Kat kat çıkılmış farklı ışıklı apartmanlara bakmıyordu. Lambanın aydınlattığı sokaklara yürümüyordu. Saatlerce dönen giysilerini en kısa programda yıkanmaya başlamıştı. Buram buram sigara korkması, geri dönmeyeceğini bildiğin insanları evinde saatlerce beklemeyi meslek edinmişti. Yalnızlığı kendiyle vakit geçirmek diye meşrulaştırıyordu. İnsanlardan nefret ediyordu. Yüzlerini görmek rahatsız edici dereceye gelmişti. Kafasını duvarlara vurarak uyumak istiyordu. Sonsuza inen kuyunun içinde yılanlara umuttan bahsediyordu. Aynı dili konuşmuyordu kimseyle aynı topraklara yaşamasına rağmen. Bazen sadece susuyor ve gülüyordu. Oturuyor ve içtiklerinin onu öldürmesini bekliyordu. Canı sıkılınca koltuktan yatağa masadan koltuğa geçirdi. Sarı rengi onu öldürüyordu. Renklerin katliam yarattığını gözleri farklı bakmaya başlayınca anlamıştı. Öylesine bir hal almıştı ki bu durum. Kendini dışardan izlemeye çevresindeki her detaya adeta içinde değilmiş hatta ilk defa tanışıyormuş gibiydi. Alzheimer, insan olduğunu unutmak. Bir insanın sahip olabileceği yeryüzündeki en merhametsiz hastalığın ta kendisiydi.