Gece çökünce gün yüzüne çıkan yıldızlar karanlığın yuttuğu köy ve kasabaların üstünde bütün azametiyle parlasa da Erravan gibi bayındır bir şehrin yanında sönük kalıyordu. Kötü ruhları kovsun diye etrafa serpiştirilen kandiller mabetlerin altınla kaplanmış cephesini cıvıldatıyordu. Meyhane ve hanlar cebinde üç beş kuruşu kalmış birkaç sarhoşun feri sönmüş gözlerince fark edilebilmek için sokağa gaz lambası asıyordu. Beyaz mermerden örülmüş kamu binalarında uykudan nasibini alamamış memurların yaktığı mumlar da şehri aydınlığa boğmak konusunda katkı sağlıyordu. Gündüzü geceye yeğleyen bu tavır şehir sakinlerinin ruhuna yansımıştı. Geçim kaygısı, siyasi entrikalar, çatırdayan geleceği işaret eden söylentiler kalplere korku salmadığından tiyatro, kütüphane ve bahçeler rağbet görüyordu. Çeliğin sertliği, kanın tadı, ölümün açgözlülüğü çoğu kimse için tamamen yabancıydı. Ülkedeki en iyi şifa büyücüsünün görevlendirildiği bu şehirde hastalıktan yana bir korku duyulmuyordu. Her şey yolundaysa uzun ve sonuçsuz düşünce nöbetlerinin gereği yoktu. Surların dışındaki çayırda at süren iki arkadaş içinse durum tamamen farklıydı. Görev sebebiyle gittikleri kasabalarda onları bekleyen manzarayı düşünüyorlardı. İrinli kabarcıkların mide bulandırıcı görüntüsü göz bebeklerine çarpıp duruyordu. Çiçek hastalığını ağır geçirmekten ziyade bir lanete bulaşan çocukların çığlıklarını daha şimdiden duyabiliyorlardı. Her açıdan zor ve sancılı geçeceği aşikar olan bu görevde can sıkıcı birçok durum ve olayın karşılarına çıkacağını tahmin ediyorlardı. Buna hazır mıydılar? Hazırlık, sürprizlerle dolu Kabokam ülkesinde manasız bir çabaydı.


"Şifacının büyüsü seni iyileştirmiş olsa da yeterince dinlenmeden maceraya atılman biraz tehlikeli. İstersen Erravan'da konaklayabilirsin. Ben meseleyi çözdükten sonra birlikte geri döneriz," dedi Sato. Heybesinde sakladığı kurutulmuş eti çıkarıp ortadan ikiye ayırdı. Fakat atın üstünde sallandığından eşit bölememişti. Kısa süreliğine hangi kısmı seçeceğine karar vermeye çalıştıktan sonra büyük olanı Kimeru'ya uzattı.


"Beni hemencecik gözden çıkarma Sato. Şu an genç bir boğa kadar kuvvetli ve sağlıklıyım. Ayrıca sorunun kaynağı kara büyü ya da lanet ise bana ihtiyacın var demektir. Akademideyken bu konuyla ilgili dersler almıştım. Bir laneti nasıl tespit edeceğimi ve çözeceğimi biliyorum," dedi büyücü. Acıyla sızlanmamak için ağzını tıka basa doldurdu. Gözle görülür bir yarası veya çürüğü olmasa da ince bir sızı kollarını tırmalıyordu. Perjev'in başhekimi beceriksiz çıkmıştı. Sato inanmaz bir bakışla "Peki nasıl çözersin bir laneti?" diye sordu. Kimeru lokmasını yutacak ve pek hoş olmayan cevabını hazırlamasına yetecek kadar bir aradan sonra konuştu: "Kara büyücüyü laneti bozmaya ikna etmek ya da öldürmekten başka bir yolu yok."


"Anladım," deyip geçiştirerek Sato hangi yöntemi seçeceğini ilerleyen saatlere bıraktı. "Kötülüğü tespit etmek konusunda keşişlerin de dikkate değer bir ayrıcalığı vardır. İyi ve doğru olanı savunmak için bize bağışlanmış bir kudret bu. Sezinlemeyi bozacak bir kalabalık yoksa elimle koymuş gibi bulabilirim düşmanımı. Aslında ruha karşı bir hassasiyetim olması gerek. Sonuçta Asurah yozlaşmış bir yarı-tanrıydı."


"Öyleyse Misaki denen herif neden yardım istemeye gerek duydu? Onun da 'eliyle koymuş gibi' bulması gerekmiyor muydu?" diye sordu Kimeru. Mevcut şartlarda ruh hakkında konuşmanın sırası değildi. Keşiş kaçağının teklif ettiği bilgiyi edindikten sonra Sato'nun yardımıyla ruhun peşine düşebilirdi.


"Keşişlerin ilahi güce erişmesinin tek sebebi Surkamca birkaç kelime değildir. Böyle olsaydı bir önemi kalmaz, peynir ekmek gibi sıradanlaşırdı. Manastırda geçirilen yılların, eğitimlerin, zorlu sınavların ardından bir tören düzenlenir. Bu törende gücün, sorumluluğun ve erdemin değeri hakkında çekilen uzun nutuklardan sonra tam anlamıyla birer keşiş olacak adaylardan yemin etmesi istenir. Manastırda geçirdiğim on sene boyunca tanrının elini üzerimde hissettiğim tek an yemin ettiğim sıradaydı. Yondaru ile aramda bir bağ kurulduğunu anladım. Misaki bu bağa sahip olmadığından insanüstü kuvvet ile hız, yaraların hızla iyileşmesi, kötülüğü hissetme gibi nimetlerden faydalanamaz. O, eğitimini tamamlamadan önce manastırdan kaçtı. Zamanında tanıştığı ve kalbini çaldığı soylu ve dul bir kadından gelen evlenme mektubu onun için işaret ateşiydi. Pılını pırtını toplayıp gittikten sonra onun peşine düşsem de artık bir lordun himayesi altındaydı. Onu yakalasaydım kırılmadık kemiğini bırakmayacaktım," dedi Sato. Eğer büyücü "Bazen sözlerin beni korkutuyor," demeseydi Misaki'yi nasıl pataklayacağının detaylarını da verecekti.


"Kulağa gaddarlık gibi geliyor, değil mi? Bunun nedeni her keşişin hayati önem taşımasıdır. Tahta kene gibi yapışmış Ingra bizi ortadan kaldırmak için fırsat kolluyor. Şövalyelerle kedi köpek gibi boğuşuyoruz. Kangiri lejyonunun nefesi sürekli ensemizde. Bu haldeyken kapağı sağlam yere atan her keşiş kaçarsa günün sonunda elimizde bir avuç adam kalır. Ayrıca Misaki kolayca vazgeçebileceğim biri değildi. O benim ilk dostumdu. Ailesi açlıktan kırılırken çareyi çocuklarını satmakta bulmuş, on yaşındaki Misaki'yi kolundan tutup Efendi Gonsijin'e getirmişlerdi. Yoksul aileler için iki seçenek vardır: Fehrel'deki köle pazarına satmak ya da manastıra teslim etmek. Fehrel her bir çocuk için yüklü miktarda gümüş ödese de manastır daha iyi bir hayat sunar. Sonuçta çok az kimse evladının kolunun kesilmesini, bacağının kırılmasını, sokaklarda dilendirilmesini kabullenecek hale gelir. Yakın zamanlarda benzer kaderi paylaştığım Misaki'yi kendime benzetmeden edemedim. Birlikte geçirdiğimiz dokuz yıl boyunca ona sahip çıkmaya, yalnız hissetmemesini sağlamaya çalıştım. Günün sonunda gördüm ki elimden gelen bir hiçten ibaretmiş. Ailesinden kopmasına neden olan para onun için üstesinden gelemediği bir tutku haline gelmişti. Öyle ki yardım eli uzattığımız köylülerden bahşiş toplar, görevi savsaklamak pahasına ticaret kafilelerine korumalık eder, soylu kızlarının peşinde koşardı. Efendisi onu haşlamasın diye arkasını kollardım. Böyle insanları bilirsin Kimeru. Açıklarını kapatmaya çalışırken elinden gelenin fazlasını yapmalısın. Her zaman daha fazlasını..."


"Bunlar geçmişinle ilgili anlattığın gerçek olan ilk şeyler sanırım, sayın teftiş amiri," dedi Kimeru muzipçe. Sato bu hamleyi gülümseyerek karşıladı ve ekledi: "Beni buradan vuracağını tahmin etmeliydim. Sizinle tanışma hikayemin sevimli olmadığının farkındayım. Hikan'ı kellemin peşinde olan bir suikastçı zannedip Aetir'in sokaklarında kovaladım. Senin karşına birkaç dakika düşünerek uydurduğum bir kimlik ile çıktım. En fenası ise az kalsın Ren'in boynunu kendi kılıcıyla kesecek olmamdır. O sırada yaşadığım gerginliğin kurbanı olacaktı zavallı."


Büyücü tamamen habersiz olduğu bu olayı öğrenince şaşkınlıktan alaşağı oldu. Henüz Sato'nun kendini kaybedince neler yapabileceğini bilmediğinden onu daha önce tanıştığı diğer keşişler gibi görüyordu. Sato acının çürük temelleri üzerine inşa edilmiş, hırsla sıvanmış, yıkılmaya her an hazır olan bir gecekonduydu. Onu katedraller kadar görkemli şövalyelerle, bilgeliğin gümüş cübbesini kuşanmış büyücülerle, inancın ve erdemin yıkılmaz kalesi olan keşişlerle kıyaslamak anlamsızdı. Sato neyse oydu.


"Sinirlerine hakim olmayı denemelisin. Ayrıca bunu Hikan'ın yanında anlatmayı aklının ucundan bile geçirme. O manyak, şövalyenin üstüne titriyor," dedi Kimeru.


"Merak etme dostum. Bahsettiğin durumu doğrudan onun ağzından duydum: 'Ren benim tek arkadaşım. Onu koruyup kollayacağıma yemin ettim.' Hikan bu sözleri söylerken oldukça ciddiydi. Savunmasız olan birini korumanın getirdiği sorumluluğu nerede görsem tanırım."


"Demek onun savunmasız olduğunu sanıyorsun Sato. Gerçeğin seni fena halde sarsacağına eminim," diye geçirdi içinden Kimeru. Birkaç adım ötesindeki ateş böceğini andıran zayıf ışığı gördüğü zaman tehlikenin kucağına atılmak üzere olduğunu anladı. Misaki, sur çavuşlarının dikkatinden kaçınabilmek için gaz lambasını mümkün olduğunca kısmıştı. Tepeden tırnağa siyah kumaşlara bürünmüş bu adamın huzursuzlandığı ilk bakışta anlaşılabiliyordu. Sato onun enselenme korkusunu harlarcasına yüksek sesle selam verdi. Misaki ise duyan oldu mu diye etrafını kolaçan ettikten sonra işaret parmağını dudaklarına götürüp sessiz olmasını söyledi.


"Handa sesini duyunca yardım isteyebileceğim biricik keşişe rast geldiğimi düşünerek sevinmiştim. Oysaki işleri berbat etme kabiliyetini en iyi ben bilirim," dedi Misaki. Bir ayağını huzursuzca yere vurup duruyordu. Sato onu yatıştırmak için en içten gülümsemesini yüzüne yerleştirdi. "Seni görmek de çok güzel eski dostum. Merak etme, bu sefer her şey gönlünden geçtiği gibi olacak," diyerek belki de altından kalkamayacağı bir söz verdi.


Misaki yolun devamında bineğe gerek olmadığını söylediğinden iki kır at çayırın aksi yönüne salındı. Onun yönlendirmeleri doğrultusunda sessizce ilerleyerek şehri geride bıraktılar. Genç keşiş, Elizen davasının peşindeyken teptiği yolu tekrar geçiyordu. Aklında bazı sözler, bağlantılar ve benzerlikler dolanıyordu. Henüz kesin kararını veremese de art arda yakalandığı dalgaların aynı denize ait olduğunu kestirebiliyordu. Deri ayakkabıların altında ezilirken hışırdayan kurumuş otlar bir süre sonra yerini çıplak toprağa bıraktı. Hissettiği kötülükten ötürü çıldıran atların bağlandığı ölü ağaç uzaktaki bir leke gibi onları selamladı. Ardından Hikan'ın eski dostunun postuna bürünmüş caniyi avlamak için geldikleri Salera İkiz Dağları'nın yanından geçtiler. Vakit ilerledikçe bazı sıvasız evler, çoban kulübeleri, derme çatma gözcü kuleleri görülür oldu. Misaki tanıdık yüzlerin arasında kalmadan önce adımlarını sapa bir yola yönlendirdi. Bodur ağaçların ve çalıların çevrelediği bu dar patika onları meraklı gözlerden sakınıyordu. Geniş bir yay çizerek kasabalardan uzak durmaya çalıştılar.


En sonunda Misaki onları irice bir kayanın önünde durdurdu. Yanında taşıdığı küçük çantasından koyu mavi ipekten iki gömlek, kraliyetin resmi keşif kolunun üniforması olan beyaz kumaş üzerine turkuaz renkte işlemelerin olduğu iki ceket çıkardı. Onlar giyinirken hastalığı araştırmak üzere bizzat kralın görevlendirdiği birer kaşif gibi davranmalarını telkin etti. Kimeru bu sırada "Olmadığım biri gibi davrandığım yegâne maceramda ölümle burun buruna gelmiştim. Umarım büyücü cübbem benden intikam almayı planlamıyordur," diye düşündü. Misaki elindeki gaz lambasını bir kenara koyduktan sonra kayayı tek başına kaldırarak bir yer altı mahzeninin giriş kapısını ortaya çıkardı. Sato ve Kimeru'ya bu geçit yoluyla şatoya ulaşmalarını, kendisinin burayı abluka altına alan komutana gidip bir evrak imzalatması gerektiğini söyledi. Ayrılmadan önce gaz lambasını Sato'ya verdi.


Mahzendeki yolculukları üç beş basamaktan ibaret merdivenden inerek başladı. Ardından sonu görünmeyen bir koridorda yürümeye başladılar. Sato ile Kimeru mahzenin derinliklerine doğru ilerlerken çıyanların ve iri sıçanların rehberliğiyle çıkış yolunu bulmaya çalışıyordu. Duvarlar şatonun kısa geçmişini gösterircesine sağlam duruyordu. Yer yer baş gösteren çatlaklar ince bir yosun tabakasıyla örtüldüğünden fark edilmesi zordu. Koridorlar başlarına çökmeyeceğine dair söz veriyor gibiydi. Ancak hava küflü ve uzun süre solunamayacak kadar ağırdı. Vakit geçtikçe nefes almak zorlaşıyor, yutkunmakta güçlük çekmeye başlıyorlardı. Hoş bir akşamüstü gezintisini özletecek bu yürüyüş sırasında Kimeru aklında kalan son merak kırıntılarını da defetmek istedi.


"Ona karşı tavırların çok hızlı ve keskin bir şekilde değişti. İlk karşılaşmanız oldukça gergin geçmişti. Bunun altında bir neden olması gerektiğini düşünüyorum. Bu sadece aniden bastıran bir özlem olamaz, değil mi Sato?"


"Misaki'nin odamıza uğradığı sırada uyuduğunu sanıyordum. Galiba yanındayken daha temkinli davranmalıyım. Her neyse... İstediğin cevabı vereyim. Misaki onunla geçirdiğim dokuz yıl boyunca kendinden başkasını önemsemeyen, nankör, burnu havada bir hergeleydi. Bize ihanet ettikten sonra onun için kılımı bile kıpırdatmayacağımı o da biliyordu. Ancak yanınızdan ayrıldıktan sonraki konuşmamızda önümde diz çöküp gözlerinde yaşlar ile benden yardım istedi. Onu bu hale getiren şey ise üvey kızının da lanetlenmesiymiş. Kendi kanından olmayan, sadece menfaati uğruna babalık ettiği bir çocuğa karşı bunca şefkat duyması onun değiştiğini gösteriyor. Biriyle bağ kurmak insanlığın sahip olduğu en büyük hazinedir. Kim ne derse desin, hayatın yükü tek başına sırtlanmayacak kadar ağır. Sevgi tüm silahlardan daha fazla güç verir insana. Hem bu davayı üstlenmek konusunda karar vermem de hem de ona bakış açımın değişmesi de bu sebepledir."


Kimeru'nun zihninde kokusunu daha önce hiç almadığı bir çiçek filizlendi. Bu çiçek etrafını bahara çeviremeyecek kadar zayıf olsa da görkemli bir değişimin habercisiydi. Varlığını yeryüzünün geri kalanından soyutlayan, bağ kurmanın ne anlama geldiğini bilmeyen Kimeru, onun sözlerinin ve samimiyetinin etkisini derinden hissetmişti. Sebebini bilmediği bir rahatlama onu ele geçirdi. "Sanırım sana sırtımı gönül rahatlığıyla yaslayabilirim Sato," diye ağzından kaçırdı.


"Bu güzel sözleri neye borçlu olduğumu bilmiyorum. Yine de teşekkür ederim dostum. Sanırım yolun sonuna geldik. Bizi bu mahzene sokarken Misaki'nin aklından ne geçiyordu acaba?" diyerek önündeki tuğladan duvarı işaret etti. Gittikçe daralan koridor en sonunda bir çıkmaza ulaştırmıştı onları. Solucan deliği gibi olan yol kıvrılarak sık sık yönünü değiştirmiş buna rağmen onlara tercih edebilecekleri başka bir güzergah sunmamıştı. Sato geçtikleri onca yolu geri dönmek istemediğinden olduğu yere çöküp oturdu.


"Bizi bir tuzağın içine çekmiş olabilir mi? Sanırım hiçbir güvencem olmadığı halde ona inanmam bir hataydı."


"Bu gardiyan labirent denilen teknik ile örülmüş bir duvar, tuzak değil. Hazine avcılarının tatlı düşlerine konu olmuş servetini korumaya çalışan cimri bir derebeyi tarafından icat edildi bu teknik. Saklamak istediği kişiyi, nesneyi veya mekanı mesafe olarak yakın ama gözden uzak tutmayı amaçlar. Duvarın herkes tarafından görülebilen yüzü sıradandır. İçinde bulunduğu binadan şekil, bezeme ve yapı taşı olarak ayrışmaz. Yani kimse oradan geçmesi gerektiğini bilemez. Duvarın diğer tarafından, yani bizim bulunduğumuz kısmından bakıldığında ise tuğlaların belli bir uyum içinde sıralı olduğunu görürsün. Her biri farklı ebatlarda olan tuğlalardan biri ise anahtar taşıdır. Dışarıdaki kişi duvarı kaldırmaya girişmişse doğru tuğlayı çekerek başlamalıdır. Yanlış taşı çekerse duvar gürültüyle devrilir ve hırsız enselenir. Eğer geçidi şans eseri açan biri olduysa ve içeri girdikten sonra tuğlaları doğru sırayla dizmediyse sonuç yine aynı olur. Bu iki kural çift taraflı olduğundan güvenlik konusunda oldukça başarılı bir yöntemdir. Bizi karşılayan gardiyan labirent bir hazineyi korumak yerine şato ile bahçeyi birbirine bağlıyor. Muhtemelen gizli kaçış..."


Sato sabrını hızla tüketen ders niteliğindeki bu sözleri "Mimar olmayı düşünmüyorum, Kimeru. Lütfen şu geçidi aç ve yolumuza devam edelim," diyerek kesti. Soluduğu hava onun başını döndürmeye, ciğerlerine batmaya başlamıştı. Bu yüzden başka şartlar altında asla yapmayacağı üzere Kimeru'nun hevesli konuşmasını bölmüştü. Kimeru bu tepkiye oldukça bozulmuş ama renk vermemişti. Sadece "Sana anlatanda kabahat," diyerek kendi kendine söylendi. Hangisi olduğu bilinmediği takdirde tespit etmesi çok uzun zaman gerektirecek olan anahtar taşını tek bakışta bulmuş, tuğlaların sıralanma şeklini kısa sürede çözmüştü.


Ulaştıkları mekan bakliyat ve kuruyemiş çuvalları, peynir ve tereyağı helkeleri, kurutulmuş yiyeceklerin asıldığı ipler ile doldurulmuş sıradan bir kilerdi. Sato bir avuç badem, bir kalıp peynir ve haşlanıp kurutulmuş tavuk eti ile kilerden çıktı. Genç keşiş büyük bir ısrarla ganimetini Kimeru ile paylaştı. İstemeden de olsa üzdüğü arkadaşının gönlünü almak için "Şu labirent bostancısı tekniğini nereden öğrendin? Anlat bakalım. Merakla dinliyorum," dedi. Kimeru onun niyetini anlamış, karşılaştığı yufka yüreklilik onu gülümsetmişti. "Gardiyan labirent, labirent bostancısı değil. Beni nasıl dinledin acaba? Büyücüler şehir ve kale savunmasının en önemli halkasını oluşturduğu için kaçış yollarına, tahkimat düzenlerine, mimari sırlara hakim olmalıdır. Şövalye ve askerler düşmanla çarpışırken büyücüler uzun menzilli saldırılar yapmakla birlikte halkı bir an önce tehlikeden uzaklaştırmakla görevlidir," diye yanıtlasa da bir yumru boğazına oturdu.


"Sato sana bir şey söylemem gerekiyor. Fazla detay veremeyeceğim için ne demek istediğimi kendin anlamalısın. Ben Penas Timanar'da doğdum. Pek çok insan için ülkenin en doğusundan göç ettim. Fakat Penas Timanar'ın ötesi hayal değil. Ayrıca ekmeğini savaştan çıkaran insanların dilinden düşmeyen 'düşman' kim? Zihnimizde yarattığımız bir korkuluk mu? Yoksa bir savaş hazırlığı için mi ömrümüzü heba ediyoruz? Şövalyeler, keşişler, büyücüler... Ne için çabalıyoruz? Misaki'nin dediği gibi bu devletin neleri, nasıl saklayabileceği konusunda düşün."


Sato elinde kalan peynirin son parçasını ve birkaç bademi aynı anda ağzına attı. Lezzetli olduğunu belli edercesine gözlerini yumup mırıldandı. "Hey Kimeru, badem ile peynir birbirine çok yakışıyor. Denemelisin," dedi. Kimeru ile bir anlığına göz göze geldiler. Büyücü kısa bir süre şaşkınlıktan ne diyeceğini bilemedi.


"Gerçekten tanıdığım en garip insanlardan birisin. Başka biri dediklerimi duysa nice anlam çıkarırdı. Şimdi yemeği düşünmenin sırası mı?"


"Sorduğun soruların cevabı nedir bilmiyorum. Haklısın, başka insanlar muhtemelen pek çok şey düşünür, dişe dokunur yanıtlar verirdi. Kalbi kararmışların kökünü yeryüzünden kazımak gibi basit bir hedefi gerçekleştirmek için hasıraltı edilmiş gerçekleri, akıl almaz sırları ya da entrikaları bilmeme gerek yok. Ben hayata tutunma sebebi tek cümleye sığdırılabilecek kadar sıradan bir keşişim."


Kimeru onun hayat düsturunu öğrenince yine afalladı. Sato'nun kişiliğini inşa eden bu fikirler eşi bulunmaz cinstendi. Demirsancak aşiretinin cengaverleri, Hepermiyon'un çıtkırıldım asilleri, Aetir'in ölüm için gün sayan sakinleri göz önüne alınınca Sato eşsizdi. Kimseye benzetilemez, kimseyle kıyaslanamazdı. Kimeru onun önerdiği peynir badem tarifini denedi. "Gerçekten lezzetliymiş," dedi gülümseyerek. Ardından "Sözümü geri alıyorum. Sen tanıdığım en garip insansın," diye geçirdi içinden.


Şatonun yerin altındaki bölümünü ayaküstü atıştırmalar, gizemli ama bu gizemin umursanmadığı kısa bir sohbet ile geçti. Zemin kata geldiklerinde misafirlerin gözünü boyamak adına donatılmış, geniş ve süslü bir kabul salonuyla karşılaştılar. Duvarlara ünlü şahsiyetlerin at üzerinde resmedildiği tablolar, kiraz ağacından sehpaların üstüne konulmuş pahalı vazolar, ince işçilik ürünü olan halılar göz alıcıydı. Bu şaşaalı odanın tüm şatoyla birlikte sessizliğe gömülmüş olması dışarıda cereyan eden felaketin bir özetini oluşturuyordu. Ardından duvar kağıtlarının gizlediği bir kapı açıldı. Cep yakan harcamaların tüm ışığını söndürecek kadar asık suratlı bir hizmetçi kendini gösterdi. Belli belirsiz bir mimik ile kendisini takip etmelerini söyledi. Sorgusuz sualsiz girdikleri bu saklı kapı onları önce karanlık bir koridora ardından şatonun üst katlarına götürdü. Lordun çalışma odasına ulaştıklarında hizmetçi onları durdurup içeri girmeden önce birkaç uyarıda bulundu. "Efendimiz ile konuşurken sesinizi yükseltmemeye, doğru şekilde hitap etmeye ve o izin vermeden oturmamaya dikkat ediniz. Rütbeniz ne olursa olsun bir lordun karşısında bulunduğunuzu unutmayın. Aksi takdirde size hatırlatmak zorunda kalacağım," dedi küt kesilmiş kahverengi saçlarını el yordamıyla düzelterek. Ne genç keşişin ne de büyücünün suratına bakmadığından giydikleri üniformanın azametine gölge düşüren kırıntıları fark etmemişti. Telaş içinde gömleğinin cebinden bir mendil çıkararak onların yüzünü silmeye yeltendi. Bir yandan da "Görgü kurallarından habersiz bir şekilde mi yetiştirildiniz acaba?" diye söylendi. Sato onu durdurmaya çalışsa da o görevini layıkıyla yerine getirmeye kararlıydı.


Sato her tarafında papirüs tomarlarının, onlarca cilt kitabın, haritaların ve şişelerin olduğu geniş ama bunaltıcı odaya girince hizmetçinin tüm ikazlarına rağmen içten bir selamlamaya girişti. "Zor olsa da yine karşılaştık eski dostum. Bizi bu kadar gözlerden ırak tutmaya gerek var mıydı?" dedi. İzin istemeyi aklının ucundan bile geçirmediği koltuğa oturduktan sonra önündeki sehpaya ayaklarını uzattı.


"Bir özrü hak ettiğini biliyorum ama başımıza örülen çorabın büyüklüğünü bu yolla kavradığını düşünüyorum. Gönlünü almak için iştah açıcı bir ziyafet hazırlattım," dedi Misaki. Kapının önünde duran ve şaşkınlığını saklamakta zorluk çeken genç kız efendisiyle misafirin arasındaki samimiyeti sorguluyor, daha kibar davranmadığı için pişmanlık duyuyordu. Misaki bir el işareti ile onu yanına çağırıp konuklarına takdim etti. "Livien ile tanışmanızı istiyorum. Hizmetçi kıyafeti giymesi sizi aldatmasın. Halkın arasındayken casusluk, şatodayken hainlere karşı muhafızlık, baş başayken danışmanlık görevini üstleniyor. Livien, sana bahsettiğim üzere misafirlerimiz bizi ele geçiren laneti ortadan kaldırmak için buraya geldiler. Kızıl saçlı beyefendi kolayca tanıyabileceğin üzere Penas Timanar'ın fatihi olan Demirsancak aşiretinden Kimeru. Temsil ettiği manastırın şanına yakışacak kadar haşmetli görünen genç ise manastırda tanıştığım eski dostum Sato Rüzgarkıran. Aşçıya haber ver de yarın ne yapacağımızı konuşmadan önce karnımızı doyuralım," dedi.


Livien büyük bir özenle, bir nevi özür dilercesine reverans yaptı. "Tanıştığımıza memnun oldum," dedikten sonra mutfağa gitmek üzere odayı terk etti. Fedakarlık göstererek laneti çözmek için kasabaya gelenlere, efendisinin çocukluk arkadaşına kabalık etmekten dolayı derin bir üzüntü duyuyordu. Ardından duyduğu kahkahalar hislerini perçinledi. Oysaki keşiş, Misaki'nin sözlerine gülüyordu.


"Övgün koltuklarımı kabartsa da bu kadarına gerek var mıydı diye düşünmeden edemiyorum. Perjev'deyken bahsettiğim balatları okumanın sırası mıydı şimdi?"


"Halk hastalığı kontrol altına alamadığımdan bana kin güdüyor. Bu yüzden Livien size araştırmalarınız sırasında eşlik edecek. Saygısını kazanamazsanız yardımını da edinemezsiniz. Onun sıcakkanlı olmadığını anlamışsındır. Araştırmalarınız sırasında gereken desteği alabilmeniz için onun aklında sizin açınızdan bir soru işareti olmamalı," dedi Misaki. Birkaç dakika sonra çalışma masasını donatan çeşit çeşit yemeğin eşliğinde ettikleri sohbet hastalığın nasıl bastırılabileceğini konuşarak başladı. Ardından Misaki destan anlatır gibi bir ses tonuyla Sato ile yaşadığı maceraları anlatmaya başladı. Gece sona ererken Livien büyük bir kahramanı ağırladığının farkına varmıştı.