nerde o silindiğimiz gök, koştuğumuz mezarlık

ellerimi ne zaman aşka uzatsam yanıyor artık

çirkin ve ıslak suları bekliyorum içimdeki selden

sonuma nasıl yüklensem doğuruyor beni yitip giden şeyler


sokuldum vardım şehrin alevlerine

dışımda solan gülün azameti de kalmadı yoksulluk bahçesinde

şimdi her şey bir olmazlığa akar

bilmem ki hangi ecel soldurur sahtiyan ölüsünü

hangi yersizliktir bu saldırarak iner cesetlerime

hiç kul olmaz sulak sıtmaya

delirmez bunalır yüzümdeki deniz

kan olur ki binitim sallanır salgımdaki gölgede

yeminler gibi solar sırrın korkutulmaz evresi

dağ oturmuştur yerine, kemiktir sarar yokluğunu 

zenci adamlar geçer damarlarımdan

üç numara oğullar geçer

dağılır bir yangın gürültünün öğlesinde

dağılır yankı, dağılır, dağ olur yıkıntıdan akan


şimdi nerde o sulak tarlamız, ah gölgesi uzamayan

sesli bir sancağı olduran ceset resimleri arasında

bilmem nil midir yüzümü serinletecek çarpış

niagara mı


varımı yoğumu alsın şimdi 

payıma düşen her orman

yeşilden vazgeçtim, uzaklaşıyorum

bana kan gerekli gibi laflardan


ah elimi kemiklere yapıştıran sırdır belki beni kuşatan 

belki şuhtur, belki bulantı

ellerin bir şeyleri anlatır durur onları görmemeye

onlar izdir yüzümde

oradan bilirim ölümün çengisini

ölümün çengisi ah, varımı yoğumu alsın şimdi