Bahar aylarının kendisini göstermesi ile gökyüzü eski aydınlığını yitirmeye başlıyor. Mevsimin ferahlaması, çalışmak için daha uygun şartlar oluşturuyor olmalı ki tatil havasından sıyrılma azmi insanlar arasında hızla yayılıyor. Bir sonraki aydınlık günlerde bedenleri hür duygularla denize sürebilmek için, serin havalarda makineleşme iradesi gösteriliyor. İnsanların yüzünde bir gerginlik görünüyor, sorumluluklar dünyasına dönmüş olmanın gerginliği kendisini yer yer yabancı bakışlara bırakıyor. Mevsim bazıları için yer değiştirmenin, göçmenin mevsimi olmuş. Yabancılığın artması, içten pazarlıklı bir düşmanlık duygusunu şehirde yaygınlaştırıyor. Birbirini ikinci kez görmeyecek, yaşadıkları mekana kök salamayacak insanlar, birbirinden yararlanmanın yollarını arıyor, hatta bu yolları büyük bir yaratıcılık ve disiplinle üretiyor.


Gözlerim Yusuf’a ilişiyor. Yusuf lise çağlarında güzel bir çocuk. Her çocuktan özel bir güzelliği var mı bilemiyorum. Fakat zaman zaman kendisi ile konuşurken, gülerken, elleri ve kolları ile birtakım hareketler yaparken görüyorum. Yusuf da sabah kalkmış olmalı. Sabah kalkmış olmak insanlar arasında ortakken, sabahın duygularını bezemek şahsi özellikler gösteriyor. Zira Yusuf belediye otobüslerini ejderhalara benzetiyor. Bir insanın demir bir araca binip yolculuk edeceği eski bir kitapta yazsa kimsenin aklına mavi şapkalı dolmuşlar gelmezdi sanırım. Oysa bir kükreme ile durdurulmaz bir güçle ve kendi kuvveti ile hareket eden bu demir canavar belki de otobüsten başka bir şey değildir. Bu sırada Yusuf, ara ara yola inip belediye otobüslerinin gelip gelmediğini gözetliyor. Geç kalırsa öğretmenin onu ayıplayacağı yönünde bir kanaati var. Duraktakiler sıraya girmeyi bir türlü öğrenememiş durumda. Oysa otobüsler en öndekinin tam önünde dursa, ve herkes kendisinden önce gelenlerin arkasına sıralansa hayat daha güzel olabilir. Bu sırada otobüs yaklaşınca hafif bir stresle öne geçerek otobüse binmeye çalışıyor. İş saatlerinde otobüsler dolu geçtiği için, şahsi alandan feragat etmek bir mecburiyet haline gelmiş. İğrenç bir yabancılık duygusu vücudunu sararken, kartını cüzdanından çıkaran Yusuf, şehre karşı üzerine düşen borcu ödemenin telaşını yaşıyor. Sonra insanların "ilerle" sesleri içinde, istifin içinde bir yer buluyor. Otobüs hareket ediyor. Ejderha hayali Yusuf’un zihninde yeniden beliriyor. Yusuf bir ejderhanın sırtında gider gibi, ellerini bırakarak ve ayaklarını bir eyerde oturur gibi hafif açarak dengede durmaya çalışıyor. Böyle bir ejderhanın sırtında gökkuşağının altından geçerken, okyanusları aşarken, dağ ve denizleri tepeden seyrederken kurguluyor kendisini. Sürekli yolculuk yaptığı bir ejderha ile kuracağı arkadaşlığın neşesinden gözleri ışıldıyor. Ateş saçan bu dostunun elindeki güce rağmen kendisinde hissettirdiği güvenle mest oluyor. Sonra bu gülüşün kalabalık içindeki tuhaflığı ile irkilince, tutunmak için soğuk bir demir arıyor. Bakmak için de cansız bir nesne ve insansız bir yön gerekiyor. Bu kadar iç içe bir dünyada insanlara bakmak pek hoş bir davranış sayılmaz. Pencerenin insansız bir kısmından dışarıya gözü takılınca, börekçilerdeki çay fiyatlarını merak ediyor birden. Nasıl olur da çay simitten pahalı olur diye düşünüyor. Harçlığı ile kaç çay içebileceğini merak ediyor. Ejderha ile bir çay bahçesinde otursa nasıl olurdu diye düşünüyor. Ejderhanın girmesine izin verirler mi acaba? Ejderha ile arkadaşlık eden bir insanın ricasını kırmazlar sanırım. Sonra garsonun ejderhaya şaşkın şaşkın bakışları çok komik olur. Acaba garson ejderhayı bir hayvan olarak tasnif edebilecek mi, yoksa onun mucizevi bir yaratık olması, hayvanlara uygulanan kurallardan azade kılar mı onu? Otobüsün ses sistemi okul durağını duyurunca Yusuf irkiliyor.


Öğrenciler sıraya geçmeye başlamışlar. Öğrencilerin kırmızı elbiseleri ve sıraya girme telaşı, bir Roma lejyonunun hazırlıklarına benziyor. Yusuf, asker gibi uygun adım ilerliyor sıraya. Bu görüntünün dışarıdan bakanlar için anlamsızlığını fark edince yüzünde bir gülümseme beliriyor. Sıradaki yerini bulduktan sonra, hayalini sürdürüyor. Alt sokaktaki okulu nasıl fethedeceklerini tasarlıyor. Yokuş boyunca marşlarla uygun adım ilerleyen öğrencilerin, sınıf sınıf okulu kuşatmaları çok eğlenceli olabilir. Öğrencilerin sınıflara dağılma anında yaşanacak karmaşayı fırsata çevirmek için pusuya yatıyorlar. Düşman “rahat” komutu alıp sınıflara dağılırken, hücuma kalkıp düşmana çok büyük bir kayıp verdiriyorlar. Fakat ilk saldırıdan kurtulan bazı düşmanlar, okulun pencerelerinden lejyonerlere ok atıyor. Yusuf kendisini bir hışımla okulun duvarlarının arkasına atıyor ve canını kurtarıyor. Küçük bir birlik arka kapıyı tutuyor. Ordunun merkezinin ana kapıdan girerek tek tek sınıfları ele geçirmesi gerekiyor. Ancak önce pencerelere konuşlanan okçuların susturulması gerekiyor. Yusuf mızrağını alıp nişan alıyor. Bu sırada omzunda bir el hissedince, arkadaşlarının sınıfa doğru yürüdüğünü fark ediyor. Mızrağı ile beraber uygun adım sınıfa doğru ilerliyor.


Arka tarafta bir masaya hızla geçiyor Yusuf. Eğer öğretmen karışmazsa buraya yerleşmeyi hayal ediyor. Öğretmen gelince, tanışma faslı başlıyor. Arka sırada oturan uzun boylu zarif bir kız var. İsmi Zeliha imiş. Nedendir bilinmez, Yusuf bu bilgiyi hafızasına özenle işliyor. Lazım olacağı ve önemli olduğu yönünde bir kanaati var. Fizik dersinde atomları dinleyen Yusuf, kendi benliğinin nasıl farkına vardığını düşünüyor. Benlik kontrol edebildiğin madde ile yani bedenle ilgili olmalı. Oysa insanın bedeni bir atom denizi içinde yüzüyor. İnsan her nasılsa bu atom denizini bir bütün olarak değil de ayrı ayrı anlamlandırıyor. İnsanın bu algısı olmasa aslında bir benliği de yok. Aslında hiçbir şey yok mu, yani Zeliha da mı yok? Her şey atomlardan oluştuğuna göre insan, elini katı bir maddenin içinden geçirebilir mi acaba? Duvarlardan geçmek mümkün olabilir mi? Öyle her şey mümkün olsa, Yusuf ruhunu bedeninden çıkarır ve bedeninin dayandığı kadar Zeliha’nın yüzünü seyrederdi. Onun hayatına dokunmadan, onun bir parçası olmayı derinden arzuladığını fark ediyor.


Bütün bu düşünceler, dersler ve öğretmenler değişirken, Yusuf mütemadiyen tahtaya doğru bakıyor. Yusuf bu stratejiyi zamanla geliştirmiş. Ancak tarih dersinde keşifler anlatılırken, Yusuf bir kabile üyesi olduğunu hayal ediyor. İşte ateşin etrafında zevkle dans ederken, sandalyenin yanlarına vurarak ritim tutunca öğretmende hafif bir rahatsızlık oluyor. Yusuf öğretmenle aynı dünyada yaşamadığının fark edilip edilmediğini merak ediyor. Ancak kanaati edilmediği yönünde. Zira muhtemelen öğretmen tek dünyanın kendisininki olduğunu zannediyor.


İkindi vakti gelince son zille denetimli serbestlik başlıyor. Cezaevini hızla terk eden öğrenciler servislere ve otobüs duraklarına doğru hızla ilerliyor. Zeliha 28 numaralı servise biniyor. “Y” harfinin de 28. harf olması bu kutsal servis numarası ile Yusuf’un zihni arasında ömürlük bir bağ kuruyor. Yusuf da aynı serviste olup Zeliha’yı görecek şekilde, Zeliha’nın arkasında bir çapraza oturabilseydi, akşam eve dönüş yolu evin kendisinden daha değerli olabilirdi. Sonra Yusuf istiflenmek üzere otobüs durağına yürüyor. Otobüs durağındaki öğrenci sayısı ilk otobüse binemeyeceğini gösteriyor. Servis numarasını görmek için vakit kaybedince geride kalıyor. Yusuf çalışma kampından kurtarılmış bir mahkum olduğunu, Gestapo’nun yakalamaması için sessizce hareket etmesi gerektiğini hayal ediyor. Sessizliği katlanıyor. Otobüste de kimse ile konuşmamak için arkalara ilerliyor ve bilerek yalnız kalıyor. Kararan gökyüzünün yarattığı bilinmeme duygusundan kopmamak için gözlerini camdan almıyor. Evine yaklaştığında bu duygunun dağılacağını, yaşanmaya değer bir yere varacağını düşünüyor.


Aile fertleri ile yenilecek akşam yemeğini beklerken, önden gelen çorba kasesinin bir yanardağ olduğunu düşünüyor. Bu hayalde tabakların üst üste dizilmiş şeklinin payı büyük. Ejderha ile lavlara dalan Yusuf, annesinin “Oğlum!” sesi ile irkiliyor. Kaşığın açısı çorbayı tutmak için pek müsait değil. Yusuf yükselen lavların tehdit ettiği Zeliha’yı kurtararak kahraman olmak istiyor. Zeliha’nın kendisine gözleri gülerek baktığını hayal edince kendi gözleri parlıyor. Babası, “Oğlum aşık mısın?” diyor, “çorbayı dökeceksin!”. Yusuf biraz utanıyor. Yemeğini hızla bitirip odasına çekiliyor. Yatağa uzanınca tavanda Zeliha’nın hayali beliriyor. Zeliha’nın yüzünü olduğu gibi görmek için tüm hayal gücünü zorluyor. Ejderha ile okulun camına yaklaşıp Zeliha’yı ejderhaya bindirmek istiyor...


Sabah Zeliha’ya yetişmek için erkenden uyanan Yusuf, ilgisi anlaşılmasın diye özel bir şey yapmıyor. Duyguları gizli kalsın, derinleşsin, kaybolmasın istiyor. Zeliha isminin Züleyha’ya benziyor olması, Yusuf’a göre ilahi bir işaret. Allah’a dua eden Yusuf, duasının karşılık bulacağından emin. Bu sırada, Allah’ın, çok sevileni sevenden aldığı yönündeki söylenti aklına gelince, Yusuf’un içi çekiliyor. Sonra Allah’ın kıskançlığının çok saçma olduğunu düşünüyor. Otobüs gelince şoförü selamlıyor. Yusuf, Allah’ın kendisini kayırdığı düşüncesi ile yüksek bir ruh hali içinde. İnsanlar içinde eşini, Adem’in Havva’yı bulması gibi bulmuş olmanın mutluluğunu yaşıyor. Bu sefer ejderhanın sırtında Zeliha da var. Çay bahçesinin yanından geçerken, Zeliha ile birlikte buraya geldiklerini, Ejderhanın da çay bahçesine kabul edilmesi için Zeliha’nın garsonu azarladığını hayal ediyor. Zeliha’nın, dostunu savunmasından çok memnun oluyor. Garsona çıkışan Zeliha’nın sinirlenince ne kadar güzel olduğunu düşünüyor.


Otobüs okula yaklaşınca elinde bir tüfek varmış gibi yapıp, kapıdaki görevliye nişan alıyor. Yusuf, bütün mahkumların sonsuz bir özgürlüğe kavuşabileceğini hayal ediyor. Kapıdan girerken çantasına bakılmasından rahatsız olan Yusuf bu uygulamayı çok komik buluyor. Örneğin kötü niyetli birisi çantasında bomba taşıyor olsa en çok zararı kapıdaki kuyrukta verebilir. Okulda bu kuyruktan daha kalabalık ve iç içe bir alan yok. Ayrıca görevlinin ciddi bir inceleme yapması da mümkün değil. Zeliha'nın çantasında ne var acaba? Yusuf, bir hediye alsam kapıda çantalar açılırken çantanın içine bırakabilir miyim diye düşünüyor. Bir bileklik alsa, belki Zeliha bilekliği takarken elini tutmasına izin verir. Böyle bir dokunuş Yusuf'u yok etmeli, Yusuf böyle yok olmak istiyor.


Sınıfta dersler ilerlerken fırsat buldukça, Zeliha’nın fark etmesinden korkarak, Zeliha’ya doğru dönüyor. Onu görmeye çalışıyor. Fakat gün içinde defterinin köşelerine ejderha resimleri çiziyor. Ejderha ile arkadaşlığına dalıyor. Ejderhadan inip kaleye gizlice yaklaşıyor ve sarmaşıkları tırmanıyor. Kalenin karmaşasından yararlanıp Zeliha’nın yanına yaklaşıyor ve sesini dinliyor. Zeliha arkadaşlarına, ondan bahsediyor. “Ne tuhaf çocuk,” diyor, “kimseyle konuşmuyor.” Yusuf, içinde bir acı belirince kalenin burçlarına doğru koşuyor. Burçlardan salıverdiği bedenini ejderha yakalıyor. Yusuf ejderhasını güneşe sürüyor.