Neden yüzsüz olmayacakmışım, söylesene neden! Sen yüzsüz olma ama ben yüzsüz olacağım. Hem de ilelebet yüzsüz. Sen içindeki cehennemde boğulurken ben el sallayacağım sana yüzsüzlük cennetinden. Sen boğulurken, savaşırken gerçekler ile ben yüzsüzlüğüm ile koşacağım o hayalden bu hayale. Sen acılar içinde karabasanların ile can çekişirken ben yüzsüzce her günü yeniden yeniden iliklerime kadar yaşayacağım. Sen taş kesilmiş kalbinde büyütürken nefret, öfke tohumlarını; ben yüzsüzce seveceğim her zaman büyüteceğim içimde sevgi tohumlarını.


Sen kalabalıklar arasında mutsuzluğun ile gelip geçerken, kayıp olurken ben yüzsüzlüğüm ile yalnızlığımda bile mutlu olacağım ama en çok da kayıp olmayacağım. Sen daima kendinden verip tükenirken ben daima yüzsüzce istediklerimin peşinden gidip alacağım sonunda. Sen yüklerin içinde, mutsuzlukların, umutsuzlukların içinde göçüp giderken bu dünyadan ben yüzsüzlüğüm ile tutkum ile, aşkım ile, sevdam ile, en çok da hayattan istediklerini alan biri olarak gideceğim. Adımı kimse bilmeyecek, belki mezarıma da kimse gelmeyecek.


Dedim ya yüzsüzüm işte, vazgeçemiyorum bundan. Sevmezler burada yüzsüz insanları, ben de sevmem yüzsüz olmayanları. Varsın kimse bilmesin, varsın kimse gelmesin mezarıma. Hatta adım bile yazmasın mezarımda. Belki biri bir muziplik yapıp yazar "Yüzsüz" diye. Yeter ki "Çok çekti, öldü de kurtuldu." demesinler. Yeter ki "Dünyanın yükü omuzlarında gitti," demesinler. Zira ben dünyaya hayatın yüklerini taşımaya gelmedim. Aksine o benim yüklerimi taşıyacak, ben de muzip bir çocuk gibi bütün yüklerimi ona bırakıp aldım yüzsüzlüğümü yanıma. İyi de ettim. Neyse, dediğim gibi, sen yüzsüz olma ama ben yüzsüzüm.