Farkına Vardıklarım
(0 yorum)Çocukluğumdan bu yana -ki şu an 28 sene 6 ayı geçkin bir süredir dünyada var olmaya çabalayan bir canlıyım- o kadar çok kitap okudum ki.. Okuduklarımın hayata, insanlara dair bana öğrettikleri varmış. Sanırım, öğrendiklerimin bilimsel temelli olduğundan bahsetmeme gerek yok. Daha çok bilişsel psikoloji, fizyopsikoloji, bireysel davranışçı terapi, şema terapi ,EMDR, kısa süreli psikanalitik terapi, Freudiyen ve Adleriyen bakış açılarından faydalandım. Arada kendimi ve danışanlarımı beslemek için okuduğum farklı kitaplar da oldu. Aklıma geldikçe onların yaratıcılarından veya savunduğu fikirlerden de yararlanacağım. Aslında çok yeni olan kavramlar ya da kendi ürettiğim kavramlardan bahsetmek yerine hepimizin anlayabileceği bir dille güzel geniş bir özet bırakmak ve kafamdakileri belirli bir sisteme oturtmuş olmak niyetindeyim.
Yaklaşık 4 yıla yakın bir süredir bir kamu kurumunda psikolog olarak çalışmaktayım. İlk başlarda zorlandığım çok nokta olduğunu fark ettim. İnsanlarla nasıl iletişim kurup dünyalarına nasıl derinden bakacağım hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu. Fakat kaçınmak yerine yüzleşmeyi tercih etmiş olmam dolayısıyla yaptığım hatalar beni doğruya götürdü. Tam anlamıyla müthiş olamadığımı söyleyebilirsem de ilerlediğimi ve aktardıklarımı sonunda özümseyebildiğimi ve bir çeşit soyutluktan çıkarabildiğimi belirtmek isterim. Böylelikle hem insanlara hem de kendime faydalı olabilecek noktalar fark ettim. Düşündüğüm ve baktığım çoğu şeyde öğrendiklerimi fark edebiliyor olmak bana nasıl haz veriyor bir bilseniz...
Öncelikle insan kavramına bir göz atmak istiyorum. İnsan dediğimiz varlık sözlük tanımıyla "Toplum hâlinde bir kültür çevresinde yaşayan, düşünme ve konuşma yeteneği olan, evreni bütün olarak kavrayabilen, bulguları sonucunda değiştirebilen ve biçimlendirebilen canlı." İnsan dediğimizde aklımıza en geneliyle diğer canlılardan farklı olarak düşünebilmesi ve konuşulabilmesi ve tabiki insanın ruhu geliyor. Hepimizin farkında olduğu üzere insanoğlu aciz bir varlık. Neden diye baktığımızda şöyle bir cevapla karşılaşabiliyoruz: ''Yaşamak için bir başkasına ihtiyacımız var.'' Gerek anneye gerek başka kişilere. Hayatımızı sürdürebilmek amacıyla beslenmeye, korunmaya, uygun atmosfer ortamına ... gereksinim duyuyoruz. Oysaki herhangi bir hayvan ilk doğduğu zaman aradan geçen kısa bir süre sonrasında yürümeye ve nasıl yaşanacağını, nasıl neyle besleneceğini öğrenmeye başlıyor. Acizliğimiz de tam burada kendini gösteriyor. Bir başkasına bizi korusun, kollasın, beslesin, sevsin, yaşamaya devam edebilmemiz için gerekli koşulları sağlasın diye mecburuz. Zaman geçtikçe ise ya deneyimleyerek ya da tecrübelerden faydalanarak yaşamayı öğreniyoruz. Acizlik derken çok da abartmamak lazım tabi. Bizi diğer canlılardan ayıran muhteşem bir özelliğimiz var : Adaptasyon becerisi. Evet Evet girdiğimiz çoğu ortama, deneyimlediğimiz farklı koşullara gerek biyolojik gerek psikolojik olarak ne kadar süre gerektirse gerektirsin adapte olabiliyoruz. Bebeklik ve çocukluk dönemimiz inanılmaz bir karmaşa. Sürekli bir şeylerle uyarılıyoruz, anlamlandırmaya çabalıyoruz. 9 ay sürmüş olan anne karnında var olma maceramızda sabit ışık, sabit sıcaklık, sabit uyarılma ,hemen hemen sabit beslenme düzeniyle muhteşem dengede bir hayat sürüyoruz (normal şartlar altında). Bu yüzdendir ki bu dönemlere ben karmaşa dönemi diyorum. Doğduktan sonra bir çok uyaranla ilk defa karşılaşıyoruz. Şaşırıyoruz belki, korkuyoruz ya da ama birilerinin yardımıyla tutunmayı da avunmayı da öğreniyoruz o bebek bedenimizle. Sonrasında çeşitli dönemlerden geçiyoruz: öğreniyoruz, fark ediyoruz, yaşıyoruz bir şekilde büyüyoruz. Gelişiyoruz tabiki de. Arada bazı sıkıntılar çıkıyor, çıkabiliyor. Uyum sağlıyoruz veya kabul ediyoruz, yüzleşiyoruz. Sonrasında mizaç özelliklerimiz şekilleniyor, dallanıyor budaklanıyor, belki törpüleniyor belki daha da sivriliyor fakat sonunda biz oluyoruz. Karakterimiz ortaya çıkıyor.
Neler var bu karakterin içinde? Aslında her şey. Yaşadığımız her şey ama her şey bizde bir iz bırakıyor. Ailemiz, büyüme şeklimiz, inandığımız din, gittiğimiz okul, karşılaştığımız insanlar, yaşadığımız zorluklar, sorun çözme yöntemlerimiz, okuduğumuz kitaplar ,yaşadığımız olaylar... hatta belki attığımız adımlar. Her şey birikiyor, şekilleniyor ve yaşadıklarımızdan öğrendiklerimizle bütünleşerek bizi biz yapıyor. Olaylara verdiğimiz tepkiler, hissettiğimiz duygular hep yaşantılarımızdan kaynaklanıyor. Şöyle düşünmek bana hep kolaylık sağlıyor: hayali bir çember düşünün. Bedeninizi bir yana alın. Yukarıda söylediğim şeyleri bu çember içine alın. İşte ne olduğunuz ve kim olduğunuz o çemberin içinde. Sadece size ait bir çember bu. Bütün bu etkenlerin bir ötekinin çemberindekinden farklı olması sizi siz ve özgün yapan. Fakat şunu da unutmamak gerekir ki bütün bunlar kader değil. Yine de şekillenebilir oluşu ve insanların kendi tercihlerini yaşıyor oluşu akıldan çıkmamalı. Ben buyum ve üzerine neler koyabilirsem, neleriyle yüzleşip savaşacağım neleri kabul edip devam edeceğim demek önemli.
Özgüven dediğimiz kavram da çemberimiz kabullenip ona göre yaşamakla ilgili. En basit tanımıyla: ''Özgüven, kişinin kendi değeri hakkındaki subjektif değerlendirmesi ve kişinin kendi özelliklerinin ne ölçüde olumlu ya da olumsuz olduğu hakkındaki yorumudur. Özgüven hem kişinin kendisine ilişkin düşünceleri, hem bu düşüncelerin yol açtığı duyguları, hem de bu duygu ve düşüncelerin ifadesi olan davranışları içerir.''
Herkesin savaşı hangi noktada o çemberde neleri biriktirdiğiyle alakalı. Kimsenin çemberi bir ötekininkiyle kesişmek benzeşmek durumunda değil. Bazen insanlar kendi doğrularına çekmeye çalışıyor diğerini. Fakat unutmamak gerekir ki sizin doğrularınız bir başka insanın yanlışı olabilir ve insanları kendi doğrunuza sürüklerken aslında kendi yanlışlarına çekebilirsiniz. Olmaz, olmuyor. Herkes kendi sınırlarını bilmeli ve ona göre hareket etmeli, kabul etmeli aslında bazı farklılıkları. İnsanlarla anlaşabilmenin tamamen kilit noktası burada yatıyor bana kalırsa.
07.08.2023 Anlatmak istediklerim bu kadar değil.15.06