Küflü havanın mengene gibi sıktığı ciğerlerini bir nefesle doldurma çabası öksürmesiyle sonuçlandı. Kızıl saçlarının gölgelediği gözüne sızan bir damla ter irkilmesine neden oldu. Ceketinin iç cebinden çıkardığı yavruağzı rengindeki mendiliyle yüzünü sildi. Bütün bir günü yürüyerek geçirdiğinden yorgunluk ve sırt ağrısı, borç tahsil memurlarının acımasızlığını hatırlatır biçimde üstüne çökmüştü. Demirkar mevsimi yeryüzündeki hakimiyetini Gümüşnar dönemine bırakmak üzere olduğundan son bir defa yün yorgana sarınıp şöminenin yanında uyumayı istiyordu. Harlı ateşin kıyısına bırakacağı birkaç kestaneyi çay eşliğinde yemek de keyifli olabilirdi. O sırada artık yalnız olmadığını hatırladı. Kuracağı hayallerin bir köşesine Aetir'de tanıştığı arkadaşlarını iliştirmeliydi. Unutmak üzere olduğu gelincik şerbeti tarifini deneyip onlara sunabilirdi. Böylelikle Perjev'in sınırındaki ormanda yapılan kahvaltının borcunu ödeyebilirdi. Borçlu kalmamak üzerine olan takıntısı bu küçük hatıranın hafızasından silinmemesine neden olmuştu. Gözlerinin içine ölümün zifirî karanlığıyla bakan, zehirli nefesler soluyan canavarı bertaraf ettikten sonra sakin bir zihin gerektiren planlarını kurmaya devam edebilirdi. Kimeru, korkunun zerresinin dahi yüreğine yuvalanmasına izin vermemişti. Eski şövalyenin 'amok' haliyle yüzleştiği sırada kendinden hiç ummadığı bir şekilde korkuya teslim olmuştu. Bileklerine vurulan kelepçe gibi onu baskı altın tutan hiçbir duyguya boyun eğmemesi gerektiğini zor yoldan öğrenmişti. Birkaç adım ötesinde cesaretle dolup taştığını gösteren keşişin kuduz bir köpekle dalaşmaya hazırlanan sokak kedisi gibi kabarması onu daha da yüreklendirmişti. Artık geri çekilmek bir seçenek olmaktan çıkmıştı.


Omzuna astığı deri çantadan kiremit rengindeki asasını çıkardıktan sonra insan ile akrebin kırması dev canavarla yüzleşmek için öne çıktı. Babasının öğrettiği üzere bir Demirsancak askerinin çavuşuna selam verdiği sıradaki gibi topuklarını yere vurup tanrıya seslendi. "Kai'moru Va'ad: Reharis Kielen" dedikten sonra ejder başlı asasını ateş yağdırmak amacıyla canavarın üzerine doğrulttu. İşaret ettiği yerde esen sıcak rüzgar çemberler çizmeye, kızıl bir hortum oluşturmaya, titreşen tozları tutuşturmaya başladı. Çatırdayan kıvılcımlar birleşince alevden onlarca mızrak yaratığın üzerine yağmaya başladı. Yere inen her mızrak barut fıçısı gibi patlayıp ortalığı cayır cayır yaktı. Sarıya çalan alevler tavana kadar yükselirken yaratık bir kaide gibi yerinden kımıldamamış, kendini sıcağın koynuna teslim etmişti. Acının varlığını hatırlatan ne bir çığlık ne bir sızlanma duyuldu. Kimeru yaptığı büyünün etkisinden şüphelenmeye başlamışken kara dumanların arasında yaratığın kısmen kömürleşmiş bedeni göründü. İlk halinden pek farklı görünmediği için hayatta olup olmadığı tahmin edilemezdi. Bu belirsizliği yaratığın yetişkin bir ağaç boyundaki kolunu onlara doğru savurması sona erdirdi. Sato ile büyücü iki ayrı yöne sıçrarken darbenin etkisiyle ortalık toz bulutuyla kaplandı. Sato boğazına kaçan tozdan öksürerek kurtulmaya çalışırken üzerine doğru gelen akrep iğnesini fark etti. Duvara saplanan bu devasa iğneden son anda eğilerek kurtulan Sato yaratığın düşündüğünden daha hızlı hareket ettiğini anladı. Sıradan bir ucube ile savaşmadığını fark edince kendini tutması için bir sebebinin olmadığını düşündü.


İsteni kirel sekale alzima, ofriah rosa ilsivel sekale ludima. Nei karnel terasis, talei arel ferefis. (Öfke ok kadar sivri, merhamet anne yüreği kadar sıcak. Af dileyen arınacak, isyan eden vurulacak.)” dedi kollarını iki yana açarak. İki elini göğüs hizasında birleştirdiği zaman yeşile çalan yoğun bir buhar dalgası onu sarmaladı. Kestane rengindeki gözleri tanrının kutsal dokunuşuyla aniden taze yaprakların yeşiline dönüp parıldadı. Zihnini işgal edip onu kısıtlayan onlarca fikri bir kenara iterek ruhunun derinliklerine saf gücün yerleşmesine izin verdi. Damarlarında dolanan kan hızlanıp fokurdadı. Henüz yaratık duvara saplanan iğnesini çıkarmaya vakit bulamamışken Sato düşmanının sırtında belirdi. Büyücü onun ne zaman hareket ettiğini görememişti. Sadece geçtiği yolu gösteren ince bir ışık çizgisi vardı. Sato yumruğunu canavarın sırtına indirirken yardığı hava onun kuvvetini ve hızını gösteriyordu. Önlem alınamayacak bir kudrete sahip olduğu yadsınamazdı. Fakat rakibinin ondan aşağı kalır yanı yoktu. Yediği darbenin etkisini fark ettirmeden uzun kolunu genç keşişe doğru savurdu. Duanın etkisiyle sınırlarını aşmış keşiş, bu saldırıdan havadayken attığı bir geriye doğru salto ile kurtuldu. Henüz yere inmemişken Kimeru'nun büyüsü duyuldu. "Kai'moru Va'ad: Vavelin Kudeta" diye haykıran büyücünün asası ejderhaların sıcak nefesini andıran düzensiz ve yıkıcı alevler püskürttü. Yaratığın göğsünü hedef alan bu büyü dikkat çekmekten fazlasına yaramadı. Yaratığın hedefi haline gelen büyücü bir kulaç boyundaki akrep bacakları tarafından tepelenmek üzereydi. Yeri döverek ilerleyen canavar Kimeru'yu ezip geçecek bacağını havaya kaldırdı. Genç keşiş bunu fark edince dostunu belinden kavrayıp nispeten daha güvenli bir yere taşıdı. Kimeru kurtulduğunu içinde savaştıkları alanın uzak bir köşesinde kendini bulunca anladı.


"Saldırılarımız onu sivrisinek kadar bile rahatsız edemiyor. Bir zayıf noktası yoksa burada ölüp gideceğimiz kesin." dedi Sato. Ardından yeryüzünün hızıyla övünen canlılarını kıskandıracak bir hızla koştu. Ete kemiğe bürünmüş terörle arasındaki mesafeyi yarıya indirdiği zaman sıçradı. İki kulaçlık bir yüksekliğe ulaştığı zaman yaratığın göğsüne önce yumruk, hemen sonra kendi ekseninde dönerek bir tekme indirdi. Biraz da olsa sendeleyen canavar Sato'yu yine iğnesiyle deşmeyi denedi. Sato yaratığın akrep kuyruğu gibi boğum boğum olan kabuklu kolundan destek alarak düşmanının kafasına bir tekme indirdi. Yere düşmekte olan keşiş, canavarın karın boşluğuna diziyle vurdu. Karşı hamleye fırsat vermeden geri döndü.


Bu dövüşü uzaktan seyreden büyücü Sato'nun bir anda yanında belirmesiyle irkildi. "Canının yandığına dair hiçbir belirti yok. Nasıl bir garabet bu böyle!" dedi keşiş. Kimeru bir plan kurmak için savaşın başından beri çabalasa da fikirleri bir araya gelmekten uzaktı. Bütün büyü gücünü açığa çıkarırsa canavarı kül edebileceğini biliyordu. Fakat bu saldırı Sato'yu da öldüreceği için vazgeçti. Ateşini hakkıyla kullanabilmesi için Sato'nun güvende olması gerekiyordu. Dahiyane olmasa da bir plan kurdu. "Yaratığa arkadan saldırırsan rahatça büyülerimi kullanabilirim. Böylelikle hem daha etkili oluruz hem de ucubenin kafasını karıştırırız." diyen Kimeru'nun sözleri üzerine Sato, göz açıp kapayıncaya kadar yaratığın arkasına gitti. Duanın verdiği inanılmaz bir kuvvetle yükselip zincirleme saldırısının ilk darbesini indirdi. Boynunun hemen altına aldığı darbeyle öne doğru eğilen yaratığın sırtından biraz kabuk döküldü. Kimeru asasıyla havada birkaç işaret çizdikten sonra "Kai'moru Va'ad: Galen Kamitsu" diyerek büyüsünü tamamladı. Art arda oluşan onlarca ateşten çember dehşet verici düşmanı vurdu. Kimeru bu saldırıyı pekiştirmek için ikinci büyüsünü ekledi. "Kai'moru Va'ad: Rinegar Yasuna" deyince onlarca alev oku büyücünün üzerinde ortaya çıktı. Çemberlerin içinden geçen oklar canavarın göğsünü yaktıktan sonra yok oldu. Bu sırada Sato üzerine düşen görevi canla başla yerine getiriyor, her bir yumruğun ardına bir yenisini ekliyordu. Sert kabuğa vurdukça yaralanan eli duanın etkisiyle iyileşiyor, akan kanı yeri ıslatıyordu. Canavar iki ateş arasında kalmanın cezasını daha fazla çekmemek için çıldırmış gibi kendi etrafından dönmeye başladı. Sadece yarattığı rüzgar bile Kimeru'nun dengesini bozmuş, keşişi de onun yanına uçurmuştu.


Kimeru devrildiği yerden asasına tutunarak kalkarken keşiş çoktan ayaklanmış, içinde bulunduğu durumdan habersiz gibi gülümsüyordu. Büyücü ona neye sırıttığını sormak üzereyken Sato cevabını bir avuç et parçası ile verdi. "Sırtının büyükçe bir kısmını sert kabuktan arındırabildim. Beni buraya savurmadan önce tutunmaya çalıştım ama bu et elimde kaldı. Baksana, dokununca pamuk gibi lime lime oluyor. Ne yapman gerektiğini biliyorsun değil mi?" diyen keşişi başıyla onayladı Kimeru. Sato bunun üzerine onu sırtına alarak koşmaya başladı. Büyücü bu sırada sınırlarını anlayamadığı hıza yakından şahit oldu. İki cümlelik bir duanın armağanı onu çok şaşırtmıştı. Bir nefeslik sürede kendini canavarın arkasında bulmuş, hemen ardından Sato tarafından fırlatılmıştı. Keşişin bahsettiği soyulmuş bölgeye doğru ilerlerken asasını bir kılıç gibi öne doğru uzattı. Hedefine vardığı zaman son kez kutsal sözleri söyledi. Vakit kaybetmeden asasını söküp kendini yere bıraktı. Zemine değmeden keşiş tarafından yakalanıp alanın dışına taşınmıştı. İlk kez acı dolu bir çığlık koparan yaratık bedeninin içinde yanmaya başlayan ateşin etkisiyle kıvranmaya başladı. Pembeden beyaza çalan eti cayır cayır yanarken bilinçsizce etrafa saldırıp duvarlara vurdu. Yeraltı sığınağını titreten debelenmesi son bulana kadar ateş onu yakmaya devam etti. Koca bedeni yere devrilince geriye içi boşalmış bir kabuk kaldı.


Bu zorlu imtihanı geçen iki dost savaş alanına son kez bakıp yola devam etti. Duanın etkisi yavaşça sona ererken Sato'nun gözleri eski rengine döndü. Yürürken zorlanmaya başlayan Sato, kendini çok yorduğunu belli ediyordu. Kimeru ise kayda değer ölçüde büyü gücü harcamış, hafif bir kalp çarpıntısı baş göstermişti. Yeraltı sığınağının devamı insan elinin pek değmediği bir hal alınca rahatça yol katetmek güçleşmişti. İki arkadaş duvara tutunarak yürümek zorunda kalmıştı. Dikit ve sarkıtların her an kopacak gibi durduğu tünellerde karanlıkta görünmeyen taşlara sıkça takıldılar. Kendilerini bekleyen sıradaki düşmana kolay lokma olacakları hallerinden belliydi. İyice daralan tünelde sürünmelerini gerektiren bir geçit gördüler. Sato'nun geniş omuzları, adaleli kolları ona sorun çıkarsa da biraz uğraşla buradan da geçebildiler. Bu doğal engeli aştıkları zaman onları karşılayan manzara tuhaftı. Yere serilmiş işlemeli halı, sıvalı duvarlara sıra sıra asılmış gaz lambaları ve ölmek üzere olsa da bulunduğu konum itibariyle mucizevi görünen çiçeklerin konulduğu vazolar ile süslenmiş şık koridor, nereden geldiği belirsiz taze bir hava ile doluydu. Sato ile Kimeru biraz önce çektikleri eziyeti unutturan bu mekanda bir süre ne yapacaklarını bilemedi. Birkaç adım ötedeki, tavana kadar uzanan ceviz ağacından kapının açılmaması gerekir diye düşündüler tutuldukları şaşkınlığın etkisiyle. Bu garipliğe alıştıktan sonra çekingen adımlarla ilerleyip kapıyı açtılar.


Onları bekleyen salonun gök mavisine boyanmış duvarları usta ressamların elinden çıkmış tabloları barındırıyor, dört bir yana iliştirilen heykeller ev sahibinin sanatseverliğini açıkça gösteriyordu. Üzerine doğa manzaralarının işlendiği sütunların desteklediği bu odada büyünün yarattığı ışık hüzmeleri tavanda süzülüyor, yeraltında olduğunu unuttururcasına odayı aydınlığa boğuyordu. Bir köşede duran sedir ağacından yapılmış masanın üzerine serilen parşömenler, lüks deriyle ciltlenmiş ona yakın kitap, gümüşten yazı takımı odaya bir akademi havası veriyordu. Masanın hemen yanına kocaman bir sandık konulmuştu. Ayaklarının altındaki halı salon boyunca dosdoğru uzanıp bir tahtın önünde son buluyordu. Tahta rahatça yerleşip bacaklarının üzerine koyduğu kitabı büyük bir dikkatle okuyan adam onları fark edince sanki yıllarca beklediği birini huzuruna kabul ediyormuş gibi gülümseyerek ayağa kalktı. Yirmilerinin başında olduğu henüz tüyü bitmemiş temiz yüzünden anlaşılan bu genç adam koyu kahverengi iri gözlere, ince ve kalkık bir burna, uzun kirpiklere ve gür kaşlara sahipti. Soluk kahverengi saçları omuzlarına değecek kadar uzundu. Dizlerine kadar inen tuniğin üzerine bulut motifleri işlenmiş, sivri burunlu bir çizme ve pantolon giymişti. Beline bağlanmış kemer ince vücudunu ortaya çıkarıyordu. Soylu bir avcıyı anımsatıyordu.


"Fakirhanem uzun zamandır misafir ağırlamaktan mahrum kaldığından sizleri görmek beni mutlu etti. Hoş geldiniz. Atlattığınız badireleri bir önlem olarak düşünün lütfen. Kişisel bir mesele değildi anlayacağınız. Hizmetkarımı ortadan kaldırmanıza da kızmadım. Sonuçta onun görevi buydu." dedi. Öne doğru eğilip kralını selamlayan bir derebeyi gibi reverans yaptı.


Sato yaşadığı gariplikler silsilesinden ötürü oldukça afallamıştı. Kara büyücüyle yüzleşmesinin de bir savaştan ibaret olacağını tahmin etmişti. Böyle sıcak bir karşılamayı aklının ucundan bile geçirmemişti. Doğanın gözle görülmeyen akışına odaklanarak karşısındaki gencin yaydığı hissiyatı inceledi. Asıl sorun burada başlıyordu. Genç adam belirgin bir kötülük saçmadığı gibi temiz bir doğaya sahipti. Kara büyü, gücünü kirli bir kalpten alırdı. Oysa önünde duran genç bunun tam tersini gösteriyordu. Bir an yanlış kapıyı çaldığını sandı. Çözümü ise onu sorgulamakta buldu. "Bu tepenin yamacındaki kasabalara hastalık saçan kara büyünün kaynağını araştırıyoruz. Senin bu işte parmağın var mı?" diye sordu. Sesinde tehdit ettiğine dair bir tını olmasa da iplerin kendi elinde olduğunu belli etmişti.


"Sanırım bir yanlış anlaşılma söz konusu. Hastalık kara büyüden kaynaklanmıyor. Eğer çiçek hastalığına sebep olan kişiyi arıyorsanız, o benim. Bu arada adım Kotarin. Yanınızdaki beyefendi Kimeru Demirsancak olmalı. Siz kimsiniz peki?" dedi. Bir suça karıştığının bilincinde değilmiş gibi davranıyordu. Bu kadarı ise Sato'nun öfkesini ateşlemeye yeterdi.


"Alay edildiğimi bilmek beni sinirlendirir. İşlediği günahın farkında olmayan, çok matah bir iş yapıyormuş gibi bunu söyleyenler beni sinirlendirir. Vaktimi çalmaya niyetlenenler beni sinirlendirir. Görüyorum ki bunların hepsini yapmakta kararlısın. Öfkemi kusmak için yeterince sebebim ve çok az sabrım var. Doğru düzgün konuşmaya başlarsan iyi edersin." dedi Sato kaşlarını çatarak. İşaret parmağını öğrencisini azarlayan öğretmenler gibi havada sallamıştı.


"Alay etmediğime emin olabilirsiniz. İyi kalpli insanlara göre günah işlediğimin farkındayım ve bununla övünmüyorum. Vaktinizi çalmak değil beraber güzel vakit geçirmek istiyorum. Buraya kadar geldiyseniz misafirim sayılırsınız. Ne istediğinizi tam olarak söylerseniz belki yardımcı olabilirim."


Kimeru çalışma masasının yanındaki sandalyeye oturup soluklanmıştı bu kısa tartışma sırasında. Durumu değerlendirmek için yeterince vakti olmasa da Kotarin ile Sato'nun konuşmasından hayır gelmeyeceğine emin olmuştu. Sorumluluğu devralmanın vakti geldi diye düşündü.


"Hastalığın sona ermesini istiyoruz. Karşılığında ne istediğini söylersen anlaşma sağlayabiliriz. Laneti bozman karşılığında talep ettiklerin Lort Misaki aracılığıyla yerine getirilecek." dedi Kimeru. Karşılaştığı sorunları çözerken Sato kadar duygusal davranmaması gerektiği Büyü Akademisi'nde öğretilmişti. Yeterince koza sahipse girdiği her pazarlıkta başarılı olabileceğine emindi. Misaki'nin çaresizlikten kaynaklanan cömertliğini istediği kadar kullanabileceğini biliyordu. Kotarin onu dinledikten sonra gözlerini yumup ellerini göğüs hizasında birleştirdi. Bir süre bu halde durduktan sonra gözlerini açtı. "İsteğinizi yerine getirdim. Dürüst olmak gerekirse başka çarem de yoktu sanırım. Bunun karşılığında bir talebim olmayacak" dedi. Kimeru kara büyünün telaffuz edilmesini beklemiş, Kotarin'in ritüeli üzerine hayal kırıklığına uğramıştı. Okullu bir büyücünün kara büyüyle karşılaşması ender rastlanan bir olaydı.


Bunun üzerine Sato saçlarını sıkıntıyla karıştırarak söylendi. "Bütün bunlar çok anlamsız. Bir aptalın yazdığı komedyayı mı oynuyorsun acaba? Neyin peşindesin sen? Artık sizli bizli konuşmayı bırakıp düzgünce anlat derdini." dedi. Kotarin'in haddinden fazla olan kibarlığı, alışılmışın dışındaki tavırları, geçmişinde yüzleştiği düşmanları aratacak uysallığı Sato'nun aklını bulandırmıştı. Kimeru kara büyücülerin anlaşma yoluyla defedilebileceğini, öldürmenin tek seçenek olmadığını anlatmıştı. Yine de en kötü ihtimalle daha sert geçen müzakereler yoluyla istediğini elde edebileceğini düşünmüştü. Böyle olmasını beklemiyordu. Kotarin'in davranışlarının altında bir dikkat dağıtma amacı güttüğünü düşündü. Fakat çok geçmeden bu fikrinden de vazgeçti. Genç adam söylediklerinde samimi görünüyordu.


"Peki, öyle olsun. Ayaküstü anlatılmayacak kadar uzun bir hikayem var. Fakat biraz bahsetmem gerekirse hayat beni peşinde olmaktan gurur duymadığım bir mücadelenin içine attı diyebilirim. Kendine Sefirler diyen, ilahi ve büyük amaçları olan bir ekibin üyesiyim. İsmin berbat olduğunun farkındayım. Sefir kelimesini kullanan son kişinin üç yüz sene önce öldüğünü, Elçiler diye anılmamızı önerdim ama kabul edilmedi. Buradaki görevim sona erene kadar gözlerden uzak olmam gerekiyordu. Gördüğün üzere çuvalladım. Bununla birlikte hizmetkarım öldürüldüğünden size diklenmemin bir anlamı yok. Muhtemelen beni birkaç dakika içinde yerle bir edebilirsiniz. Bu şartları göz önünde bulundurunca hastalığı ortadan kaldırıp buradan çekip gitmek mantıklı geldi. Kazancı olmayan bir mücadele akla yatkın olmazdı, değil mi ?" dedi Kotarin. Ardından sandığın yanına gitti. "Uzun süre dayanabilecek yiyecek ve içeceklerden başka bir erzakım yok. Tattan tuzdan yoksun olsa da karın doyuruyorlar. Kusura bakmazsınız umarım." dedikten sonra sandıktan biraz kurutulmuş et ve kuru yemiş, bir testi su çıkardı. Çalışma masasının üzerinde açtığı yere tabakları koyduktan sonra Sato ve Kimeru'yu eliyle davet etti. Çekinerek de olsa masanın etrafına yerleşen iki arkadaş birbirine bakınınca Kotarin onları yatıştırmak için gülümsedi. "Merak etmeyin. Hastalık ve zehir uzmanlık alanım olsa da düşündüğünüz kadar tehlikeli biri değilim. Gönül rahatlığıyla yiyebilirsiniz." dedi. Gergin bir havada gerçekleşen bu yemek sırasında Sato başına gelenleri düşündü. Kotarin'in etrafında cereyan eden bütün olaylar çok garip duruyordu. Kalbinde kötülüğün yer almadığı bu genci anlamanın yolu dinledikleri birkaç cümleden fazlası olmalıydı. İşlediği günahın büyüklüğüne rağmen ona zarar vermek içinden gelmiyordu. Affedilemez gördüğü suçun hele ki kurbanlarının çektiği acıyı gördüğü bir işkencenin zanlısını kendi haline bırakmak içine sinmiyordu. Ne yapacağını şaşırmıştı.


Kimeru lokmasını yuttuktan sonra aklındaki soruyu masaya serdi. "Dürüstlüğünü ve mantıklı davranmanı takdir ediyorum. Umarım konuşmamızın devamında bundan taviz vermezsin. Şimdi cevap ver bakalım. Elizen Zefir ile ne tür bir bağlantın var? Parçaları birleştirince ikiniz arasında tesadüf diyemeyeceğim kadar ortak nokta var." dedi. Kotarin'in bu soruyu beklemediğini fark edince şüphelerinin temelsiz olmadığını anladı. "O da benimle aynı grupta. Bundan daha fazlası değil benim için. Ölümünü görmeyi beklediğim kişilerden biri sadece. Onun tekerine çomak sokan sizsiniz sanırım. Sefirlerin hedefi olmak istemezsiniz. O yüzden ileri gitmemenizi öneririm." dedi Kotarin. Kimeru için tahminlerini doğrulamaktan daha fazlasını ifade etmeyen bu sözler Sato'nun dikkatini çekti. Büyücünün Hikan'dan bilgi almış olduğunu, öldürdüğü Elizen'in bir şekilde Kimeru ile karşılaştığını ve Kotarin'in görünenden fazlası olduğunu anladı.


Yemek faslı bittikten sonra Kotarin küçük bir çantaya iki kitap ile üç tomar parşömen, çıkacağı yolculuk için azık ve birkaç parça kıyafet koydu. Bu sırada kendinden emin ve ikna edici bir tavırla "Kasabaya indiğiniz zaman çocukların iyileştiğini görebilirsiniz. Ters giden bir durum olursa bu tepeye çıkarak nerede olduğumu görüp beni yakalayabilirsiniz." dedi. Gitmeden önce mührü kırılmış bir zarfı Sato'ya uzattı. "Yirmi dört saat geçmeden bu zarfın içine bakmayacağına yemin edersen sana verebilirim. Yardımı dokunacağına eminim. Ne dersin?" dedi. Sato'nun onaylaması üzerine zarfı masanın üzerine bıraktı. "Bir daha görüşmememiz iki tarafın da yararına olur. Kendinize iyi bakın." deyip odadan çıktı. Sato onun ayrılışını izlerken verdiği kararların doğruluğunu sorguladı. Sonunda olması gereken bu sanırım diyerek kendini yatıştırdı. Yine de soğukkanlılığı ve zekasıyla öne çıkan Kimeru'nun fikrini almak istedi.


"Bütün bu olanların abesliğinden ne yapacağımı bilemedim. Çekip gitmesine izin vermekle doğru mu yaptık sence?" diye sordu Sato.


"Alacağın diğer bütün kararlar bundan daha iyi sonuçlar vermezdi. Buna emin olabilirsin. Ardında bir kült ya da ordu olan herkes bizim çapımızı aşar. Eğer dedikleri doğruysa Kangiri Lejyonu çoktan onları avlamaya çıkmıştır. Sana tavsiyem bu tür davaları çok fazla ciddiye almaman. İstediğini aldıktan sonra devamını getirmeye çalışmak daha büyük sorunlar doğurmaktan başka bir işe yaramaz. Şövalyeler bile bazı olayları parayla çözme yoluna gidiyor. Düşmanı ele geçen ilk fırsatta infaz etmek her zaman iyi olmaz." dedi Kimeru. Ruh için çıktığı yolda başka insanların derdine ayıracak çok fazla vakti yoktu. Yardımına ihtiyacı olduğu Sato'nun da kendiyle aynı fikirde olmasını istiyordu.


Geldikleri güzergahtan geri dönerken Sato'nun aklında şüphenin hayaleti, Kimeru'nun zihninde geleceğe dair planlar dolanıyordu. Asma merdivenden yukarı çıkıp tepenin zirvesine vardıkları zaman Kotarin'in Erravan'a doğru yavaş adımlarla ilerlediğini gördüler. Başlarını çevirip kasabalara bir bakış attıkları zaman sokakların insan seliyle dolup taştığını gördüler. Sevinç çığlıkları onlar tepeden indikçe daha belirgin oluyor, görevin başarıyla tamamlandığını onlara bildiriyordu. Kasabaya varmalarına birkaç adım kala ihtiyar kasap, yaşından beklenmeyen bir çeviklikle koşup yanlarına geldi. "Söz verdiğiniz gibi hastalık tanrının eli değmişçesine silinip gitti. Kasabanın her yerinde isimleriniz yankılanıyor. Kurtarıcımızsınız! Sağ olun, çok sağ olun!" diye avazı çıktığı kadar bağırdı yaşadığı mutluluğun ve heyecanın etkisiyle. Sato bunun üzerine bir elini adamın omzuna koyarak "Biz lordunuz Misaki'nin emriyle buraya geldik. Minnetinizi sunmanız gereken kişi odur. Emeğimizin karşılığını vermek istiyorsan bunu herkese anlatabilirsin." dedi. İhtiyar adam geri dönerken Kimeru genç keşişe bu hareketinin nedenini sordu. "Buraya yerleşmeyeceğimiz için ahalinin bize saygı ve sevgi duymasına gerek yok. Misaki'nin ise buna ihtiyacı var." diye cevapladı. Sözleri sona ermek üzereyken eski dostunun adına yapılan tezahüratlar duyulmaya başladı. Sato ile Kimeru insanların arasına karışmamak için yolu uzatarak şatoya gittiler. Şatonun bahçesi başkentten yollanan yetkililerin ve kutlama amacıyla gelen kasabalıların kalabalığıyla kuşatılmıştı. Gözlerden uzak bir pencereden atlayarak bir çalışanın odasına girdiler. Kimsenin olmadığı uygun vakti kollayarak Livien'in onlara gösterdiği gizli geçitten şatonun üst katlarına uzandılar. Elindeki tomarlarla koridordan geçen bir şifacının uzaklaşmasını bekledikten sonra Misaki'nin odasına girdiler. Gülüşmeler eşliğinde Livien ile kadeh tokuşturan Misaki onları görünce ayağa kalkıp Sato'yu kucakladı.


"Hoş geldin eski dostum. Beni bu beladan kurtaracağına emindim. Hayal kırıklığına uğratmadığın için ne kadar teşekkür etsem az." dedi. Sato onun kollarından kurtulup "Kutlamaya başlamak için beni beklesen daha iyi olurdu." deyince Livien ayağa kalkıp onlar için içki doldurmaya gitti. Kristal bir sürahiden bardaklara şarap doldururken sahte bir söylenmeyle genç keşişe "Kahvaltıda buluşacağımızı söylediğin için bu saatte bir hazırlığa girişmedim. Ama istersen şimdi masayı donatabilirim." dedi. Sato'nun onayı üzerine aşağı kata inip gerekli emirleri verdi. Gecenin geri kalanı, üzerinden büyük bir yük kalkan Livien ve Misaki'nin halinden memnun tavırlarıyla, iki dostun bir görevi tamamlamanın gururuyla su gibi akıp gitti. Başından geçenleri üstünkörü anlatan Sato atıştırmalar eşliğinde günü tamamlamış, büyücü ile Misaki'nin idari konulardaki sohbetine sıra gelince oturduğu koltukta sızmıştı. Onun üzerine bir çarşaf örten Livien ise efendisinin anlattıklarının abartıdan uzak, duyduğu saygının yerinde olduğunu anlamıştı. Büyük bir kahraman ile tanışmanın getirdiği hissi taşıyordu yüreğinde.


O sırada ay ışığının görünür kıldığı Erravan yolunda yürüyen genç adam bir ıslık tutturmuştu. Bazen ayağıyla ufak çakıl taşlarına vuruyor, yumuşak toprağa bıraktığı izleri seyrediyordu. Gün ışıyana kadar serin havanın tadını çıkararak yürümek, yırtıcı kuşların sesini dinlemek, ara sıra karşılaştığı ağaçların kokusunu almak istiyordu. İki aylık yıpratıcı süreci öyle ya da böyle tamamlamıştı. "Seninle aynı sofrayı paylaşmak çok güzeldi Sato ağabey. Seni kendi ellerimle tehlikenin göbeğine atmak istemezdim. Fakat arayışında sana yardımcı olacak bir ipucu vermek, alacağın intikama az da olsa katkıda bulunmak istedim. Hayatta kal lütfen." diyen Kotarin gecenin karanlığında kayboldu.