“Güneşin ışıkları yeryüzünde, ayın karanlığa bahşettiği ışıklardan farklı mıdır? Bir karanlık yüz aydınlanamaz mı hiçbir zaman? Işık ve karanlıksa her şeyin özü, karışımlarıyla kim ilgilenir ki? İki farklı tarafına geçmiş kendileri hayatın, her biri kendi tarafını gerçek ve uygun sayarak. Bir taraf güneşin oğulları, diğer taraf karanlığın kutsal bekçileri. Ama kimse ilgilenmez iki taraf arasında belirlenen sınırla, kimse bilmek istemez derin sonsuzluğun, tarafsızlığın tadını. Kimse ağlamayı seçmez taraflar arasındaki savaşı seyrederken.Çünkü sınır, acıdan başka bir şey değildir. Şimdi, belirlenmesi gereken tek konu; o sınır aşk mıdır, hiç midir? Şu an yazacaklarımın, yazmak istediklerimin yarısı bile olmadığına ne kadar eminsem, sınırın da sadece hiçlikten ibaret olduğuna o kadar eminim. Ve bir şüphe uyandırmaz aklımda aşkın kendi sonsuzluğu, kısıtlı bir zamanın içinde. Var olana saygı duyar, yok olmasını bekleriz. Aşktan kaçtığın kadar, yeni aşklara o kadar yakınsındır aslında. Uzaklaşmak isteyenler uzaklaşamazlar çünkü asıl uzaklaşmayı becerenler, uzaktırlar kendilerine ve yalana. Sıyrılmışlardır üzerlerine lanet gibi giydirilen et parçalarından. Kimisi aldanmaz, sadece inanır ilk görüşten ya da uzun bir serüvenden sonra. Kimisi belirler aklında oyunun sonunu, yine devam eder. Fakat sınır insanları, bir aşkın parçası olarak göremezler kendilerini. Ben görebilirim çünkü yaşıyorum aşkı hâlâ doruklarda. Ben görebilirim, fakat kaybetmişsem sevdiğimi. Ben karşı çıkabilirim yazdıklarıma, eğer sınırındaysam tarafların. Savaşın ve barışın, çiçeğin ve dikenin, asaletin ve korkaklığın arasında. Umursamaz bir taş parçası gibi ya da benzeri, masum bir çocuğun gözyaşları gibi. Aşkın bin bir yolu vardır ve tek bir varış noktası. Yaşayınca görür insan aşkın güzelliğini. Anlayınca bilir insan bir daha aşık olamayacağını. Aşk, öldürür insanı. Bir tek aşkın sahibini değil, bazen istemediği halde sevilen kişiyi de. Aşk, öldürür duyguları başlarda vaatler vererek. Fakat yaşanmalı olan yaşanacaktır elbet. Ölmesi gereken kurtulamayacaktır. Anlatılması gerekilen susulacaktır. Ve insan, bir uçurumdan kendi başına yuvarlanıp düşecektir.

Öyle baskındır ki başlarda, insana unutturur bir gün aşkın tahtını saygıya bırakması gerektiğini ve bırakacağını. Bir gün öleceğini her şeyin, bir gün gülümseneceğini geçmişi hatırlayarak. Düşünmek en büyük düşman kesilince insana, elbet ki istemez yaşadığı en güzel duygunun geçici olduğunu kabullenmeyi. Bundandır üzülmemiz. Bizi, tahminlerimizin gerçekleşmesi üzer. Yapacak bir şey yoktur artık.

Vakit gelir kalırsın baş başa hiçlikle. Kendine ait kıyafetlerin, karakterin, evin, paran olsa bile, kaçışı yoktur bunun, istemesen de kabulleneceksin hiçbir şey olduğunu ve tutunmaya çalıştığın dalların kopması gerektiğini. Öldürsen bile sevdiğini, öldürse bile sevdiğin seni, bir şiir tutturmalısın dudaklarında. Kuşların uçuşunu anlayamasan ve bunun saçmalık olduğunu bilsen de seyretmelisin kanatlarının havayı nasıl süzdüğünü. İnsan, bir devrimin başlangıcı olur uyanınca, aklını yenmeli, yüreğiyle liderlik edip tüm nefretlerini dürüst bir şekilde kusmalıdır diğerlerinin yüzüne. Kaybedilecek bir tek canı kalmalıdır insanın; içinde ruh, içinde aşkla beraber. Sonunda onun da kaybedileceğini anlamalıdır insan, sınıra yerleşebilmek için. Ve artık yerleşince sınıra, kazanmadığını, kazanmanın gereksizliğini anlamıştır demek. İnsan, bir bütündür. Aşk ve hiç kardeştir bir müddet ayrı kalan, önünde sonunda kavuşacaklarını durmadan dile getiren. Onlar, kardeştir. Onlar, düşmandır. Şimdi kaç kaçabilirsen eğer. Emin ol ki son belirlenmiştir ta evvelinden. Yaşanması gerekeni yaşar insan. Nefreti aşksız, aşkı sonsuz yaşayamaz insan. İnsan, her şeyin bir gün biteceğini anlıyorsa insandır, başka türlüsü insandan geriye kalanıdır”.