Bugün askerden döneli on dokuz gün oldu. 31 Mayıs sabahı çıkacaktık fakat gece gelen bir emirle altı kişiyi erkenden bıraktılar. Ben de o altı kişinin içerisindeydim. Farklı bir kışlada, otobüslerin toplandığı bir alanda biz de toplandık. Bir buçuk saat kadar huduttan gelecek tezkerecileri bekledik. Gruplara ayrılmıştık. Bizim grubun başında bir astçavuş bir de rütbesinden emin olamadığım sivil komutan vardı. Nedense onun da astçavuş olduğunu düşünmüştüm.


Gerçekten gittiğime bir türlü inanamıyordum. Koronadan dolayı tam otuz yedi gün geç çıkıyordum. Belki bu sebepledir, çıktığıma bir türlü inanamıyordum. Kesin bir aksilik olacak, yine kalacağız burada, diye düşünüyordum. Bir yandan da, rahatla, senden önce kimler kimler gitti buradan, diye kendi kendime telkinlerde bulunuyordum.


Bu şekilde kendi içimde çabalarken bir anda irkildim. Birisi beni çağırıyordu. ''Buradayım,'' dedim telaşla. ''Kardeşim Beylikdüzü’nde inmek isteyen sen misin?'' diye sordu sivil komutan. ''Doğrudur komutanım,'' dedim. ''Otobüs üçüncü havalimanına gidiyormuş, şoförler sorumluluk almak istemiyorlar. Yol üstünde kimseyi indirmeyeceklermiş,'' dedi komutan. ''Emredersiniz komutanım,'' dedim. ''Nasıl gideceksin oradan sonra,'' diye sordu komutan, ''telefonun var mı?'' ''Var komutanım.'' dedim. Telefonumu çıkarttığımda tuşlu olduğunu gördü. Yandaki astçavuşa dönüp gülümsedi: ''Bu eski modellerden anlaşılan.'' Bana dönüp ''Hep tuşlu mu kullandın?'' diye sordu. ''Hayır komutanım, bir buçuk aydır tuşlu kullanıyorum.'' dedim. ''Akıllı telefonuna nʼoldu?'' ''Arkadaşıma verdim,'' dedim ''savcılık emriyle yapılan aramada kaptırmıştı telefonunu, nişanlısı vardı.'' İkisi de birbirine baktı. ''Helal olsun.'' dedi sivil komutan. ''Sağ olun komutanım,'' deyip ekledim: ''Bu arada ben bir şekilde ulaşırım eve komutanım.'' ''Kusura bakma kardeşim, bu kadar ayarlayabildik.'' dedi komutan. ''Olur mu öyle şey komutanım, sağ olun her şey için.'' deyip müsaade istedim.


Otobüse bindikten sonra ikinci kapının oradaki koltuğa oturdum hemen. Önümde birinin koltuğunu geriye yatırmasından nefret ediyorum. Dolayısıyla hep böyle kritik konumlardaki koltuklara oturmaya çalışırım. Birkaç dakika sonra arka koltuklardan biri seslendi: ''Mehmet, nasılsın kardeşim?''


Arkamı dönüp baktığımda acemilikten bir arkadaşımı gördüm. ''Ooo kardeşim benim iyiyim, sen nasılsın?'' diye içten bir karşılama yapsam da adını bir türlü hatırlayamıyordum. ''Nasıl geçti askerlik?'' diye sordu. ''İyisiyle kötüsüyle bitti işte kardeşim.'' dedim. Hâlâ suratına dikkatle bakıyor ve hatırlamaya çalışıyordum. Muşlu olduğunu, çok erken yaşta sigaraya başladığını ve bana oradaki kaçak sigara ticaretinden bahsettiğini dün gibi hatırlıyordum ama adını hatırlayamıyordum.


''Devrecilik var mıydı sizde?'' diye sordu. ''Sürgün bölüğündeydim kardeşim,'' dedim ''nerede katili, tecavüzcüsü var bizim oradaydı.'' Söylediklerimden cevabımı anlamıştı. Arkadan bir ses ''Bilal’i de sizin bölüğe yollamalıydılar.'' dedi ve gülümsedi. Ben de gülümsedim. Adı Bilal’di. Bilal de gülümsedi. ''Hadi ya üzüldüm,'' dedi Bilal, ''ben çok rahattım, devrecilik yoktu, komutanlarla arkadaş gibiydik.'' ''Senin adına sevindim Bilal.'' dedim. Birkaç dakika daha konuştuktan sonra yola odaklandık. Korona sebebiyle herkes tekli oturmak zorundaydı. Önce biraz kitap okumayı denediysem de hem terhis olmanın mutluluğu hem de ışıkların çok geçmeden kapanmasından ötürü ben de kitabımı çantama geri koyup kendimi uykunun kollarına bıraktım.


Telefonun titreşimiyle uyandım. Emrullah arıyordu. Benimle birlikte çıkan altı kişiden biri de oydu. İkimiz de İstanbul’a gidiyor olmamıza rağmen farklı otobüslerdeydik. Bizi Doğu’ya gidecek arkadaşlarla bir göndermişlerdi. Bu sebeple Esenler Otogarıʼna değil de İstanbul Havalimanı’na gidiyorduk. ''Ben geldim, dedi Emrullah, ''ne otobüs var ne servis, ne yapacağız?'' ''Bilmiyorum,'' dedim ''10-15 dakikaya ben de orada olurum. Gelince bakarız.''


Otobüsten inip valizimi aldığımda ilk birkaç saniye, ''Haydi beyler burada toplanın!'' diye komut bekledim. Sağıma soluma baktım. Ne Emrullah ne de komut veren bir komutan vardı. Demek, dedim, özgürlük böyleydi. Bundan sonra bütün kararlar sana ait oğlum. Önce, dedim, şu karşı kaldırıma bir yürüyeyim. Düşündüğümü özgürce gerçekleştirdim. Kimseye sormadan, izin almadan.


Bir iki dakika sonra da Emrullah’la buluştuk. ''Beni babam alacak tertip.'' dedi. ''İyi tertip, güzel olur.'' dedim. Birkaç saniye sessizlikten sonra Emrullah’ın ''Sen ne yapacaksın?'' sorusuyla, kendi kendime sormuş olduğum, beni de Beylikdüzü’ne atarlar herhalde, sorumun cevabını almış oldum. Biraz şaşırmış, biraz üzülmüştüm. Yedi ay boyunca yan yana yatmıştık. Nezaketen de olsa insan sorar, diye düşündüm. Ama çok da üstelemedim. Mühim değildi. Bir şekilde giderdim eve.



Not: 29 Mart 2020 içeriğinden sonra, 29.11.2020 içeriğinden önce okunmalıdır. Bu eksik sayfayı bu gece buldum.