İçinde kaybolup gider yolcu yolların arasında,

Yalın ayak aramaya koyulmuşken aradığı şeyi,

Neye varabilir nihayetinde, ışığın haritası değilse onun,

Ve yol kenarlarında bitmemişse senin soy ağacından ayrılan çiçekler.

Ey bedenleri gece gölgelerinin, arayıp bulun kendinizi,

Arayıp bulun beni nerede olursa, orada bırakın,

Ayak izlerini bulacağım senin başlayarak kendimden,

Topuklarımdan akıtarak kanımın her zerresini, 

Kaybedeceğim seni kendimde.



Yusyuvarlak bir yeşillik, koca adımların ezerek geçer onu, atlar başka birine gezegenlerin,

Kalbimin yuvası ellerin, günahın ilk tomurcuğu, sen,

Filizlen aydınlatarak insanın çıplaklığını, zerresine kadar özünü.

İşte, ışıklar sızıyor sahneye,

Perdeler çekiliyor dünyanın iki ucuna, 

Asla soluklanamazsın orada, gergindir ipleri perdelerin,

Ne saklanabilirsin artık, ne de saklamak kendini mevcudiyetin kanlı ellerinden,

Derin bir uykudur çöreklenen gözlerimize, yaşam değil onun adı,

Yarın uyanıyoruz sevgilim, elbet yarın gelecek ansızın.



Usulca bırakıyorum her şeyi, 

Alıyorum üzerinden ellerimi eskiden arzuladıklarımın,

Öyle ki ellerim bile kayboluyor artık.

Üzerine basılmış çiçeklerin şiiri, nasıl da ezikçe seslenirsin sen,

Bir işe yaramaz artık ezgisi kelimelerinin,

Oysa hep tekrarlanır bu, zayıftır bu tuzağın kurbanları,

Zayıf ve umarsızdır artık onlar. 

Sabah uykusunun yağmurları, yerleşin göğün yüzüne,

Göğsümün derinlerine doğru yağın oradan, 

Gülümseyerek ıslanacak hiç kimse yok artık yüreğimde.

Ne sırrı yeryüzünün, ne yüzü Tanrı'nın,

Artık hiçbir anlamı yok gizemli büyülerin ve dikelmesinin tüylerimizin,

Hiçbir şeyden kaçış yoktur buranın karanlığında,

O ki çöreklenir üzerimize nihayetinde her şeyin,

Ve kendisinden bile iz bırakmaz geriye...



Ortasındayım göğün,

Hangi yöne gitsem seçim olacak adı,

Fakat oradayım, kıpırdamıyorum.

İğrenirim ben aşkın soylusundan, soysuzundan,

Bir tek yol bilirim, istemesem de adımlar ayaklarım,

Şimdi söyle bana, başka yollar da var mı bu hâlsiz yolcu için?

Artık tükendi mi baharları yeryüzünün,

Çürük elmalarla doymalı karnımız, iniltisi ruhumuzun, işte o acıyla son bulmalı.

Ey çığlıkların yurdu, yürek,

Çarpmaya devam et gücün yetiyorsa,

Ve dayanabiliyorsan tekrarına olayların,

Onlar ki durmaksızın sürdürecek döngüsünü acıların,

Merhamet bekleme daha.

Çık, adımla göğün derinlerine,

Bak bakalım nasıl sıradan şimdi güneşin parıltısı,

Gör, senin için doğmuyor artık, ve doğmamıştı asla,

Güneşten değildi o parıltı, son damlasıydı içinin,

Tükettin onu, neşelen şimdi.

Başka bir şey değildir bu hayat,

Saklar gibi görünmeyi sever sadece anahtarları,

Oysa onun bile haberi yoktur saklayacak bir şeyi olmadığından,

Bilge ve gizemli görünmeyi sever sadece.

Üstesinden gelinir ve hayıflanılır imkansız gibi görünen olayların sıradanlığına,

Boş bakışlar doğar ve yayılır etrafa bu durumlarda,

Sarsar insanı korkuların esrarengiz dinginliği,

Ve içe yerleşir daha da, daha derine yol alır gözlerin,

Boş ve karanlıktır orası adımını dışarı attığın andan,

Sanki çoktan bilirdin yerlerini onların,

Bundandır karmaşıklığı yaratan zıtların egemenliği orada,

Ve orada son bulacaktır her şey günün birinde,

Sonuncu gününde bir bedenin, tam da orada.



Ah o özlenen Tanrıça, senin ellerin nasıl da yok olup gider aniden,

Sen nasıl da kaybolursun gözden, gözlerinden yalnız seni görenin,

Ayakta mı kalmak gerek şimdi bir şey yokmuş gibi,

Dilemekten vazgeçmek artık yaşamış gibi her şeyi,

Artık önceden hesaplamış gibi her şeyi aptal bir bilge gibi. 


İnin, gelin ve görün buraların kanlı havasını,

Bırakın tüm olanakları, ve hissedin yakıcı rüzgârın serinliğini,

Yüzünüzde biriksin gözyaşları insan kaderlerinin,

İnin, inin oradan ey korkaklar!

Yüzünüzdeki hatlar hâlâ kullanılmamış,

Ve bu korkakça, kullanın ve bırakın yıpransın her bir parçanız.

Bir kez dolanın bu bahçede, kanatsın topuklarınızı dikenlerin acımasız tatlılığı,

O yara size aittir, sizindir her damlanız, neşelenin!