Gözlerinde kıpraşan bir uyku.

Saçlarında rüzgarın sirtakisi.

Böylesi küçük dokunuşlarla yaşıyor.

Henüz ölmemiş Hanımefendi.

Öyle büyük hedefleri, büyük hayalleri yok.

Büyüklüğün ölçüsünü uzay düşünün.

Hedeflerinin, hayallerinin temeli ise dünya.

En büyük hedefi konuşabilmek mesela.

Bilerek konuşmak.

Her şeyi bilmek değil ama asla.

Aklından şerit şerit akıp giden tüm görüleri.

Anlaşmazlıktan uzak, içini okutur gibi.

Konuşmak.

Farklı kelimeler de kullanabilir pekâlâ.

Sözlüğe ihtiyaç duyabilirsiniz belki onunla konuşurken.

Ben buyum diyor zira.

Kaldı ki herkes sözlük taşımalı.

Bu kenara çekilen bir ben buyumculuk değil.

Bu yanlış anlaşılmış zavallı bir varlığın söylemi.

Yanlış anlayan cılız bir varlık.

Anlayabilmeyi hayal ediyor.

Bir insanın gözlerini, dudaklarını,

Görebilmek, okuyabilmek, duyabilmek.

Ne büyük ütopyacılık bu da böyle.

Kendine olan merhametsizliğinin o-cusu bu-cusu bir kadın.

Ne komik bir cümle.

Bir sözlük olsaydı keşke.

Tüm sessizliklerin lügati, tüm cümlelerin tercümanı gibi.

O zaman bilirdik işte bir kelimenin kaynağı insanın neresidir diye.

Korkuları kalmazdı, ne olacakçı yaklaşımları.

Yaklaşımları kendilerini huzursuzluklara bırakmazdı.

Huzursuzluklar sevgisizleşmezdi saygıyla.

Bakışlarının açısıyla şekillenmezdi.

Eksik bir yan, bir insana benzemezdi.

Bağrına basmaktan gocunmadığı.

Bir imrenti çiseleniyor yüreğine.

O ıssız sıcaklık kalabalıklaşıyor.

Yine de yetmiyor güvensizliğin soğuğuna.

Buz tutmuş bir gezegen gibi güven.

Yuva kurmak imkânsızlaşıyor.

Kulak tırmalayıcı bir ses hâlini alıyor, onlar.

Gittikçe körelen, paslanan.

Ruhsuzlukla harmanlı.

Kalbe de akla da uygunsuz, onlar.

Ne içindi bu savaş.

Unutmaya başlıyor Hanımefendi.