Sen bir çiçek değilsin. Sen sert bir kayasın. Onlarca darbe almış bedenin. Her darbede kanamışsın biraz. Her yaran kabuk tutmuş zamanla. Zaman ilaç değil sertlik getirmiş bedenine. Bedeninden geçip ulaşmış hislerine. Zaman bir zehir, anlamışsın. Lâkin artık çok geç. Çoktan solmuş çiçeklerin. Çoktan unutmuşsun naifliğin ince hissiyatını. Naçizane garip bir hayat bırakıp arkanda, yalnızlığın o sinsi inlerinde kaybolmuş, koca bir taşa dönüşmüşsün. Ne bir his ne bir duygu. Toplayıp bavulunu sonu olmayan bir yola koyulmuşsun. Ne tek bir bulut gökyüzünde, ne de güneş. Dünyaları sırtına alıp fırtınalara koşturmuş yüreğin. Yangınlar küle, küller göklere bulanmış. Çaresizlik ne acı. Ne acı zamanın iyileştirdiği her yara. Hissizliğin soğuk duvarlarına çarpıyor ruhun. Yalnızlığı seni koruyan bir kalkan sanıyorsun. Korkularını avuntuların bastırıyor. Kayboluyorsun en karanlık gecede. Her hecede biraz daha azalıyor, biraz daha kayboluyorsun. Ruhuna batan dikenleri görmüyorsun. Seni içten içe kemiren yalnızlığa her geçen gün daha da bağlanıyor, hissizliğin kalbini çürüttüğünü bilmiyorsun. Zamanla iyileştiğini sandığın her yara seni biraz daha uzaklaştırıyor sevgiden. Zaman ve yalnızlık kanına zerk ettiğin en ölümcül panzehir oluyor. Ve yavaş yavaş öldürüyor seni...