Güneş, on saati deviren mesaisini bitirmek üzereyken üç boz beygir, gözün alabildiği her yere halı gibi serilmiş çayırı toynaklarıyla dövüyor, kişnemeleriyle sık dokunmuş sessizlik perdesine ince kesikler atıyordu. Alaca göğün içinde volta atan vahşi kuşlar akacak kanın kokusunu alıyormuş gibi peşlerinden ayrılmıyordu. Eyerlerinde sallanıp durmakta olan sahipleri peş peşe gelen düşünce yağmurunda kafalarını kaldırmaya fırsat bulamıyordu. Hikan vakit geçtikçe incelen ve soğuyan havadan korunmak için siyah cübbesinin içinde büzülmüştü. Aklında muhbirlerin ikircikli ve istemediği yolu işaret eden konuşmaları dönüp duruyordu. Binbaşı ile Sato'yu hem duygusal hem de zihinsel olarak uzun süre meşgul edecek konuşmasından sonra meydana doğru yürümüştü. Birkaç gümüş karşılığında yelkenleri suya indiren muhbirler ona gereken bilgileri vermekten ziyade inanılması güç dedikodular anlatmıştı. Bir annenin yıkanmayı reddeden çocuğunu korkutmak için anlattığı cinsten hikayeler Hikan'ı da pekala sarsmıştı. Sato tarafından sorgulanan çiftçinin de dediği gibi kara kemikten taht ve kaynağı belirsiz rengarenk ışıklar her muhbir tarafından ballandıra ballandıra anlatılmıştı. Geçmişin tozlanmış dehlizinden çıkan Elizen artık büyük bir tehditti gözünde. İşine yarayacak tek bilgi halihazırda gitmekte oldukları kayalıklardı. Denilene göre Elizen astlarının getirdiği kurbanları karargahında kabul ediyordu. Hikan, eski dostunun defterini tek başına dürmek istediğinden bundan hoşnut değildi.


Erravan'ı çevreleyen geniş düzlükten sıyrılıp engebeli araziye varınca atlar bir yangından kaçar gibi tepinmeye başladı. Siyah dudaklarından sızan köpükler, iri gözlerindeki dehşet adım atmayı reddettiklerini gösteriyordu. Üzerlerinde durmak imkansız olunca yol ağzında duran ölü bir ağaca bağlandılar. Huysuzlaşan zavallılar koşumlarından boşanmak için çabalasa da başaramadı. Sato gözlerini yumup etrafını sezinlemeye başladı. Belli belirsiz bir his şakaklarında karıncaların gezinmesine neden oldu. Silah arkadaşlarına dönüp "Dikkate değer bir kötülük sezemedim. Yine de dikkati elden bırakmayın. Hayvanların kalbi biz günahkarlardan daha hassastır. Bunca korku sebepsiz olamaz." dedi. Yolun devamında yürüyeceklerdi. Her bir adımda çoğalan çakıllar ve dikenler ayaklarını zedeliyordu. Sararmış otların arasında kıvrılan haşeratlar, çıyanlar ve akrepler deri çizmelerinin etrafında geziniyordu. Bir fersah ötede Salera İkiz Dağları dev bir ucube gibi onlara bakıyordu. Kızıl çamur yılanlarının yuvası bu dağların ardındaydı. Etrafını dolaşmak vakit alacağından dağı aşmak daha cazip göründü. Rüzgarın ve cesur maceracıların sivri taşları aşındırarak açtığı keçi yoluna ulaştıklarında Sato beline kalın bir ip bağlayarak tırmanmaya başladı. Sonra Hikan, keşişin geçtiği yolu takip etti. Onların ardından yavaş ve temkinli davranan binbaşı geliyordu. Hikan'ın zayıf kasları on dakika süren dağ yürüyüşü sırasında çatlayacak kadar acımıştı.


Dağın duvar kadar dik eteklerini aştıktan sonra nispeten daha düz bir zirveye çıktılar. Sert rüzgara karşı birkaç dakika yürüdükten sonra yılanların yuvası olarak tanıtılan kayalıklar ortaya çıktı. Gözlerine değen manzara önce kalplerini morfinle yıkanmış gibi yumuşattı. Ardından görev bilincinin bir anlığına kaybolduğu akılları hayal kurmaya başladı. Dalları birbirine geçmiş kayın ve gürgen ağaçları, ozanları kıskandıracak kadar güzel sesli kuşlar ve kahverengi toprak alışılmışın ötesinde bir uyumla dans ediyordu. Kristal gibi duran pürüzsüz kayaların arasından ince, narin bir su akıyordu. Ayaklarca çiğnenmeyen çimenler diz boyuna kadar geliyordu. Nefes kesici güzellik tehlikeyle bezenmiş bir çekiciliğe sahipti. 'İnsanların eli değmediği zaman toprak ana sanatkarlığını ortaya koyabiliyor.' diye geçirdi içinden Sato. Kum saatinin durmak bilmeden işlediğini unutarak yavaş adımlarla dağdan indiler.


Sato ilk iş olarak bastığı toprağa kötülüğün ne derece tesir ettiğini bilmek istedi. Yeryüzünün sürekli yüreğine damlattığı his yumağına odaklandığı zaman öncekine kıyasla daha keskin bir his tenine yapıştı. "Elizen'in bizi çiçeklerle karşılamayacağını tahmin ediyordum. Muhtemelen yer altında, eski bir yılan yuvasında gizleniyor. Doğru yolda olmalıyız." dedi. Hikan o sırada burnunu nemli toprağa yaklaştırmıştı. Kızıl çamur yılanının kendine has kokusunu almaya çalışıyordu. Ağaç köklerine, yosun tortularının derinlerine, çalıların arasına baksa da yılanlar evini terk etmişe benziyordu. Kayalığın derinlerine ilerleseler de herhangi bir iz bulmak mümkün değildi.


"Demirkar mevsimi av için en verimli dönemdir. Islak toprak en mahrem sırrını bile insanın avucuna bırakır. Bir sürüngenin ardında bıraktığı izler belirgin olmasa da dikkatli bir göz tarafından fark edilebilir. Bunca yol yürümemize rağmen elimize hiçbir şey geçmedi. Demek ki yanlış yoldayız." dedi Binbaşı Utarit yerde bağdaş kurarken. Dört gündür yatak görmeyen sırtını bir ağaca yasladı. "Etrafı kazmaya başlasak bulmamız aylar sürebilir. Arkadaşlarınızdan evvel Perjev'e dönmek istiyorsak şafak sökerken yola çıkmalıyız." dedi. Gözüne kestirdiği bir tilkitüyü çiçeğini kopardı. Bu çiçek kırsalda kahve yerine tüketilen bir bitkiydi. Utarit turuncu yaprakları ağzında gevelerken çiçeğin çoktan ölmüş olduğunu fark etti. Kolayca koparabilmesindeki garipliği düşündü. Elleriyle toprağı eşeleyince çok geçmeden sert bir şeyle karşılaştı. "Sato, sanırım Elizen'in saklandığı yeri bulduk." dedi.


Hikan'ın yaktığı meşalenin ışığı çok geniş, kare bir taş kapıyı ortaya çıkardı. Sato eliyle yokladığı zaman bir hava akımının geçtiğini hissetti. Yanılmak mümkün değildi. Bu engel bir tünelin ağzını kapatıyordu. Beceriksiz bir deneme bile bu taşın kale kapısı kadar kuvvetli olduğunu göstermeye yetti. Kısa sürede açabilmenin tek yolu on adamın aynı anda işe soyunmasıydı, tabii elde Sato gibi bir koz yoksa. Utarit'in teberiyle yerinden oynattığı taşı genç keşiş kaldırmaya niyetlendi. Çelikten örülmüş kadar kuvvetli kasları belirginleşti. Hızla kan pompalanan damarları boynundan başlayıp alnına hücum etti. Gürültüyle devrilen kapının ardından yer altına inen merdivenler ortaya çıktı. "Elizen gizlenmeyi iyi bilirdi. İplerini oynattığı kuklalar onun varlığından habersizdi. Yeteneğinden bir şey kaybetmemiş." diye geçirdi içinden Hikan.


Örümcek ağları, kırkayaklar ve sıçanların hükmettiği dar ve karanlık koridorda ilerlediler. Hava ciğeri çürütecek kadar küflüydü. Meşale kendi etrafını ve birkaç basamağı aydınlatmaktan başka bir işe yaramıyordu. Cesaretin en koyu haliyle yoğrulmuş kalpleri bile korkutabilirdi bu tünel. Asurah'ın karanlık yönünü sembolize eden, tıknaz, çatal dilli, mavi ve kızıl pullu Vasarog ırkının inşa etmiş olabileceği bu yer altı yapısında yürümek oldukça güçtü. Derine indikçe vücutlarındaki baskı artıyordu. Kulakları çınlıyor, burunları ara sıra kanıyordu. Geri dönmeye yönelik birkaç mırıldanma çıktığı dudak tarafından reddedildi. Bu zorlu yürüyüşün ardından geniş bir mekana ulaştılar. Bu yer koynunda yer aldığı yer altının aksine taze, ferah ve güzel görünüyordu. Çeşitli figürlerin oyulduğu ahşap kapının hemen yanında bir gaz lambası yanıyordu. Bir kenara uzun bir koltuk iliştirilmişti. Onun önüne bir sehpa koyulmuştu. Burası bu sade haliyle bir bekleme salonuna benziyordu.


Sato kapıyı belli belirsiz bir tereddütle açtı. Aralıktan gördüğü kadarı hedefine ulaştığını gösterse de içeri girmek konusunda henüz bir fikir oluşmamıştı zihninde. Hikan onu bir kenara itip içeri girdi. Daralan nefesi sadece şu kelimeleri söylemesine izin verdi: "Ne haltlar dönüyor burada?"


Görkemli taht salonunda kımıldayan şeylerin ortak özelliği mide bulandırıcı olmalarıydı. Tüm zemin boyunca akıp duran kanlı balçıkta kafatasları yüzüyordu. Duvarların üstü böcek ve kertenkele ile kaplıydı. Daha önce görülmedik renklerde ışık hüzmeleri uçuşuyordu. Kısa süreliğine görünüp kaybolan ruhlar hırs ve nefretle çığlık atıyordu. Üzerinde bir yılanın sarmaladığı küre sembolü olan flamalar kolonlara çivilenmişti. Karşıdan onlara sinsice gülümseyen taht anlatıldığı gibi kararmış kemiklerle yapılmıştı. Üzerinde oturanın yüzü görünmese de işlemeli, yeşil zırhı içinde heybetli görünüyordu.


İliklere işleyen kudretli bir ses onlara seslendi. "Siz müritlerim misiniz? Ayrıca hangi cüretle ben sizi çağırmadan karşıma çıkıyorsunuz? Konuşun!" dedi.


"Üzülerek söylüyorum ki müridin değilim. Kim olduğumu bilmiyorsan demek ki sen Elizen Zefir değilsin." dedi Hikan. Eski dostunun ismini paravan olarak kullanan bu herifi biçmek istiyordu.


"Elizen Zefir..." deyip duraksadı kudretli ses. Birkaç saniye bir şeyi hatırlamaya çalışıyormuş gibi mırıldandı. "Neyden bahsettiğini anladım sanırım. Kabuğumun ismi demek bu. Kulağa çok hoş geliyor. Kadim Lisan'da hayırlı yağmur sözünün karşılığı." dedi.


Sato yanaklarını çimdikleyerek kendine geldi. İlk şoku atlattıktan sonra etrafını gözlemlemişti. "Göz boyamak için yaptığın şu ucube büyüyü boz da gerçek yüzünü görelim." dedi. "Büyü mü?" dedi Hikan ona dönerek. İçine girdiği kabusa alışması uzun sürmemişti. Gerçekliğini sorgulamak aklının ucundan bile geçmemişti. "Bulunduğumuz oda baştan aşağıya kuvvetli bir yanılsama büyüsüyle kaplanmış. Birkaç saniye bakınca büyünün işleyiş şekli anlaşılabiliyor. Ruhlar çember şeklinde dönerken aynı üç cümleyi söylüyor. Kertenkelelerin yediği böcek tekrar beliriyor. Yere değen flamalar kirlenmiyor. Bu herif yanılsamanın temel ilkesi olan basitlikten habersiz. Birden fazla hayali nesnenin hareketi oldukça sınırlıdır. Ayrıca İpekkuyruk Ormanı'nda olduğu söylenen mağaranın beş fersah ötede belirmesi de üçkağıdı açığa çıkarıyor." diye yanıtladı onu.


"Bunu fark eden ilk kişisin genç adam. Dediğin gibi olsun. Büyüyü kaldırıyorum." dedi. Odayı dolduran gariplikler kül olup silindi. Geriye sadece etrafta uçuşan ışık hüzmeleri kaldı. Çıplak odanın içinde bir yatak, yatağın üstünde beyaz entari giyinmiş bir kadın belirdi. Açıkta kalan yerleri sarı, mor ve yeşilin iğrenç bir karışımındaydı. Sırtı kapıya dönüktü. Görüntüsü ve etrafa yaydığı koku çoktan ölmüş olduğunu gösteriyordu. Sato'nun midesi bulanırken Hikan gördüğü şeyden ötürü şok olmuştu. "Yüce Tanrı'm, lütfen o olmasın..." diye geçirdi içinden. Siyah gözleri az sonra göreceği hiçbir şeyi kaçırmamak için irice açılmıştı.


"İşler her geçen dakikada daha kötü oluyor. Sakinliğimi koruyabildiğim son anları yaşıyorum. Şimdi buraya niçin geldiysek onu konuşma vakti. Adı bilinmeyen bir külte mensup olduğunu, çocuk kurban etmeye teşebbüs ettiğini öğrendik. Bizimle Perjev'e gelip hesap vereceksin. Eğer zorluk çıkarırsan işini burada bitiririm. Kendisi başlı başına hilkat garibesi olan bu topraklarda sana yer yok, şerefsiz." dedi Binbaşı. Henüz yatağından kalkmamış olan kadına kocaman teberini doğrultmuştu. O sırada zeminin çatlaklarından taşan kızıl çamur yılanları binbaşının etrafını sardı. Vücuduna dolanıp kırmızı bir top halini alan yılanlardan binbaşı görünmüyordu.


Kadın yatağından yavaşça kalkıp yüzünü gösterdi. Hikan bir müddet kadının tombul dudaklarına, kemerli burnuna, narin yüz hatlarına, mavi gözlerine ve en beteri alnındaki ok yarasına baktı. İçinde kopan fırtınalar geriye kalan son ağacın yapraklarını söküp almak üzereydi. Onun halini fark eden Sato "Kendine gel dostum. Düşündüğün gibi olamaz. Bu şüphesiz bir kara büyüdür." dedi. Hikan bu sözleri duymamıştı. Dudaklarından sadece "Bu gerçek değil." kelimeleri dökülüyordu.


Binbaşıyı saran yılan yumağını okşayan kadın "Hadsizliğini affediyorum. Yoldaşlarım yerimde olsaydı çoktan parçalanarak ölmüştün. Şimdi bir bütün halinde, boğularak can ver." dedi. Sonra çürüyen ve dökülmeye yüz tutan başını Hikan'a çevirdi. "Arkadaşınızı alıp hak ettiği gibi gömün. Bir daha beni rahatsız etme cüretini göstermeyin." dedi. Fakat sonra oyuncak görmüş haşarı bir çocuk gibi sırıttı. "Ama durun bir saniye. Zavallı küçüğüm, söylesene yüzün neden soldu? Sanırım anlıyorum. Elizen sevgilindi değil mi? Ah ne hoş! Ölmüş sevdiceğini görmek için bunca yol teptin. Siz insanlar ne kadar da basitsiniz." diye tısladı.


O ana şahit olan hiç kimsenin beklemediği şekilde Hikan gülmeye başladı. Gözleri çılgın bir ateşle kavruluyordu. "Basit mi? Aklına gelen ilk seçeneği düşününce basit olan sensin! Elizen'in emrimle öldürüldüğünü bilmiyorsun. Buna ne diyeceksin ceset hırsızı? Görüyorum ki içine girdiğin bedenin anılarına sahip değilsin. Seni öldürmek konusundaki bütün şüphelerimi ortadan kaldırdın." dedi Hikan. Sonra Sato'ya dönüp "Bana ayak uydur, keşiş." dedi.