Badem ağacımın altında oturuyorum yıllardan beri. Otururken düşündüğüm tek gerçeğim geçmişim ve küçüklüğümden hatırladığım yamalı hatıralar. Çoğunlukla babamla ilgili hüzünle hatırladığım mutlu, berrak anılar. En masum olduğum ve biliyorum ki asla bir daha o kadar masum olamayacağım anılar. Serzenişi bile kestiğim şimdilerimde özlemeye utanıyorum babamı. O masumiyetlerimi özlemeye utandığım gibi. Kendimi on yaşlarıma hapsettim ama ruhum günahlara ve koyulaşmaya doyamıyor sanki.

Olmak istemediğimi düşündüğüm her şeyim ben. Babam görse çok üzülürdü bu hâllerime. Sakinliğime hazımsız bir bağımlılığım var bugünlerde. Böyle olmamalıydı diyorum, ben böyle yaklaşmamalıydım hayata. Kurak kalmamalıydı ruhum onca coşkusuna rağmen. Bir kalbe tutunabilmeyi giymeliydi üstüne kalbim. Ama tüm çıplaklığıyla kaldı ayazın ortasında ve üşümekten şikayetçiydi benim kalbim. Paramparça kalbimden geriye viranelerde uyuyan sokak köpekleri kaldı, hasta ve bitkindiler. Saçlarıma, kaşlarıma kar yağdı benim de o viranelerde. Yine de geri koymadım haksız şikayetlerimi dilimde. Çocukluğumda daha parlaktı dünya, pırıltılıydı yapraklar, ılık esen rüzgârlar neşe getirirdi kalbime.

Ellerim babamın elinde. Ben babamın dizlerinde. Şimdi sadece dizelerimde o anılar. Bana acıyla yadigâr kalanlar. İnsan ölmüyormuş isteyince. Gidemiyormuş yola dökülünce. Geri dönüyormuş yarıdan. Çok kaçtım o evden. Sarhoşken hem de kendimi bilmezken. Süründüm mezarlığımızda babamla. Benden nefret ediyordur mütemadiyen ve hatta şu anda. Buna hakkının oluşu beni delirtiyor, asabiyetim zaten bu yüzden içimde. Kuşku duymuyorum kendi kötülüğümden. İçimin bütün karartısından çıkardım yazdım bunları ki şüphe duyulmasın her an büsbütün ışıksız oluşlarımdan.