Soluk çeliğin kargaburnu gibi görünen ucunu ceviz ağacından yapılmış masanın üstünde gezdirdi. Çiziktirdiği şekillerin kendince anlamları olsa da hancının bunu sanat olarak görmeyeceği kesindi. Kafasının içinde gezinen binlerce fikir, onlarca senaryo, olası sonuçlar ve muhtemel sebepler onun yaptığı şeyi görmemesine sebep oldu. Kulağını tırmalayan bir öksürük sesi onu kendine getirdi. "Düşüncelerini kendine saklamaktan vazgeçersen belki yol katedebiliriz." denilince kafasını usulca kaldırıp etrafını süzdü. Bir süredir yoğurduğu fikirlerin henüz mayalanmadığını fark edince huzursuz suskunluğuna geri döndü. Ne diyeceğini bilemiyor, dilinin ucuna gelen kelimeleri mecburen yutuyordu. Odanın bir köşesine yerleştirilmiş yatakta istirahat eden arkadaşına baktı. Bembeyaz çarşafın üstüne salınmış yaralı kolları inceledi. Süte konmuş iki karasineğe benziyordu. Zedelenmiş sol kolunun neredeyse tamamı morarmış, bazı yerleri ise yeşile çalmıştı. Sağ kolunun dirseğe kadarki kısmı haşlanmış, derisi balık puluna dönmüştü. Kendisine kıyasla bir çocuk kadar cılız olan dostu ne yaşamış olacak ki bu kadar berbat bir hale gelmişti. Dalaştığı bir büyücü, gözü dönmüş bir haydut ya da iri bir yaban domuzu... Müsebbibi her ne olursa olsun cezasız kalmamalıydı. Edineceği herhangi bir mekan ve görünüş tasviri ile bu cezayı bizzat verebilirdi. Ancak arkadaşının ağzından bu konuyla ilgili tek sözcük dahi çıkmamıştı. O sırada incecik bir duman gözlerinin önünden geçti. Havada kıvrımlar halinde gezinip yok oldu. Gaz lambasının aydınlatamadığı bir köşeye sinmiş diğer arkadaşı piposunu yakmıştı.


"Öyle olsun. Konuşacağın yok senin. İlk olarak kendi kazanımlarımızı değerlendirelim. Aynı okulda yetişen Ren ve binbaşı birbirlerini tanıyamıyorsa çekineceğimiz bir durum yok demektir. Rahatça dolaşabiliriz. Aradan geçen yıllar Ren'i çok değiştirmiş olmalı. Aksi takdirde bu şehirdeki birçok şövalye onu tanırdı. Bir diğer mesele ise binbaşının adeta bir aziz tasvir etmesiydi. Akla gelebilecek her övgüyü üstüne basa basa söyledi. Şimdiki haline bakınca büyük bir felaketin Ren'in ruhunu ve aklını parçaladığını söyleyebiliriz. Dişe dokunur bir bilgi sunmasa da hiç yoktan iyidir. Peki ya Remian kim oluyor? Neden sordun?" dedi Hikan. Piposunu art arda gelen birkaç nefesle harladı.


"Gerçekten bunu konuşmanın sırası mı şimdi? Ne halde olduğumuzu görmüyor musun?" diye çıkıştı Sato. Fakat Hikan "Yapacak daha iyi bir işimiz var mı?" diyerek üsteledi. Yapacak daha iyi bir işi yoktu. Sağduyusunu kurtçuk gibi yiyip bitiren fikirler ile yüreğini biçen endişe ona açlığını, yorgunluğunu ve sorumluluklarını unutturmuştu. "Kim olduğunu merak ettiğim bir isim sadece. Hepsi bu kadar." dedi. Konuşmayı bir an önce sonlandırmak istiyordu.


"Şüphesiz öyledir. Kasap Onas, terzi Niko, çiftçi Tivel'i merak etmek yerine hafızalara kazınmış bir kumandanı soruşturman gayet normal." Takındığı iğneleyici tavrı bir kenara bırakıp ciddileşti. "Beni kandırmaya çalışma Sato. Aklından ne geçtiyse söyle. Böyle davranmaya devam edersen birbirimize hiçbir zaman güvenemeyeceğiz."


Sato'nun sinirleri yeterince gerilmiş, söz cambazlığını kaldıramayacak kadar hassas bir hale gelmişti. Hikan'ın mesafeli yaklaşımı, yenice kurulan bağlarda mevcut olmayan güveni bir bahis olarak sunması onu öfkelendirmişti. Çocukluğunu süsleyen arkadaşları dehşetengiz bir amaç uğruna kurban edildikten sonra göğsündeki boşluğu doldurmak istemişti Sato. Güvenmek ve güvenilmek onun için kıymetli bir durum olsa da kimseden bunu zorla edinemeyeceğini biliyor, kimseye de koşulsuz güven duyamayacağını biliyordu. "Güvenmediğin birinin hayatını kurtarmak için kendini tehlikeye atabiliyorsan bu yaşa kadar gelmen mucize olmuş." dedi hırçın bir sesle.


"Ölmene izin verseydim Elizen'e karşı şansım kalmazdı. Kanım yeryüzündeki her türden zehre ve birleşimlerine karşı panzehir üretebildiğinden kaybedeceğim bir şey yoktu. Şimdi söyle bakalım, Remian'ı neden sordun binbaşıya?"


Kimeru "Elizen" adını duyunca yattığı yerde irkildi. Erravan'a sağ salim -içinde bulunduğu şartlarda bu hayatta kalmaktan ibaretti- döndüğü andan itibaren aklında sadece onun silüeti vardı. Küçücük bir çocuğun aşağılamalarına karşı öfke duyacak hali yoktu. Fakat onun ulviyete varan tavırları bazı şeylerin yolunda olmadığını göstermişti. Bunun altında yatan sebepleri öğrenmesi bir fayda sağlamayacak olsa da çoktan içine bir kuşku düşmüş, onu kemirmeye başlamıştı. İnsan ile yılan kırması bir garabete "hizmetçim" diye hitap etmesi, yeraltı sarayı gibi ifadelerinde mantığa yamanacak herhangi bir şey yoktu. Sato ile Hikan'ın onunla yüzleşmiş olması da suyu bulandırıyordu. El kadar çocukla dövüşmüş olmaları Sato'nun içinde bulunduğu bir denklemde mümkün gözükmüyordu. Bu konuda keskin bir çıkarım yapamamasının yorgunluğuna mı yoksa olayların bağlantısızlığına mı bağlı olduğuna emin değildi. Keşişten bu konuya dair edineceği bilgilerin kısır kalacağını tahmin ettiğinden Hikan'ı daha verimli bir sanık olarak görüyordu. Bununla beraber Ren hakkında soracağı çok şey vardı.


"Manastırdan ayrılmamın üstünden bir sene geçmişti. Şehirleri, kasabaları hatta köyleri didik didik ediyor, benimle boy ölçüşebilecek bir rakip arıyordum. Sebebi ise mutlak zafer olarak gördüğüm yeryüzünü kötülerden temizleme hedefini gerçekleştirmeye gücümün yetip yetmeyeceğini sınamaktı. Aetir'i de aynı niyetle ziyaret ettim. Günün birinde yolum Avaron'un güneyindeki küçük, sahipsiz bir köye çıktı. İnsanları kendi kaderinin iplerine sıkıca sarılmış bu şirin köyde çağrıma cevap verecek kimse yoktu. Çiftçiler hava kararana kadar tarlasını çapalamak, aylaklar ise bu süreyi kafa çekerek geçirmek istiyordu. 'Ben Sato. Rüzgarkıran olarak tanırlar beni. Buradaki herkese meydan okuyorum.' diye bağırdığım handa beni anlam veremeyen gözlerle süzdüler." Alnını ovar gibi yaparak gülümsemesini gizledi.


"O an kendimden çok utanmıştım. Kendime haklı sebepler sunmak konusunda başarılı olsam da yaptığım şeyi sorgulamadan edemedim. Fakat uslanmak yerine hata üstüne hata yapmayı tercih ettim. Masaları tek tek dolaşıp benimle dövüşmek isteyen biri olup olmadığını sordum. En sonunda kuytu bir köşede oturup udunu temizleyen bir adam gözüme ilişti. Ondan tuhaf, omuzlarımı çökertecek kadar ağır bir hava yayılıyordu. Bu hal beni öylesine cezbetmişti ki durup düşünmeden ona doğru ilerledim. O uçarı tavrımı yeniden gün yüzüne çıkararak ona meydan okudum. Beni duymazdan geldi. Sözlerimi tekrar ettim, tekrar ettim ve usanana kadar tekrar ettim. Yumruğumu masaya vurup onu varlığımdan haberdar etmek istedim. Kafasını kaldırıp bana baksa da gözleri beni değil de tavanda gezinen bir böceği, güneş ışığının parlattığı bir toz zerresini, rüzgarla uçuşan perdeyi seyreder gibiydi. 'Neden dövüşmek istiyorsun benimle?' diye sordu yarım ağızla. Ona açıkladığım nedenleri elinin tersiyle defedip udunu temizlemeye devam etti. Sinirlenmiştim. Onu yakasından tutup sarsmak için elimi uzattığım zaman beni bir titreme sardı. Korku diyemeyeceğim, saygı demeye de dilimin varmayacağı bir histi bu. Sonra tek çare olarak onun önünde eğilerek isteğimi yerine getirmesi için rica ettim."


"Sen ve birinin önünde eğilmek, birbiriyle eşleştiremediğim ifadeler." dedi Hikan. Şaşkınlığını saklayamamıştı.


"Ben de kendime yakıştıramamıştım. Bir yabancının önünde eğilmek, rica minnet eylemek bana göre değil. Fakat verdiğim bu taviz işe yaramıştı. Sonunda köyün dışındaki izbe bir otlakta karşı karşıya geldik." Koyu bir sessizlik odanın her tarafına köklerini saldı. Sato sözlerinin devamını tahmin edilebilir bulduğundan konuşmak istemedi. Hikan ise hikayenin devamını iştah açıcı bulmuş, bakışlarıyla da bunu belli etmişti. Sato bunun üzerine utana sıkıla devam etti. "Keşiş olduktan sonraki yaşantımda kendimi onun karşısında olduğum kadar aciz hissetmedim hiç. Belinde asılı duran kılıcı kınından sıyırmadığı halde beni yerle bir etti. Daha önce böyle bir şeyle karşılaşmamıştım ancak onun Asurah'ın Ruhu'na sahip olduğunu anlamıştım. Yapabildikleri çok özel ve etkileyiciydi. Kelimenin tam anlamıyla afallamıştım. Düşündüm ki elimizde hiçbir bilgi olmadan bir şehirden bir başkasına koşmak yerine onu arayabiliriz."


"Doğru düşündüğünü kabul etmekle birlikte Remian'ın peşinden gitmenin üç aşağı beş yukarı aynı olduğu ortada. Yine de yeteneğinin ne olduğunu merak ettim. Asurah'ın Ruhu ona neler bahşetmişti?"


"En ufak bir esintiye ihtiyaç duymadan önünde durması imkansız olan rüzgarlar yaratıp hükmedebiliyordu. Ona yaklaştığım zaman hava ağırlaşıyor, ayaklarıma görünmez zincirler vuruluyordu. Zor da olsa yanına vardığım sırada görünmez bir duvar yumruklarımı karşılıyordu. Üstünkörü bir el hareketiyle öyle güçlü darbeler indiriyordu ki yer inim inim inliyordu. Beni ciddiye alsaydı muhtemelen dövüş birkaç saniye sürerdi. Büyücü olma ihtimalini düşündüm ama elinde ne bir asa ne de büyülü bir eşya vardı."


"Kullanışlı ve kuvvetli bir güç olduğunu zor yoldan öğrenmişsin. Rüzgarı temel alan bir güç 'Rüzgarkıran' lakabına sahip birine çok yakışırdı. Dövüşü kaybetmene üzüldüm."


"Vahşiliğine vahşilik katacak yeni bir yetenek yerine Sato'ya yakışacak başka şeyler var. Mesela kıvrak zeka, anlayış ve suratsızlığını düzeltmeye yetecek kadar güzellik..." dedi yabancı bir ses. Kapı cevaz beklenmeden açılmış, kaliteli ve ışıltılı kumaşlara sarılmış orta boylu, Sato kadar kuvvetli görünmese de özenle biçimlendirilmiş bir vücut kendini göstermişti. Nispeten uzun bir süre boyunca oda bir komedyanın sahne arasındaki kadar ebleh bir sessizliğe gömüldü. Düzgün tıraşlı, buğday tenli, keskin yüz hatlarına sahip bu adam seyircilerden bir tepki alana kadar bir sonraki repliğini saklıyor gibiydi.


"Bu odayı izin istemeden girebileceğin bir aşevi mi sandın? Canını yakmadan önce terk et burayı. Kış kış hediye paketi." dedi Hikan eliyle sinek kovar gibi yaparak.


"Sizce aşevine muhtaç birine mi benziyorum saygıdeğer beyefendi? Buraya eski bir dostu görmek için geldim. Kabalık ettiysem bağışlayın."


"Eski bir dost mu? Samimiyetimizi bu kadar koruyabildiğini düşünmen gözlerime yaşlar serpti, Misaki. Sıradaki ne? Benim için yazdığın balatları mı sunacaksın?" dedi Sato. Oturduğu yerden kalkıp davetsiz misafirin karşısına geçti. Uzun bir bakışmanın sürüp gideceği belliydi. Aralarındaki toplumsal ve fiziksel farklar bakan her göz tarafından açıkça görülebilirdi. İkisinin arasındaki tanışıklığın mazisi merak konusu olmaya değerdi.


Hikan bu konuya dair en ufak bir merak dahi duymasa da onun bir an önce çekip gitmesi için hangi sıfatla karşılarına çıktığını ve ne istediğini sordu. Misaki çivit mavisi gömleğinin eteklerini iki yana açarak reverans yaptı. Başını nazikçe eğip Erravan'ın kuzeyindeki kasaba topluluğunun lordu olduğunu söyleyen bu genç adam tüm bu selamlama faslından sonra oldukça ciddi bir hale büründü. Hikan'ı görmezden gelip doğrudan Sato'ya derdini anlatmaya başladı. "Buraya uğramamın sebebini açıklamak benim için çok zor ancak buna mecburum. Manastırdan ayrıldıktan sonra bildiğin gibi bir kontun kızıyla evlendim. Hayatımın en güzel yıllarını yaşadığımı söyleyemem. Sefalet içinde geçirdiğim çocukluğumda hayalini kurduğum her şeye fazlasıyla sahibim. Ancak bir sorunum... Büyük bir sorunum var. Bundan tam iki ay önce efendisi olduğum kasabalardan birinde bir tür çiçek hastalığı ortaya çıktı. Bu belaya bulaşanlar nefes tıkanıklığı yaşıyor, yüksek ateşle boğuşuyor ve irinli kabarcıklar döküyor. Bu hastalık öngördüğümüzden çok daha hızlı yayılıyor. Önünü almakta güçlük çektiğimizi tahmin edebilirsin. Bu sebeple buradayım. Güvendiğim ya da parayla satın alabileceğim birinden yardım istemeye geldim. Bu gece konaklamak için bu handa bir oda tuttum ve koridordan geçerken senin sesini duydum. Düşündüm ki..." Sato eliyle onun sözünü kesti.


"Düşündün ki yeminini bozarak yüzüstü bıraktığın, hiçbir çağrısına cevap vermediğin birinden yardım istemek işine gelir. Hem birkaç saat önce Erravan'da idim. Bu konuyla ilgili en ufak bir dedikodu bile duymadım. Kuş kadar aklınla beni kandırmaya çalışıyor olmayasın."


"Hatır gönül meselelerine bel bağlayacak türden biri değilim. Taşıyamayacağın kadar para, az önce kulak misafiri olduğum ruh konusunda gayet işe yarar bilgiler teklif ediyorum. Neden bu olayı duymadım diyorsun? Çocuk musun sen? Bu devletin neleri, nasıl saklayabileceği konusunda hiç düşünmedin mi? Olağan bir salgın mevzubahis olsa zaten kontrol altına almak işten bile olmazdı. Elle biçilmiş gibi on ila on yedi yaş arasındaki çocukları pençesine alan bu hastalığın lanet olduğunu tüm yetkililer biliyor. Gayet becerikli bir kara büyücünün işine benziyor. Aksi takdirde yana yakıla bu sorunun altından kalkacak adam aramazdım. Yeryüzünün incisi diye adlandırılan Erravan'ın etrafının lanetlendiğini halk öğrenirse çıkacak karmaşayı tahmin edebilirsin. Bu yüzden kasabalar ablukaya alındı, ziyaretler yasaklandı. Köşkümün etrafında onlarca büyücü ve asker var. Ben bile zar zor dışarı çıkabildim."


Hikan, yine belanın içine düştük dercesine bir nefes aldı. Sato'nun gözlerindeki şüphe dolu ifadeyi başıyla onayladı. Başkentin fare deliklerinde dolaşırken kralın uyguladığı susturma ve yalanlama hamlelerine uzaktan da olsa şahit olmuştu. Gerçekliğin ne kadar eğilip bükülmeye meyilli olduğunu, her doğrunun onu kabul edip etmemekle bağlantılı olduğunu anlamıştı. Göğün yeşil olduğunu iddia etmek akla aykırı olsa da geniş halk kitlelerinin bunu kabullenmesi mavi rengin tedavülden kalkmasına yol açardı. Bundan daha kuvvetli bir baskılama yöntemi ise önemli bir güç odağının gerçeği yasaklayıp yalanı zihinlere zerk etmesiydi. Kralın bu konuda oldukça deneyimli ve başarılı olduğu ortadaydı. Genç keşişin aksine Hikan için ahlak, doğru ve gerçek; yaşanılan anın gerektirdiğine göre önemsenebilir, değiştirebilir veya görmezden gelinebilirdi. Onun için dikkate değer ilk ve tek şey Ren'in uyandıktan sonraki haliydi. Bu yüzden elinden geldiğince Sato'nun etrafta dolaşmasını, sorun üstüne sorun yaratmasını engellemeliydi. Kimeru'nun bu konuda önemli bir rol üstlenebileceğini biliyordu. Bunun yanında Ren'in cinnet haline denk gelmiş olması ya saman altına itilerek unutturulmalı ya da tehditle susturulmalıydı. Hasta ziyaretinin adabı konusunda kuvvetli bir azar ile keşiş ve keşiş kaçağını odadan kovdu. Ardından ayağının ucuyla Kimeru'yu dürttü. "Gözlerini aç, büyücü. Uyur numarası yaptığının farkındayım." dedi. Kimeru rahatsız homurtular eşliğinde doğruldu. Dudaklarından dökülen "Senden nefret etmek konusunda ciddi adımlar atmam gerek sanırım." sözleri Hikan tarafından duymazdan gelindi.


"Hesaplaşmak konusunda Sato'dan daha istekli olacağını düşünüyorum. Senin gibi biri oturup kayıplarına ağlamak yerine bir sonraki adımını tasarlar. Binbaşının verdiği görev sırasında ne olduğunu konuşmak için acelem yok. Misaki denen herif keşişin kanına girecek, kedi yavrusu gibi ensesinden tutup kendi batağına çekecek. Paydaşı olmadığım ortak hedefler yüzünden bizi de peşinden sürükleyecek. Ren'in bilinci yerinde olmadığından bu davada masaya vuracak kartı yok. Benim de o kendine gelene kadar yanı başından ayrılmaya niyetim yok. Vadedilen bilgiyi edinmek hatta kendine saklamak istiyorsan bu fırsatı değerlendirmeni tavsiye ederim." dedi Hikan. Attığı yemi Kimeru yerse amacına ulaşacağına inanıyordu.


"Sato'nun burnunu hangi pisliğe soktuğu benim umurumda değil. Neyin peşinde olduğunu bilmiyorum ancak beni ve Sato'yu aptal olarak görme. Ren'in sunacak kartı yoksa sen kartlarını cesurca oynayacaksın. Konuşmak için acelem yok dediğin meselenin beni öldürmek üzere olduğundan sen de haberdarsın. Madem Ren'in bu halde olduğunu biliyordun neden uyarmadın beni?"


Hikan en iyi ihtimal olarak gördüğü büyücüyü kandırmanın artık mümkün olmadığını fark etti. Onu manipüle etmek kayıpsız ve nispeten iyi niyetli bir girişimdi. Sato ile omuz omuza dövüştükten sonra onun aptal olduğunu düşünemeyeceği gibi Kimeru'nun da son derece kurnaz olduğunun farkındaydı. Dürüst olmak tek seçenek ise bunun vebalini her ikisi çekmek zorundaydı. Bu da onun içini rahatlatmıştı. Saklayacak bir şeyi olmayan iki insanın anlaşması hiç şüphesiz eşit şartları sağlardı. Bununla birlikte Ren'in varlığı büyücünün gözünde bir korku unsuruysa işine gelirdi.


"Gördüklerin anlatılabilir olmadığından sessiz kaldım. Muhtemelen beni deli zannedecektin. Alaburun Köyü'ne gönderilmenizin herhangi bir sorun teşkil etmeyeceğini düşündüm. İşlerin beklediğim gibi gitmemesi senin şanssızlığın. Gözünden kaçmadığını bildiğim için rahatça söyleyebilirim ki Ren'i kavga gürültüden uzak tutmamın sebebi bu. O amok yani cinnet haline büründüğü zaman başına geleceklerden ziyade başından edeceği insanlar için endişeleniyorum. Bununla birlikte amok, büyük bir fiziksel güç sağlasa da hafızasında ve ruhunda tahribata yol açıyor. Düşünmek bile onun için işkenceye dönüşüyor. Geçmişindeki arkadaşlarıyla ilgili anılarını sayıklıyor. Anlamaz ve anlatamaz bir hale geliyor. Kısacası kendine gelene kadar desteğime ihtiyacı var. Sato'nun şüphelenmemesi için ona geçirdiğimiz günlerin bir özetini vermeliyim. Tekrar tekrar... En son amok halinde olmasından bu yana uzun zaman geçtiğinden işim zor. Manras yanımda olsaydı daha kolay olurdu. O da Ren'in halini biliyor. Dediğim üzere sizin gibi ruh peşinde değilim. Sadece Ren'in yanında bulunup onu güvende tutmak istiyorum."


"Hayatını adamak adına çok sönük bir amaç değil mi sence? Ayrıca bu yaptığın dostunu kısıtlamak, iradesine karışmak anlamına gelmiyor mu? Yeni gelin çeyizi gibi saklamak yerine onu kurtarmayı deneyebilirsin. Böylece gırtlağımızda dolanıp duran hançeri kınına sokmuş olursun."


"Deveye hendek atlatmamı da iste bari. Akli ve ruhsal bozukluğa sahip eski bir şövalyenin içinde canavar barındırması konusunda elimden bir şey gelmez. Sen ve keşiş gibi doğrudan tanrıdan güç alan bir ucube de değilim. Yapabileceklerim sınırlı." dedi Hikan. Büyücünün "kısıtlamak" konusundaki iddiasına bir cevap verememişti. Sonuçta yaptığı neredeyse buydu. Hem Ren hem de onun etrafındaki insanların sağlığı için buna mecbur olduğunu düşünüyordu. Bu düşüncesinin de sadece bir vicdan rahatlatma olduğunun da farkındaydı. Hem Ren hem de kendisi için...


"Yine de bu ucubeden diğerini uzaklaştırması için yardım isteyebiliyorsun. Gerçekten acınasısın. Sana bir tavsiye vereyim. Biriyle anlaşmak istiyorsan istediğinden daha cezbedici bir teklifte bulunmalısın ki dileğin kabul olsun. Şu an görünen vaziyet hiçbir kazancımın olmadığı bir alışveriş."


Hikan ikinci seçeneğin yeniden su yüzüne çıktığını anladı. Bu da tehdit ederek yola getirmekti. Eğer cömertçe verdiği tavizler bir işe yaramıyorsa, Ren hakkında aktardığı bilgileri umursamıyorsa bu pek de hazzetmediği büyücüyü korkutmak hoşuna gidecekti. İşaret parmağını gösterişli bir şekilde belindeki hançerinin kabzasında gezdirdi. "Öyle olsun. Sana istediğimden daha cazip bir teklifte bulunuyorum. Hayatın... Umarım bu çolak ve silahtan yoksun halinle bana direnmek gibi bir hataya düşmeyeceksin."


Kimeru umursamaz bakışların eşliğinde yerinden kalktı. Korkmadığı iyice anlaşılsın diye adeta Hikan ile burun buruna geldi. Suni rakibinin niyetinin farkındaydı. Bu yüzden paçasını kaptırmayacaktı. Ren yüzünden yaşadığı talihsiz olayların etkisinden çıkamamıştı. Hala kendini güvende hissetmiyor, yaşadıklarına anlam veremiyor ve -denilenin aksine- bir sonraki adımını tasarlayamıyordu. Bu haldeyken Hikan'ın zamansız ve bencilce olan soruşturması onu sinirlendirmişti. Bir büyü ile onu ateşe vermeyi istiyordu. Ancak şövalyenin bir tehlike olmaktan çıkması için onun huyuna gitmesi gerektiğini biliyordu. "Büyü yapmak için kollarıma ihtiyacım yok. Asa ise sadece zihnimizdeki büyülü sözlere ve içimizdeki güce odaklanmak için kullandığımız bir araç. Yani dilimi kesmediğin müddetçe beni kolay lokma olarak görmekten vazgeç." dedi. Söylediklerinin etkisini Hikan'ın yüzünde görmeyi istese de bu duvar kadar soğuk suratlı adam kayıtsızlığını sürdürdü. Kimeru bundan vazgeçip devam etti. "İsteğini yerine getirmek benim için zor değil. Eğer bana Elizen hakkında bildiklerini anlatırsan Sato ile birlikte gidip sizi yalnız bırakabilirim." dedi.


Kimeru bu sefer beklediği etkiyi yaratmıştı. Hikan soğuk duşa girmiş gibi sarsıldı. "Bu ismi nereden öğrendin?" dedi güçlükle. Bu beklenmedik hamle onu altüst etmişti.


"Başıma gelenlerin bir kısmında onun da parmağı var, sanırım. Neler döndüğünü pek çözemedim ama sizin de Elizen ile karşılaşmış olmanız dikkatimi çekti." diye karşılık verdi Kimeru.


Hikan büyücünün öğrenmek istediği her şeyi sonucunu düşünmeden bir bir döküldü. İkisi başına gelenleri sırasıyla anlatarak yapbozun parçalarını birleştirmeye çalıştı. Ortaya çıkan resim birçok açıdan tutarsızlıklarla yamalı olsa da durumun vahim olduğuna işaretti.


"İki olayda da kabuk ve yılan unsurlarının varlığı aynı kişiden bahsettiğimizi onaylıyor. Fakat zamanlamayı dikkate alınca onu gördüğüm sırada Elizen'in ölü olması gerekiyor. Yetişkin bir kadın olduğunu söylesen de karşılaştığım bir erkek çocuğuydu. Çok garip. Erravan civarındaki salgının onunla bir ilgisi olabilir mi? Akıl sır erdirmekte güçlük çekiyorum. Nasıl bir bilmece bu tanrı aşkına?" dedi Kimeru. Huzursuz homurtularla odada volta atıyordu.


"Elizen'in yaşadığını bildiğimiz, bundan sonra başımıza bela olacağını tahmin edebildiğimiz bir bilmece. Şimdilik rafa kaldıralım. Sato birazdan gelip 'Görmezden gelemeyeceğim bir dava bu. Bir keşiş olarak el atmam gerekiyor.' falan diyecek. Bu noktada anlaşmamıza uymanı bekliyorum."


O sırada kapıyı açan Sato'nun gerginliği dışarıdan fark edilecek kadar belirgindi. Alnı yoğun bir düşünme nöbetinde olduğunu gösterircesine kırışmıştı. Odaya girdikten sonra duvara yaslanıp bir süre kendi kendine mırıldandı. Karar verme sürecinin ardından kafasını kaldırıp Hikan'a baktı. "Arkamı dönüp gidemeyeceğim, tek başıma çözemeyeceğim bir meseleye tosladım yine. Bu lanetin mutlaka ortadan kaldırılması gerekiyor. Bir keşiş olarak bununla yükümlüyüm. Bana yardım eder misin?" diye sordu.


Odanın diğer köşesinde duran Kimeru sözü aldı. "Yardıma ihtiyacın varsa ben buradayım, Sato. Elimden geleni yapacağım konusunda emin olabilirsin." dedi. Hikan'ın tahmininin gerçekleşmesi onu gülümsetmişti.