındalığı ve işte bu zerrelerin dostluğunun hüzne buladığı o müthiş mutluluk hissi... 


İyi ki buradaydık ve iyi ki bir aradaydık... Bu duygularla kalkıp masaya gittim ve Murat'ı yanaklarından öperek sarhoşların birbirini öpme seansını bir tur daha başlattım.




14 Temmuz 2022

Gültepe