Öykümüz, nasırlı ellerle tutulan kalemin

bakir titremesi bir hâl alıp

kağıtla buluşmasıyla başlıyor.

İşsiz, yorgun ve de anlaşılmamış bir gencin,

zeytine çatal fırlatıp, onu tutturamamasıyla.

Genç, boş iş erbabıymış biraz

Severmiş bu boş işini.

Anlatıp anlaşılamadıklarını dökermiş bir yerlere.

İşte buna boş iş derlermiş.


''Suda su kokusu varmış''

Ne?

Suda diyorum, su kokusu varmış.

Neyse, boş verin suyu.

Benim burnuma zeytin kokusu geliyor.

Hani şu, Athena'nın insanoğluna hediyesi.

Barışı simgeleyen dallarından,

Ölüm yağdırılan ağacın ürünü.

Zeytin, zeytin bana neler hatırlatıyor bir bilseniz.

Proust kolaysa gel de açıkla bunu.


Devlet de boş iş erbablarını anlamazmış.

Çünkü liyakatli yöneticileri yokmuş.

Devlet,

hani şu tanrıdan bile kutsal görülen,

uğruna ölünen, öldürülen.

Anlamazmış

Mevcut şartlarda bir anlasa,

bekası tehlikeye girermiş.

Bu yüzden,

bir otelde toplanan boş iş erbablarını,

tanrıyı sıkça anan ama anlamayan kitlelerin,

yakmasına izin vermiş.


Anadolu irfanıyla yoğrulmuş kadim toplum

Onlar da anlamazmış bu boş işi.

Peki neymiş bu Anadolu irfanı?

Töre, erk zihniyet, eğitimli eğitimsiz cehalet,

kendinden olmayana ölüm, kan ve gözyaşı.

Anlamazlarmış


Gırtlağına kadar yemek yiyen,

entel magandalar da anlamazmış.

''Cahilsiniz, dünyayı gezmeden düşünemez, anlayamazsınız'' derlermiş

Zeytine çatal fırlatıp ama tutturamayan bu gence.

Genç, entel magandaların presbiyopi olduklarını anlamış.


Ve genç son sözlerini söylemiş

Varsın,

Kimse anlamasın bizleri

Kimse hissetmesin nefes alamayışlarımızı

Tanrılar bile duymasın,

yüreğimizden çıkıp göklere varan sessiz çığlığı

Varsın,

Barışa hasret topraklarda

barış adı yaşamasın.

Yaşayanlar ölümü anlamadıkları için

biz öldükten sonra bizi anladıklarını zannetsinler.

Ne çıkar?

Yaşamak, bizim için anlaşılamamak değil mi?


Şimdi, şimdi boş verin boş iş erbabları,

boş verin ve boş iş yapmaya devam edin!