Çocukluğumun arka bahçeleri
(0 yorum)Dolmuşun sarsılmasından toprak yola geçtiğimizi anlıyorum. Az sonra duruyor ve çocukluğuma doğru koşarken buluyorum kendimi. Kafamı kaldırdığımda köy boyunca uzanan heybetli dağın serinliği kavrulmuş yolu ferahlatıyor. Dağın içinden doğan Ballısu karşılıyor beni. Bu kaynar, köyün içindeki arıktan geçerek sazlıklara doğru akıyor. O arık içindeki kurbağalarla birlikte çocukların serinleme yeri. Eğer akşamüstü ise inekler ve buzağılar da eve dönüş yolunda. Bütün gün otlayıp, suya doyup, boynundaki çan seslerinin ritmiyle sallana sallana yürüyorlar.
Şimdi hayatımın ilk çocukluk dönemini geçirdiğim, düşününce burnumun sızladığı demir kapılı evimizin önündeyim. Kapıyı açınca büyük bir bahçeye karışıyorum. Karşımda vişne ağacı, onun arkasında kara ekmek fırını, sağda amcamın çatısız evi ve dedemin soluklandığı merdivenler, solda ise bizim avluya açılan tahta kapı var. Bu avlunun içinde; beyaz boyalı ahşap pencerenin ve taş duvarın önünde sıralanmış beyaz güller, kırmızı sardunyalar, dünyanın en güzel üzümlerini veren üç bağ asma, bir turunç ağacı var.
Sonradan yapılan ek mutfak genişçe arsaya bakıyor. Hemen dibinde de kuş yemişi var. Manzarası harika. Tam karşısında sesi kulağımdan gitmeyen uzun okaliptüs ağaçlarının yaprakları sürtünerek sallanıyor. Arsanın sol yanında kavak ağaçları bize selam veriyor. Burası çok sulak bir ova. Köyün bir ucunda pamuk tarlaları, diğer ucunda sazlıklar var. Sazlık demek bolca sivrisinek demek. Çocukluğumda oldukça yer edinmiş bu canlının tek çaresi ise tezekler. Pala Dayı’nın inekleri çokça. Tabi tezeklerden bizim arsa duvarları da nasibini alıyor. Geceleri sivrisinekler tarafından ısırılmamak için ortada bir tezek yakılıyor, ve sinek tezeğin dumanına yaklaşamadığından biz de rahat rahat gökyüzünü ve yıldızları izliyoruz.
Önümüzdeki arsa o kadar büyük ki kuzenlerimle koşarak uçurtma uçurabiliyoruz. Babaannem çeşit çeşit sebze ekiyor. Ama en çok domatesler kalmış aklımda, bir de sivri acı biberler. Domatesleri meyve gibi koparıp yiyoruz. Ne ilaç var ne gübre...
Sonra yaz sonuna doğru boylu boyunca darılar olgunlaşıyor. Ne güzel kokuyor püskülleri. Amcamın evinin altında tavuk kümesi var. Tavukları bir bir gidiyor geceleri. Bizimkiler ışıkları söndürüp hep birlikte darıları gözlüyorlar. Neden mi? Çünkü tilki bekliyorlar. Ha geldi ha gelecek derken ne heyecan Yarabbi. Çocukluğun sınırlanmamış duygularıyla yüreğim ağzımda tilki bekliyorum.
Gündüzleri de türlü hayvan peşindeyiz. Kâh çamurdan çıkardığımız solucanları balığa gidenlere veriyoruz, kâh at binen ağabeylerin yolunu gözlüyoruz. Arı yuvalarını da çok merak ediyoruz. Sık sık arılar koşuyor peşimizden ve bazen bizi soksalar da buna bayılıyoruz.
…
Sevgili okurlar biraz çocukluğumun arka bahçelerinde dolaştım. Ve ne kadar kıymetli bir çevrede çocukluk yaşadığımı tekrar hatırladım. Meğer çeşit çeşit ne çok canlı varmış hayatımda!
Şimdilerde ise kırsaldan koparılmamış bir çocukluğun, hayatın tüm zenginliklerine gebe olduğunu düşünüyorum.
Bu kadar romantizmden sonra içimden şu soruyu sormak geliyor.
Sahi çevre nedir?
Yaşadığımız, havasını soluduğumuz, suyunu kana kana içtiğimiz, diğer canlılarla ve toprakla mesafeli olmadığımız, tüketim ile üretimin dengeli gittiği bir yer demek geliyor içimden.
Oysa kapitalizm şuan mahvettiği dünyanın çevre gününü ağaç dikerek kutluyor(!)
O zaman sormazlar mı?
Bu nehirleri borular içine hapseden, onlarca canlıyı susuz bırakan kim?
Bu dağları patlatan kuşları, kurtları öldüren kim?
Mermer ocakları için asırlık sedirleri kesen, büyüknohutçuları katleden kim?
Altın aramak için ülkenin ciğerlerini söken, suyunu zehirleyen kim?
Tarihi köprülerin altından köpük köpük atık suları akıtanlar kim?
Toprak anayı zehirleyen, börtü böceğin kıymetini bilmeyenler kim?
Oteller yapmak için ormanlara kıyanlar kim?
Nazım’ın dediği gibi;
Onlar ümidin düşmanıdır,
akar suyun,
meyve çağında ağacın,
serpilip gelişen hayatın düşmanı...
Ama onca düşmanlığa rağmen umudumuzu yitirmeyeceğiz. Merak etmeyin çocukluğumuzun arka bahçelerini yeniden yeşerteceğiz!