"Bu tarif edilmesi zor bir hikaye, Sato. Onlarca şey söyleyebilirim ancak hiçbiri yeterli olmaz. Sadece... Sadece nedenini merak ediyorum. Bu deliliğin kaynağını öğrenebildin mi?" diye sordu Hikan. Boğazına atılan gemici düğümlerinden defalarca yutkunarak kurtuldu. Duydukları, bedenindeki tüm kanı çekip almıştı. İçini sızlatan şey yaşanan facia değil geride bıraktığı yıkıntılardı. Sato çocukluğunun en acı anısını, hafızasına zifiri karanlıklar nakşeden o iğrenç geceyi bir masal gibi anlatmıştı. Yüzünde silik de olsa bir parça hüzün yoktu. Hikan biliyordu ki mahvolmak buydu. Fırtınalar tüm ekinleri acımasızca biçer, elde telef olmuş başaklar kalırdı sadece. Doymak bilmeyen eller insanın tüm benliğini alıp götürür, geriye akıtılacak bir damla gözyaşı bile bırakmazdı. Daracık bir mahzende kıvranmak, sırtını dayadığın duvarların senden uzaklaşmasıydı bu.


"Maalesef, öğrenemedim. Birkaç hafta sonra köye uğradım fakat geriye bir çakıl taşı bile kalmamıştı. Komşu kasabalardaki insanlar yaşananlardan bihaberdi. Ustam başkentteki bürokratları sorgulasa da onların da bir bilgisi yoktu. Bu olay Gandesur ve manastır arşivleriyle paylaştığım bir sır olarak kaldı. Şimdilik davamı aydınlatan tek ipucu yabancının üstünde gördüğüm tilki sembolü."


"Peki o günden sonra hayatına nasıl devam ettin. Kendinde bu gücü nasıl buldun?" diye sordu Hikan. Her gece yastığa başını koyduğunda canını alması için Yondaru'ya yalvardığı geldi aklına. Cümlelerinde tanrının adı sadece ölümle buluşurdu. Uyku zihnini ele geçirene kadar tek düşündüğü ölümün bir kurtuluş olduğuydu. Geçen her gün sırtına yüklenen bir taş gibiydi. Kimeru'nun mutlak güç arayışı gibi o da huzuru arıyordu.


"Beni bu hayata bağlayan, vazgeçemeyeceğim her şeyi elimden aldılar. O zamanlar kendimi her an kırılacak bir kabuk olarak görürdüm. Biri gözlerini uzun süre üzerimde gezdirdiğinde korkup kaçardım. Ne zaman aynaya baksam yüzümde hep o kirli ifade vardı. Buğulanmış bir pencerenin üstüne çizilmiş bir gülümseme... Manastırda çocukluk anıları anlatılırken aklıma sadece ailemin beni ölüme ittiği gelirdi. Ustama beni kurtardığı için kızar, lanet ederdim. Oysa kana bulanmış sunakta yaşamak için çırpınan yine bendim. Hayata dair hiçbir beklentim, umudum ve hayalim yoktu. Denize düşmüş dal parçası gibi nereye savrulacağımı bilmiyordum. Sonra bir an gözlerimi gökyüzüne diktim. Gecenin her yeri kuşattığı vakitlerde gücü yetmese de yıldızlar aydınlık için savaşıyordu. Bu manzara aklımda dolaşıp dururken günlerce düşündüm. Sonunda ne yapacağıma karar verdim. Hayatımı zalimlerin elini kırmak uğruna harcayacağım. Annemin yüzünü hatırlamıyorum. Babamın gözü hangi renk bilmiyorum. Kimsenin bu hale gelmesini istemiyorum. Anlıyor musun Hikan? Beni hayata bağlayan güç budur." dedi. Yüzünde kısa süreliğine bir felaket dalgalandı. Ruhuyla bedeninin arasına koyduğu setler çatırdayacak gibi olsa da yıkılmadı.


Güneşin usulca yükseldiğini gördüler. Sato yaktıkları kamp ateşini söndürdü. Hikan ise onun geçmişini kutsamak adına güneşin doğuşunu izledi. Bir safsataya kurban giden beş arkadaşın ruhu huzur bulsun diye dua etti. Hikan arkadaşının acısını anlamaktan ziyade paylaşıyordu. Aralarındaki bağ kuvvetli olmasa da acının tadını bilmek onları bir kılıyordu. En kuytu karanlıklarda bile peşinden gelen o yüzsüz hüzün hangi kimliğe bürünürse bürünsün insanı aynı yerden vuruyordu.


Sato, Utarit'i birkaç saat süren uykusundan uyandırdı. Gecenin ilk yarısında binbaşı, diğer yarısında Sato ve Hikan nöbet tutmuştu. Bu süre zarfında baykuşların uğultusundan başka misafirleri olmamıştı. Bu sayede rahat bir gece geçirmişlerdi. Kahvaltıyı birkaç dilim ekmek ve kaynamış yumurtayla yaptılar. Ardından atlarına binip yola koyuldular.


Erravan yarım fersah ileride tüm ihtişamı ve asaletiyle yükseliyordu. Çoğunlukla beyaz mermerle inşa edilmiş şehir, sabahın ilk ışıklarıyla adeta parlıyordu. Çevredeki sararmış otlar asil bir matem havası veriyordu şehre. Kızıla çalan gökyüzünün içinde yüzen kuş sürüleri şehrin üzerinde kanat çırpıyordu. Tanrının fırçasından çıkmış gibi duran bu manzara insanı kendine hayran bırakıyordu. Şehir, Perjev'in aksine geniş bir düzlüğün üzerine kurulmuştu. Surların dışındaki gecekondular bile oldukça güzel görünüyordu. Geçtikleri yol üzerinde onlarca at arabası hareket ediyor, ticaret kafileleri şehre mal götürüp getiriyordu. Atlarını şehrin yakınındaki bir ahıra emanet ettiler. Yaklaştıkça kamu binalarının ince ve kibar üslubunu, hükümet konağının ışıltılı halini gördüler. Şehre girdikleri anda kendilerini onlarca insanın arasında buldular. Her sınıftan vatandaşın yer aldığı sokaklarda yoğun bir telaş hissediliyordu. Yine de düzen tüm gücüyle hakimdi.


Kaldırımlarda insan selini yara yara ilerlediler. Hikan sadece gözleri açıkta kalacak şekilde yüzünü örttü. Fark edilmesi her ne kadar zor olsa da şansa teslim olmak istemedi. Caddelerden sıyrılıp arka sokaklara sapınca daha rahat ilerlediler. Beyaz ve işlemeli entariler giymiş kibar hanımlar, sokakta volta atan temiz yüzlü gençler şehrin doğasını yansıtıyordu. Kitapçılar, çay bahçeleri ve tiyatrolar her tarafta bulunuyordu. Perjev'de buram buram yayılan mücadele ve savaş kokusunun yerine kültür rüzgarı vardı burada.


Bu koca şehirde herhangi birini kısa sürede bulmak imkansızdı. Büyük şehirlerde şövalye garnizonları, insan kurban etmeye dayalı bir kültün yaşamasına izin vermezdi. Elizen'in izini bulmak adına yapabilecekleri oldukça sınırlıydı. Meydana asılmış arananlar listesinde 'Elizen' ismini bulamadılar. Hikan biliyordu ki parıltılı mekanlarda yetişen muhbir çiçeklerinden birini koklarsa hedefini bulabilirdi. Cebine iki gümüş sıkıştırdığınız her kuş öterdi. Meydanı ardında bıraktığında çoktan sorgulayacağı muhbirleri aklına kazımıştı.


Sato'nun isteği üzerine şehrin kuzeyindeki bir aktara uğradılar. Camekanların ardındaki çeşit çeşit bitkilerin arasında asık suratı, kirli sakalı ve esmer teniyle yabani ot gibi duran bir adam vardı. Elindeki dalı kabuklarından ayırmaya çalışıyordu. Önlüğünün üstüne yapışmış lekeler vurdumduymaz olduğunu gösteriyordu. Binbaşı ve Hikan dışarıda beklerken Sato aktarın yanına yaklaşıp kibarca selam verdi. Adam tek kaşını kaldırıp kısa bir anlığına müşterisine baktı. Fazla para koparamayacağına karar verip işine geri döndü. Sato'nun sözlerine dikkat etmeden işaret parmağıyla bir köşede duran mor çiçekli bitkileri gösterdi. "Şifalı bitkilerden istiyorsan şuradan bir tane alıp git. Yirmi bakır ödeyebileceksen kopar tabii." dedi.


"Beni yanlış anladınız. Sizden ufak bir bilgi isteyecektim." dedi Sato. Ardından torbasından yılan derisini çıkarıp tezgahın üstüne koydu. "Bu derinin bu şehrin çevresinde yaşayan kızıl çamur yılanlarına ait olduğunu biliyorum. Ancak Erravan çok geniş bir araziye yayılıyor. Bana net bir adres verebilir misiniz?" dedi.


"Masamı çer çöple kirletme! Başımı şişirmek yerine gidip başka birine sor." deyip elinin tersiyle deriyi yere attı. Utarit bu küstah sözlerin üzerine dükkana girdi. "Bir sorun yoktur umarım, dostum" dedi kudretli sesiyle. Giydiği samur kürke rağmen belli olan zırhı adamın dikkatini çekti. Fırtına koparken sallanan pencereler gibi kalbi titredi. Bir şövalyenin saygısızlık eden dili söküp attığına şahit olduğundan korkunun eli üzerine değdi. Tezgahın ardından çıkıp deriyi kutsal emanet gibi yerden kaldırdı. Defalarca başıyla selam verip sürüngen gibi Utarit'e yaklaştı. "Efendim bir arzunuz var mı? İsteğiniz benim için emirdir." dedi.


"Sana sorulan soruyu cevaplaman yeterlidir." dedi Utarit. Aktar tezgahın arkasına geçip çekmeceden gözlüğünü çıkardı. Gaz lambasını yaktıktan sonra deriyi ışığa tuttu. Birkaç saniye sonra Sato'ya dönüp "Şüphesiz ki bu deri kızıl çamur yılanına ait. Bazen burada baş gösterirler. Ancak genellikle şehrin kuzeydoğusundaki kayalıklarda yaşarlar. Mirabel Kapısı'ndan geçip beş saat yürürseniz kayalıklara ulaşabilirsiniz. Zehirleri bedene sızdığında yavaş ve acısız bir şekilde öldürür. Panzehri olmadığından ısırılmaktan kaçınmanızı tavsiye ederim." dedi.


Sato cebinden iki gümüş çıkarıp adamın önüne koydu. "Kutsal Ağaç Manastırı'ndan bir teşekkür olarak kabul edin bu parayı." dedi. Başka bir şey söylemeden dükkandan çıktı. Aktar "Bir keşişle şövalye yan yana mı? Tanrı sonunda bu günü de gösterdi. Başımıza ne çoraplar örülüyor acaba? diye geçirdi içinden.


Karşılaştıkları ilk hanı bir gece konaklamak için uygun gördüler. Erravan ile Perjev arasındaki mesafe at üzerinde üç gün sürmüştü. Bir gün kaldıkları takdirde yolculukları bir hafta sürecekti. Utarit'in Kimeru ve Ren'e verdiği iş bir hafta içinde biteceğinden daha fazla kalmamalıydılar. Sabahın erken saatlerinde gayet sessiz olan handa birkaç kişi kahvaltı ediyordu. İki odanın anahtarını aldıktan sonra bir masaya oturdular. Sato yediği ekmek ve yumurta ile doymadığından bir sofra kurulmasını istedi. Yemeklerini yedikten sonra çay eşliğinde sohbet etmeye başladılar. Konunun temelini belini kırmak istedikleri kült oluşturuyordu. Sato, Hikan'a dönüp "Saklamaya çalışsan da Elizen'i tanıdığını anlayabiliyorum. Anlattığın takdirde sağlam adımlar atabiliriz." dedi. Hikan birkaç kez reddetse de en sonunda anlatmayı kabul etti.


"Elizen hakkında ne diyeceğimi bilemiyorum. Zihnimde dönen onlarca sıfat birbirini öldürüp geriye silik bir resim bırakıyor. Boyası solmuş, çerçevesi çürümüş bir resim. Dost mu demeliyim yoksa kardeş mi? Emin değilim. Evlat edinildiğim ailenin kızıydı Elizen. En net tanımı bu olabilir. Bir kardeşin ne anlama geldiğini bilmeyen benim için, çok kıymetliydi. Çocukken onunla vaktimizi başkentin sokaklarında haylazlık ederek geçirirdik. Meyve ağaçlarına dadanır, kedi ve köpekleri kovalar, fareleri yaşlı teyzelerin kucağına koyardık. Yıllar geçtikçe bu haylazlık başka bir şekle büründü. Eşkıyaların arasına karışıyor, onlarla dostluk kuruyorduk.


Artık yaşımın sığıntı gibi yaşamaya elvermediği bir zamanda evlerinden ayrıldım. O zamanlar sanıyordum ki çocukluğun sevimliliği bedenden ayrılırsa beni sevmeleri için bir nedenleri kalmaz. Sonradan bunun böyle olmadığını anladım. Zefir ailesi bana gerçek ailemin yokluğunu hiç hissettirmemiş, ruhumu tıpkı karnım gibi büyük bir cömertlikle doyurmuşlardı. Şehrin dış mahallelerindeki bir eve yerleştim. Böylelikle Hepermiyon'un yer altı örgütüyle aramda başka bir engel kalmamıştı. Haydutluğu hiçbir zaman tasvip etmedim. Hatta büsbütün ahmaklık olarak görürüm. Ancak geçmişimdeki bazı lekeleri temizlemek için onlara ihtiyacım vardı. Zamanla kirli işlere dayanan sıkı bağlar kurdum. Örgütün en üst kademeleriyle görüştüğüm sırada Elizen'in de onlardan biri olduğunu gördüm. Zamanını boğulmuş mahzenlerde yasak isimlerin, kimliksiz yüzlerin beraberinde enfiye ve tütün kokuları arasında geçirmiş, tertemiz yüzünü kaybetmişti. Ben kalbimdeki isyan tohumlarından kurtulmak için mücadele ediyordum. O ise bundan keyif aldığından savaşıyordu. Hala bir çocuk ve tam bir aptaldı." Sözlerine bir kırık gülümseme ile ara verdi. Sonra devam etti.


"Zehirler ve ölümlerin iziyle geçirdim tam beş yılımı. Can almak elimden gelmezdi. Ancak elimle pek çok canı uçuruma sürükledim. Sattığım zehrin birkaç dakikalık zevki uğruna ciğerini çürütenler gördüm. Öyle vakitler geldi ki uçurumun kendisi olduğumu düşündüm. Bu sıralarda Elizen ve diğer patronlar hiçbir midenin kaldıramayacağı suçlar işliyorlardı. Şehre gelen cahil köylüleri kandırıp Fehrel'deki köle pazarında satıyor, kadınları kaçırıp genelevde çalışmaya mecbur ediyor, çocukların kolunu ya da bacağını kesip dilendiriyorlardı. Sonunda buna dayanacak gücüm kalmamıştı. Aramızdaki hatıraları kullanarak Elizen ile bir görüşme ayarladım. Şehrin ıssız bir sokağında buluştuk. Artık bu işe devam etmeyeceğimi, benimle gelmesi gerektiğini söyledim. O ise gülmekle yetindi. İkna etmek için saatlerce uğraşsam da başaramadım. Kirli defterleri ortaya dökmemem için beni öldürteceğinden emindim. Ancak tanrının farklı planları vardı. Etrafımız düşman çeteler tarafından kuşatılmıştı. Birkaç dakika içinde her şey bitmiş, Elizen hayatını kaybetmişti. Ertesi gün örgüte katılma sebebim olan lekeleri temizledim. Toprağına Elizen'i ve geçmişimi gömerek Hepermiyon'dan ayrıldım." dedi. Cümlelerini bitirirken gözleri gözyaşlarıyla boğulmuştu. Sakinleşmek için hava alması gerektiğini söyledi. Müsaade isteyip handan ayrıldı. Sesi öyle derinden titriyordu ki Sato'nun içi sızladı.


Hikan handan çıktıktan sonra Binbaşı Utarit, Sato'ya dönüp "Bu hikayeyi ilk defa duyuyorsun galiba. Yoldaşını iyi seçememişsin, Sato. Gandesur'un öğrencisi olmadığın belli oluyor." dedi.


"Manastırda geçirdiğim on yılın her bir gününde Gandesur vardı yanımda. Günaha sürüklenmiş bir geçmişi vicdan terazisinde yargılamalı insan. Öldürmek için silah vardır. Ancak yaşatmak için bir alet icat edemedik henüz. Gözlerinde pişmanlığın ışığı olan birini harcamaktan ziyade kazanmayı tercih ederim. Sandığının aksine o bana acımasızlığı değil merhameti öğretti." dedi.


Hikan gözyaşlarını sildikten sonra meydana doğru ilerledi. Yüzü her zamanki hissiz haline geri döndü. Gelişmiş rol yapma yeteneğinin meyvesini yemişti. Anlattıkları tamamen doğru olsa da paçasını kaptırmamak adına lafı dilinin ucunda dolaştırıp durmuştu. Sato ve binbaşı asıl meseleye odaklanmamıştı.