Ay ışığından bir yumak oluşturdum. Sardım, sardım ve sardım. Geceyi öteledim daha çok vakit varken. Odamda masamın üzerine bir defter koydum. Elimle kapattım adını, okudum, kıskandım bahar kokulu yazılarını. Keşke çıkarıp gösterebilsem bir et parçasının senin hayalinle içimde can çekiştiğini. Geçtim lavaboya, soğuk su vurdum yüzüme. Akan her damlaya rast gidin, dedim. Göğüs üstüme geldi birçoğu. Ter midir, dert midir, can çekişimin son hali midir, basit bir su mudur; duru musun, zehir misin, bilemedim. İhtirasın en kötü anında yüzüme bir su daha çarptım. Kan çanağı olmuş gözlerim, bu sefer elinde rakısını kaldırmış; çekmiş bir nefeste beyaz kefeni, unutmadım canımın yandığı biyolojik savaşları. Bir de bu güzel başıma gelen aşk belası ki iman ile çağırdığım sevgiliyi görünce göğsüme bastım elimi, yanmışım beni bağışla! Ay ışığından bir ipliği iğnemden geçirdim. İşledim en dibine kadar. Birçok söz, birçok yazı sevgi yollarını tıkamış. Açtım iğne ucuyla ve geçirdim iğneyi. Attım ilk dikişi. İyi de oldu bugün seni özlemek için iyi günlerden biri ve bir bahane daha yarattım.

Aytmatov: “Beklemek değil beklenti üzer insanı!” diyor. Bile bile çekerim. Zamanla el ele arşınladığımız her yere yapraklar dökülecek sonbaharda. Yine ezmem sana sığınırım, en güzeli gök kubbede ararım!