Üstümde büyükçe olmakla beraber büyük bir günah taşımak bir tırcıdan daha yorgun yapıyordu beni, kim bilebilirdi ki bir kadının sessizliğini üstünde hissetmek nelere mâl olacaktı. Rastlantısal olarak sadece duruyordu, kim bilebilirdi ki bu duruşun yakıp kavuracağı ruhun tarihin bile bulamayacağı bir bilgisel akışa felsefenin izah edemeyeceği hangi düşünsel olaya kabul olacağı.

Tartışılması olağan bu şematize edilmiş eylemin neyi doğuracağı,

bilinmezliğin çocukça saflığı, ortada kalmış müzmin yaratılışlar,

durumun en garip tarafının ise kozmik enerji adını verdiğim kendimce komik sizce de belki tarihin en zorlu hastalığı olan düşüncesel farkındalıklarımın gebe kaldığı çağımın tüm yosmalıklarından uzaklaşılarak modernite denilen çağ bozması onlarca kelimelerden uzaklaşılarak bir piç mi doğurmuştu.

Bilmek istemiyordum elimden geldiğince sızlanıyordu. İçtensizleşip öldürüyorlardı kendilerini.

Namertçe sırt sırta verip savaşıyorlardı.

İşte benim kafamın içerisindeki kelimelerin kendilerine insancıl bir üslupta farkındalıştırmalarının bile sebebi olmalıydı.

Onlar bir insandan bile farklıydılar.

Üzülerek, hiçsizleşerek ve bir o kadar da imla hatası yaptığım zannedilen kendi özgür tablomun içerisinde son fırça darbelerimle bir gotik sanat yapmanın verdiği o büyük gündü Pazartesi.

Kozmik enerjinin arasında kalmadan boynuna ilmek geçiren her bir düşünsel kelimelerimin hüküm giydiği karanlığın birazdan boylu boyunca uzanacağı ölümlü denebilecek kadar bir o kadar da göz çeperlerinin korkarak yaklaştığı şanlı karanlığa hapsedilişimiz varlığımın hafifleyerek gökyüzünde yer bulabileceği dakikalar.

Evet ave maria benden buraya kadar fazlaca hoşnut olmadığın o tanrısal ismine hapsetmenden dolayı sana binlerce kez teşekkürlerimi iletmem çok zavallıca geliyordu. Orada sen yoktun hissedemiyordum bedenindeki ortaca olacak arzularımı. Ruhundaki çığırtkan rüzgarları, öylece kabusun ortasında bırakan korkulacak, asla inkar edemeyeceğim derecede zevk aldığım bana acı çektiren benliğini özlemek ne yüce,