Yaşamak kutsallaştırılırken ölüm neden dışlanıyor? İnsanın ölümü istemesi neden sorunlu algılanıyor?
https://birikimdergisi.com/dergiler/birikim/1/sayi-88-agustos-1996/2285/olum-orucu-notlar/3180 şu yazı bu konu hakkında ufuk açıcı olacaktır kanımca. "Canlı varlık ölümü düşünemez. Spinoza’dan öğrendiğimiz bu düşünce olgusal değil varoluşa ilişkindir. Onun sayesinde ölüm oruçlarının ölüme değil, yaşama doğru gittiğini, yaşama ilişkin taleplere sahip olduğunu, onunla kenetlenip onu olumladığını öğreniyoruz. Çünkü yaşam dirençtir. Kendine bir süre biçmez, sonunu algılamaz, sona erdiğinde kendisi ortada bulunmaz..."
Ölümün korkulan bir şey olması son asırın konusu bence, Titus Carus'un da dediği gibi "Ben varken ölüm yok ölüm varken ben yokum.". O zaman korkulacak bir şey de yok. Zaten bir şekilde isteğimiz dışında geldik bu dünyaya, o yüzden ne fark eder ki? Yaş otuz beş yolun yarısı eder ama biz Dante gibi ortasında değiliz ömrün zira ömrünün ortasında olduğunu düşünen cahit sıtkı on bir yıl sonra ölüme kucak açıyor. Demem o ki bir eksik bir fazla ya mutlu olacaksın ya sabredeceksin ya da taktir edilecek biçimde kendi sonunu kendin hazırlayacaksın. Bu saydıklarımın üçü de erdem göstergesi benim gözümde.
Ölümü istemek, yaşamayı sürdürmek kadar normaldir bence. Çoğumuz yaşamın zor olduğunu deneyimliyoruz fakat hepimizin bu acılar karşısında gösterdiği tutum farklı oluyor. Kimimiz yaşamın böyle olmasının normal olduğunu kabul etmeye çalışırken kimimiz bu acımasız gerçekler karşısında daha fazla oyalanmanın anlamsız olduğunu düşünüyor sanırım. Tabi hayat bu iki seçeneğe indirgenemez ama şimdilik yorumum bu şekilde. Kendi açımdan düşünürsem @berayiseyda'ya katılıyorum. Kendimi hayatın olağan akışına bırakıp ne olacaksa olsun şeklinde devam ediyorum. Her şeye rağmen bizim tutkularımız ve hoşlandığımız şeyler var. Bir de hep kötünün üstün gelmesi gibi bir durum söz konusu olmadığından yaşamaya devam etmek daha uygun benim için.