Pamuksu bulutlarla kaplı göğü şenlendiren kuşlar gamsızca yol alıyor, bin bir rengiyle toprağı süsleyen çiçekler hoş kokular yayıyordu. Ne üşüten ne de ter döktüren bir hava vardı ki bu bile keyiflenmek için bir sebepti. Daha bunun gibi nice sebep vardı görünürde. Kar sularının eriyip beslediği nehirler doğanın can suyunu taşımakla yetinmeyip çeşit çeşit balığa yuva oluyordu. Geyiklerle vahşi atlar korkmadan bu nehirlerden su içiyor, uzaktan el sallayan ve sevinç çığlıkları atan çocuklara bakarak sakince kişniyorlardı. Bu manzaranın güzide bir parçası olan tavşanlar daha ürkek davranıyordu doğaları gereği. At arabalarının aheste ilerlediği güzergahın üzeri kalabalık olsa da herkesin önceliği huzurlu ve keyifli bir yolculuk olduğundan bir kargaşanın doğması mümkün gözükmüyordu. Bazen hep bir ağızdan şarkılar söyleyerek gözle görülebilen, tende hissedilen güzellikler selamlanıyordu. Kahvaltı yapılırken birçok aile azıklarını paylaşarak güzel sofralar kurmuş, bu sayede kaynaşıp ahbap olmuşlardı. Yol boyunca şakalaşmalar, gülüşmeler eksik olmamıştı bu aileler arasında. Akşam yemeği kentte yenirse aynı masayı paylaşacakları belliydi. Festivalde ise kol kola verip dans edeceklerdi tüm gece.


Gözlerini gölgeleyen kızıl saçlarını elinin tersiyle düzelten büyücünün yanında oturan Ren de bu güzel yolculuğun tadını çıkaranlardan biriydi. Onun için eğlence daha yolda başlamıştı. Kibarlığı ve güler yüzü sayesinde konvoyun yarısıyla tanışmıştı şimdiden. Gün boyu ona çeşitli yiyecekler ikram edilmiş, o da karşılıksız bırakmamıştı hiçbirini. Sato festivalden bahsettiği günden beri bunun için sabırsızlanıyor, hazırlıklarının sonunu bir türlü getiremiyordu. Hala bir eksiğinin olduğunu düşünerek arada sırada çantasını kontrol ediyordu. Oysaki galibarda rengindeki elbisesinin içinde büyüleyici ve eksiksiz görünmüştü arkadaşlarının gözünde. Bu elbiseyi kırışmasın, kirlenmesin diye bir kılıfın içine koymuş, arabanın en emniyetli yerine yerleştirmişti. Büyük bir hevesle satın aldığı takıların ve özel olarak yaptırdığı ayakkabısının da zarif göründüğüne emindi. Kimeru ise görünüşünü beğendiği ve üzerine yakıştırdığı kaşif kıyafetinin yenisini diktirmişti. Bu seferki en sevdiği, daha doğrusu sevdiği yegane renkler olan siyah kumaşın üzerine kırmızı şeritli bir tasarımdı. Hoş görünmüştü kıyafeti denerken ve şövalyenin tavsiyesi üzerine o da bir kılıfın içinde saklıyordu festivalde giyene kadar. Geçmiş güzel günlerin tadını az da olsa alabilmenin hayalini kuruyordu. Bu bile onun örümcek ağlarıyla sıvanmış kalbini biraz olsun hareketlendirmişti. İçinden geldiği gibi eğlenecek, ilerisini düşünmeyecekti.


Arabanın içindeyse koyu bir karanlık hakimdi. Sessizlik uzadıkça uzuyor, giderek can sıkıcı bir hal alıyordu. Sato kalbinde cenaze alaylarını uğurladığı halde yüzüne sahte bir gülümseme yerleştirmişti. Yüzü boyanmamış ahşap bir maske kadar cansızdı. Aklında binlerce gagası kanlı akbaba, gözlerini oymaya niyetli kargalar uçuşuyordu. Rol yapma konusundaki beceriksizliği onu ele vermekte gecikmedi. Bu yetenekte ustalaşmış olan Hikan onun için endişelenmişti. "İstediğin zaman bana içini dökebilirsin. Buna ihtiyacın olduğunu görebiliyorum." dedi dostane ve sıcacık bir sesle. Bu küçücük dokunuş bile yeterli olmuştu keşişin yelkenleri suya indirmesi için. Sato yüzündeki maskeyi indirip kendini hislerine teslim etti. Zihninin labirentinde attığı her adım onu hüznün kucağına götürüyordu. Düşündüklerini içinden geldiği gibi anlatmak iyi gelebilirdi belki. Fakat bu göründüğü kadar kolay değildi. Kotarin'in mektubundan bahsetmek istemedi. Kesin kararını verene kadar bir sır olarak saklamayı düşünüyordu. Birkaç gün önce üzerine üşüşen kederi dökebilirdi masaya. "Perjev'deyken sadece ikimizin gittiği görevi hatırlıyorsun, değil mi? Hani, Elizen davasının ilk adımını atmıştık o gün. Çocukları o sapıkların pençesinden kurtarmıştık. Üzerinden bir hayli vakit geçse de bu hala benim için bir övünç kaynağı. Ama o gün canından ettiğimiz çiftçileri de unutamadım. Cani zannederek öldürdüğümüz o insanlar kandırılmış ve buna mecbur edilmiş zavallılarmış. Olabildiğince hayat kurtarmak için çıktığım bu yolda çok kez hata yaptım. Bazen bu amaca uygun olmadığımı düşünüyorum." dedi. Konuştukça sesi kısılıyor, utançla başını göğsüne çektiği dizlerinin arasına gömüyordu.


Hikan sıkıntıyla derin bir nefes aldı. Sato'nun pişmanlığa yenik düşmek üzere olduğunu fark etmişti. Hikan sınırları kesinkes çizilmiş bir hedefin peşinden gidiyordu bir süredir. Zamanı gelince bütün gözlerden uzak bir köşeye çekilip unutulmayı umacaktı. Başarı, başarısızlık, vazgeçiş ya da kararlılık terazinin dengesini bozmazdı. Ancak geleceğini yüce bir amaç uğruna harcamaktan çekinmeyen Sato'nun pes etmesini istemezdi. O 'kahraman' olarak daima hatırlanması gereken biriydi. "Hislerini anlayabiliyorum ama haksız olduğunu söylemeden de edemeyeceğim. Şehir ahalisi sıcak yatağında uyurken, askerler bile görevini yerine getirmezken sen hayatını tehlikeye attın. Aklından bir kez olsun kirli bir düşünce geçmedi. Kanın aktı, canın yandı ve sen bunu umursamadın. Masumların kurtarılmasını önemsedin sadece. Bu uğurda kaybedilen suçsuz veya değil, kandırılmış ya da bilinçli insanlar için üzülmekle yükümlü değilsin. Kendine sadece şu soruyu sormalısın: Olaylar farklı gelişseydi için rahat edecek miydi? O mağaraya hiç gitmeseydik, savaşmasaydık, çocuklar o heriflerin elinde kalsaydı daha iyi mi olacaktı?" dedi Hikan. Bu sözleri inanarak, süslemeye gerek duymadan söylemişti.


"Kendime ne söylersem söyleyeyim bu pişmanlığı kolayca göğsümden söküp atamıyorum. Binbaşının yardımıyla o çiftçilerin ailelerini tespit ettim. Ödülden payımı aldıktan sonra onları ziyaret ettim. Amacım yoksulluklarını sona erdirip onlardan özür dilemekti. Bunu yapamadım. Gözlerinin akı ağlamaktan kızarmış çocukların karşısında boğazım düğümlendi. Ayaküstü bulduğum yarım yamalak bahanelerle parayı bir köşeye bırakıp oradan uzaklaştım. Elimdeki kanı satın almışım gibi..." dedi Sato ellerine korkuyla bakarak. Hikan'ın sormasını istediği sorular bir tohum gibi filizlenmeye başlamıştı onun vicdanında.


"Belki de öyledir. Döktüğün kanın diyetini ödemişsindir belki de. Bu bile senin içindeki iyiliğin bir kanıtı sayılır. Tanıdığım çok az insan böyle bir yardım elini uzatır. Beni iyi dinle, Sato. Yeryüzünde söylemeye dilimin varmadığı sürüsüyle kötülük kol geziyor. Benim gibiler damarına basılmadığı müddetçe sırtını dönüp gitmeye meyillidir. Ve benim gibilerin sayısı bir hayli çoktur. Bütün yük sen ve senin gibi iyilik için çabalayan bir avuç insanın omzundadır. Bu sebeple şüpheye düşmemen gerekir. Şüphe seni amacından alıkoyan bir düşman, tökezlemene neden olan bir taştır. Ona yüz vermemen gerekir. Aksi takdirde hayatı senin kararlılığına bağlı olan zavallıları yüzüstü bırakırsın." Bu sözlerin üzerine Sato pişmanlığın darbesiyle göğsüne düşmüş başını kaldırdı. Hikan'ın dediklerine hak vermeden edemezdi. Yürüdüğü yoldan şüphe ederse duraksar, kat ettiği mesafeyi hiçe sayarak geri adım atabilirdi. Ufuktaki parıltıya inanması, onun ardından gitmesi gerekiyordu. Bu sefer içten bir gülümsemeyle Hikan'a teşekkür etti. Arabanın köşesinde duran bir sandıktan birayla doldurulmuş birer matara çıkardıktan sonra Hikan'a uzattı. Atlar yavaşça Erravan'a doğru ilerlerken onlar içkilerini yudumlayarak sohbet ettiler. Bu sohbet doğanın temiz ve tazeleyici havasına uygun düşecek biçimde keyifliydi.


Akşama doğru kafile onlarca gaz lambası ile aydınlanan, zaman zaman ateşlenen havai fişeklerle gökyüzüne de bu aydınlıktan payını veren Erravan'a vardılar. Kent eğlenceye ve sevince boğulmuş, kahkahaların çınlayan sesine teslim olmuştu. Sokaklar ülkenin dört bir yanından gelen misafirlerle dolup taşmıştı. At arabasını ahıra teslim ettikten sonra aceleyle bir hana eşyalarını teslim eden arkadaşlar kendilerini festivalin kucağına attılar. Eski şövalye ve büyücü kıyafetlerini değiştirip onları bekleyen dostlarına katıldılar. Eğlencenin en yoğun yaşandığı yer olan şehir meydanına doğru yürüdüler. Onlarca enstrümanın neşeli nameler saçtığı bu alanda insanlar kendini müziğin seline kaptırıp çılgınca dans ediyordu. Sato birkaç adım geriye attıktan sonra şöyle bir bakıp dans partnerini aradığı sırada genç bir kadın onun elini tutup meydanın ortasına sürükledi. Keşiş dansın ritmine uyum sağlamakta zorluk çekmedi. Gandesur'un elinden tutup sürüklemesiyle hiçbir festivali kaçırmamış, bu sayede dans etmek konusunda oldukça tecrübe kazanmıştı. Kimeru onu izlerken keyiflenmiş, bir alkış tutturmuş olsa da bu durum çok sürmedi. Seke seke yanına gelen bir neşeli bir kadın onu dansa davet etti. Büyücü bu teklifi kabul ettikten sonra katıldı kalabalığa. Ren ile Hikan'ın bir partner aramasına gerek yoktu. Kısa bir an birbirlerine baktıktan sonra kol kola girip eğlenmeye başladılar.


Belirli bir düzene ihtiyaç duymadan, gönüllerinden geldiğince dans eden kalabalığın topuğu altında ezilen toprak akan terle de ıslanmaktaydı. Müzik yükseldikçe insanlar içlerinde birikip duran heyecanın etkisiyle coşmaya başladı. Davulların tok, kemanların ince, flütlerin titrek sesi sona erdiği zaman kimse hevesini bastıramamıştı. Uzak bir köşede sırılsıklam olmuş kıvırcık saçlarını düzeltmeye çabalayan tıknaz bir adam bağırarak herkese bir yudumda bitirmek kaydıyla içki ısmarlayacağını duyurdu. Kafaya dikilince çarpan içkilerden sonra kıvraklık ve düzen gerektiren danslar etmek oldukça yaygın bir gelenekti. Eğlenceli bir meydan okumaydı işin özü. Üzerinde onlarca bardak taşınan tepsilerle içkiler sunulduktan sonra bu ikramdan nasiplenen müzisyenler çalgılarını var gücüyle çalmaya başladılar. Kalabalık da meşhur şarkının sözlerini hep bir ağızdan söylemeye başladılar.


"Herkes bilir o diyarın namını / Suları ayna gibi, bal gibi tatlı / Ormanından yemişler fışkırır / Elmalar, ayva ve yaban kirazı / Evleri saray gibi, bin bir katlı" İnsanlar iç içe geçen halkalar şeklinde birbirinin kollarına girerek dans etmeye başladı.


"Herkesin düşlediği bu diyarın / Varmış bir kralı, kim umursar / Sarayından taşar çil çil altını / Harcamakla azalmaz" Cömertliğini göstermek isteyenler ceplerinden çıkardığı bakırları saçtılar ortaya. Haylaz çocuklar yılan gibi kıvrılarak kalabalığın arasına karışıp paraları topladı. Onların bu çabasını fazlasıyla ödüllendirmek isteyenler ceplerine birkaç gümüş de sıkıştırdı. Sato da onlardan biriydi.


"İşte bu diyarı aramaya yollandı / Köylü oğlu soylu Tin Terebentin / Yüz bakırı var yalnız, cılızdır atı / Gömleği yamalı, ahşaptır kılıcı / Sallamayı bilmez Tin Terebentin / Aldı azığını, şafakta yola çıktı / Onu uğurladı anası, babası / Onu karşıladı ejderler, cadı / Hep kaçtı soylu Tin Terebentin / Sorsalar savaşmayı sevmez / Zaten kimsecikler sormazdı" Ara verilmeden söylenen bu dizelerin sonunda alkolün etkisiyle devrilen birkaç kişi oldu. Ezilmesinler diye arkadaşları tarafından bir kenara çekilenlerin yerini yenileri aldı.


"Az gitti, uz gitti, yolu yarıladı / Dereleri geçti, tepeler aşıldı / Bir han çıktı karşısına iki katlı / Hancı onu kahraman sandı / Verdi en güzel odasını / Ayakları yıkandı, saçları tarandı / Şanslıydı köylü oğlu Tin Terebentin / Verdi kalbini hancının kızı / Aşkla buluştu dudakları / Hancı bundan hoşlanmadı / Fare gibi kovalandı Tin Terebentin" Erravan'dan üç tiyatrocunun bu sahneyi canlandırması için insanlar geniş bir çember şeklinde kenara çekildi.


"Az gitti, uz gitti yüreği yaralı/ Vardı en sonunda o diyara/ Köylü oğlu soylu Tin Terebentin/ Ne yazık ki bunu anlayamadı / Nerededir o diyar, kimseler bilmez / Zaten Terebentin kimselere söylemez" Son dize hep bir ağzından söylendikten sonra ayaklar yere vurularak, kollar iki yana açılarak dans bitirildi.


Müziklerin tüm gece devam edeceği, şehrin çalgılarla inletileceği belli olsa da Sato meydanın dışına doğru seğirtti. Erravan'ın ev sahipleri tarafından misafirlere ikram etmek için hazırlanmış çeşit çeşit yiyeceğin kokusu ciğerlerini doldurmuş, karnını acıktırmıştı. Burnunun rehberliğine güvenerek yürümeye başladı. Birkaç sokağı geçtikten sonra hedefine ulaştı. Başka zamanda dükkanların ve fırınların bulunduğu iki yüz adımlık bir alanın her iki tarafına da tezgah ve raflar dizilmişti. Haşlanmış, kavrulmuş ve fırınlanmış et, yahni, kurutulmuş ve taze meyve, kurabiye, pasta, börek... Sato nereden başlayacağına bir türlü karar verememekteyken bir ses duydu. "Ödüllü yemek yarışmasını kaçırmak istemezsiniz, millet. Lezzetin doruklarına çıkmakla kalmayacak, büyüleyici ödüller kazanacaksınız." Sato bunun üzerine etrafına rengarenk flamalar asılmış, tabelalar ile süslenmiş bir dükkanın önüne gitti. Yarışmasına katılmaya niyetli görünen bu iri yarı keşişin yaklaşmakta olduğunu fark eden, davul gibi göbeğini mor entariyle kapatmaya çalışan sarı benizli adam neşelendi. Sato daha ağzını açmamışken onu omzundan tutup dükkanının içine soktu. Bu sırada pes etmeden önüne konulan her yemeği bitirenlerin yüz altından pay alacağını söyledi. Genç keşiş için bu kadar bilgi yeter de artardı. Yemek yiyecek ve para kazanacaktı. "Gayet kârlı" diye düşündü. Taburelerin ikişerli sırayla dizilerek oluşturulmuş bir seyirci kısmı, yerden iki karış yukarıda duran bir sahneden ibaret olan dükkanda dört iri adam yarışmanın başlamasını beklemekteydi. Sato'nun da dahil olmasıyla başlama düdüğü çalınmış oldu. Dükkan sahibi birkaç adım öne atıp seyircileri selamladı.


"Hanımlar ve beyler, bu senenin katılımcıları birbirinden dişli görünüyor. Kazananı tahmin etmenin, bahis oynamanın zor olacağını bilsem de bunun için burada olduğunuzu biliyorum. Yardımcımın size vereceği kağıda kime oynadığınızı ve adınızı yazıp parayı o kağıda sararak diğer yardımcımın uzattığı kesenin içine atabilirsiniz." dedikten sonra dükkanın arka tarafında onun işaretini bekleyen şefe seslendi. Taşıdıkları ağır tepsileri yarışmacıların önüne koyan aşçılar seyirciyi selamladıktan sonra sahneyi terk etti. Dükkan sahibi tombul adam süre sınırının olmadığını, yine de seyirciyi çok bekletmemeleri gerektiğini söyledikten sonra başlamalarını rica etti. Yarışmanın ilk ayağı üç tane büyükçe etli börekti. Sato sakince ama büyük ısırıklarla bu sevdiği böreği yerken diğer iki adayın arkasından atlı kovalıyormuş gibi yediğini gördü. Hızlıca tıkanacaklarını tahmin ettiğinden içi rahatladı. İlk aşamada elenen olmadığından ikinci tabaklar tepeleme koyun buduyla getirildi. Sato mercek altına aldığı iki yarışmacının yavaşladığını, yerken zorlandığını fark etti. Uzağında kalanın ise kendinden emin bir şekilde devam ettiğini gördü. Bu sefer de kimse pes etmedi. Devamında patlıcan ezmesi ile dana kavurma getirildi. Genç keşişin yemek seçmediği herkesçe bilinse de patlıcana sıcak bakmadığı o an ortaya çıktı. Aslında yemeyecekti fakat buraya kadar geldikten sonra pes etmek hoşuna gitmezdi. Güç bela tabağı bitirdiği zaman hemen yanı başında duran adamın elini ağzına götürdükten sonra ayaklanıp sahneyi terk ettiğini gördü. Bir rakip elemenin rahatlığı çöktü üzerine. Daha sonra sunulan tavşan yahnisi de diğer rakibini elemişti. Sato baş başa kaldığı adama baktığı zaman onun fidan gibi ince ve uzun yapılı olduğunu, bunca yemek yediği halde yüzünde bir renk değişimi olmadığını gördü. En sonunda getirilen balık çorbasını içerken ağzına kadar dolup taştığını fark eden Sato kaşığını bir kenara koyup ellerini teslim olur gibi havaya kaldırdı. Şaşırtıcı olsa da bir yemek yarışmasının finalinde pes etmişti.


Kazanan adam ayağa kalktıktan sonra seyirciye reverans yapmak için eğildi. Ne yazık ki başını doğrultamadan olduğu yere yığılıp kaldı. Seyirciden bazıları üzüntüyle bağırıp çağırırken büyük bir kısmı sevinç çığlıkları koyuverdi. Sato tam olarak anlamlandıramasa da kazandığının farkına varmıştı. Yaklaşık kırk kişilik kalabalık ona güvenmiş, bu güvenleri karşılıksız kalmamıştı. "Kazananımız bilincini yitirdiğinden sona kalan yarışmacımızı galip kabul edeceğiz." diyen tombul adam ödülü paylaştırmadan getirip Sato'nun avcunun içine koydu. Sıra bahislerin sonuçlandırılmasına geldiğinden genç keşiş burada kalmasının gereksiz olduğunu düşündü. Bayılan adamı kucakladıktan sonra dükkandan çıktı. Ödülün yarısını onun cebine koyduktan sonra adamı bir başka dükkanın sahibine emanet etti.


Genç keşiş yol üzerinde satın aldığı bir şişe şarabı yudumlayarak meydana geri döndü. Kimeru'yu bir köşedeki boş sandıkların üzerine oturmuş, dans eşiyle sohbet ederken gördü. Siyah saçları omuzlarında kesilmiş, buğday tenli, kemikli bir yüze sahip olan, otuzlarının ortasında görünen bu kadının gözlerinde büyücüye karşı yumuşak bir bakış yakaladı. Onların muhabbetini bölmemek için başka bir sokağa saptı. Bu sokakta geleneksel içki sergilerinin kurulduğunu görünce elindeki şarap şişesini bir kenara bıraktı. Onun için eğlencenin ateşini harlayacak kıvılcım bulunmuştu. Bir dövüşe hazırlanıyormuş gibi gerindikten sonra en yakınındaki sergiye doğru yürüdü. Burada tadı oldukça yumuşak olan şampanyalar vardı. Sato birkaç bardağın ardından istediğinin bu olmadığına karar verdi. Arayışına devam ettiğinde karşısına likörler çıktı. Meyve tadının baskın olması ilk yudumlarda hoşuna gitse de bayması pek uzun sürmedi. Bir sonraki sergide ikram edilen rom onu tokat gibi çarptı. Tepeden tırnağa yıldırım çarpmış gibi titredi. Onun bu haline gülen sergi sahibi başkentin mahzenlerinde yıllarca saklanmış, daha sonra özenle seçilmiş şarapların sunulduğu bir tezgahı işaret etti. Bu tavsiye üzerine genç ve çakırkeyif keşiş yalpalayarak oraya yöneldi. Tadım yapmak ve satın alacağı şarabı seçmekle geçirdiği sürenin sonunda halinden oldukça memnundu. Bir öncekinden çok daha kaliteli bir şişe şarabı kafasına dikerek yoluna devam ederken bir anda karşısına bir adam çıktı. Sanki kırk yıllık arkadaşıymış gibi onu görünce sevinen bu adam Sato'yu şaşırttı.


"Yüce Yondaru çaresizliğimi görüp bana bir keşiş yolladı. Yalvarırım bana yardım et, iyi kalpli dostum. Dükkanımdaki şövalye bozması bilek güreşinde karşısına çıkardığım herkesi yeniyor. Böyle giderse gecenin sonunda beş parasız kalacağım. Keşişler ile şövalyelerin arasının bozuk olduğunu bilirim. Onu yenmek seni de mutlu edecektir." deyince Sato hiç duymamış gibi yürümeye devam etti. Fakat adam çaresizce öne atılıp onun yolunu kesti. "Lafımı bitirmeme izin vermedin. Eğer bir tur da olsa onu yenebilirsen sana en temizden yirmi beş gümüş para vereceğim." dedi. Sato onun ısrarından vazgeçmeyeceğini düşünüp teklifi kabul etti. Para kazanmak veya bir şövalyeyi yenmek adamın sandığı kadar önemli şeyler değildi onun için. Kısa süreli bir eğlence gözüyle bakmıştı Sato. Onun gösterdiği dükkana girdiği zaman hep bir ağızdan haykırılan tezahüratlar üzerindeki uyuşukluğu atmasına yetti. Gaz lambaları ilk başta onu rahatsız etmiş, gözlerini kamaştırmıştı. Işığa alıştığı zaman Ren'in bir taburede oturup karşındaki boğa kadar iri adamla bilek güreşi yaptığını gördü. Yanı başında oturan Hikan bir kesenin içindeki parayı saymaktaydı. Kendisinden yenilmiyor diye bahsedilen eski şövalye Ren'in iyi kazanç sağladığı belli oluyordu. Dükkanın bir kirişine yaslandıktan sonra gülümseyerek onları izledi. Ren'in rakibi tüm gücünü kullansa da bir ilerleme kaydedemiyordu. Onun uğraşları hiçbir fayda vermeyince durumdan sıkılan Ren tek hamlede güreşi kazandı. Tabureden oflayıp puflayarak kalkan adamın yerine geçen Sato dostuna selam verdikten sonra yarışmaya dahil olduğunu söyledi. Bu zamana kadar kazananı belli gören ve yarışmayla pek ilgilenmeyen Hikan onların karşılaşmasını izlenmeye değer bulduğundan hafifçe öne doğru eğildi.


Genç keşiş ile eski şövalyenin elleri kavuştuktan sonra yarışmanın sahibi bir bezle onları bağladı. Üçten geriye saydıktan sonra meydanı onların mücadelesine bıraktı. İlk başlarda birbirinin kuvvetini küçük hareketlerle sezen arkadaşlar bir noktadan sonra ciddileşmeye başladı. Masa uygulanan kuvvetten ötürü zangırdamaya başlasa da iki tarafta rakibinin bileğini bir nebze olsun bükememişti. Kısa bir süre sonra güçlerinin tamamını açığa çıkarmadıkları müddetçe kazananın olmayacağını anladılar. Sato boşta kalan eliyle masanın bir köşesine tutundu. Ren ise öne doğru eğilerek desteği bacaklarından almaya başladı. Dirseklerin bastırılmasından ötürü masa yavaşça çatlıyordu. Sato ellerinin titremeye, kaslarının yanmaya başladığını hissetti. Ren sevimli yüzünden beklenmeyecek biçimde güçlüydü. Manastırda çok az keşişin ham gücü onunla boy ölçüşebilirdi. Sato'nun kolu yavaşça eğilmeye başladı. Kaybediyordu. Elinin masaya değmesine çok az kalmıştı. O sırada aklına bir taktik geldi. Aniden elini serbest bırakıp yenilmeye biraz daha yaklaştı. Ren'in boşluğa düştüğünü, şaşırdığını görünce tüm gücünü kullanıp onun elini masaya vurdu. Son hamlesiyle bilek güreşini kazanmıştı.


Hikan teatral bir havayla ayağa kalkıp yakındı. "Ah, ne acı! Bunca turdan sonra yenilmek insanı üzüyor." dedikten sonra para kesesini Sato'nun kucağına bıraktı. Bu sırada yarışmanın sahibi büyük bir hırsla kazancını tanıdıklarından toplamakla meşguldü. Sato boşta kalan eliyle bezi çözdükten sonra ağrıyan yerlerini ovmaya başladı. Şövalyelik eğitiminin aradan geçen bunca zamana rağmen körelmediğini fark etti. Bu Sato'ya göre memnun kalınması gereken bir durumdu. Sonuçta Ren düşmanı değil bir dostuydu. Ren ise ilk defa kayda değer bir rakiple karşılaştığı için oldukça keyifliydi. Sato hakkı olan yirmi beş gümüşü aldıktan sonra Hikan'ın verdiği keseyle birlikte dükkandan çıktı. Onu takip eden arkadaşlarıyla birlikte gecenin devamında ne yapacaklarını konuşmaya başladılar. Bir süre sonra aralarına Kimeru katılınca takım tamamlanmış oldu.


"Birlikte dans ettiğin kadına kanın ısındı sanırım. Bir türlü kopamadın ondan. Aslında uzaktan bakınca çok yakışıyorsunuz." dedi Sato. Misaki'nin kasabasından dönerken büyücünün sataşmalarını unutmamıştı. Vakit intikam alma vaktiydi. Fakat büyücü ondan bu fırsatı esirgeyecek kadar kurnazdı. Gayet doğal bir tavırla omuz silktikten sonra "Evet, çok hoş bir kadındı. Birkaç gün sonra buluşmak için sözleştik. Alagossa'ya seyahatimizi ertelememiz gerekebilir. Belki de bensiz devam etmelisiniz." dedi ve yalandan bir üzünç ifadesi takındı. Sato'nun şaşkınlıkla koyduğu "Ne?" nidasından sonra büyücü hınzırca sırıttı. "İşte cesaret böyle bir şeydir, dostum. Sen de Livien'i beğendiğini söyleyebilsen keşke." deyince Ren önemli bir olayı kaçırmışçasına kulak kesildi. Livien'in kim olduğunu sorunca Kimeru oltasına büyük balık yakalanmış bir balıkçı gibi keyifle ve sakız gibi sündüre sündüre Misaki'nin yardımcısını tarif etmeye, Sato'yla aralarında geçen sohbetleri anlatmaya başladı. Sato kulaklarını tıkayıp önden yürürken arkasında sonu hiç gelmeyecekmiş gibi duran bir dedikodu vardı. Ara sıra Ren'in "Ya, bak sen şu işe!" veya "E, sonra o ne dedi?" gibi sözlerini duyuyor, Kimeru'nun ona göre oldukça sıradan olan şeyleri olabildiğince allayıp pulladığını düşünüyordu.


Keşişin yanına gelen Hikan'ın "Geçit töreni birazdan başlayacak." demesi üzerine tiyatroların bulunduğu süt beyazı mermerle inşa edilmiş sokağa doğru ilerlediler. Burada bir tiyatro binasının yüksek basamaklarına oturup kendileri gibi törenin başlamasını bekleyen insanların arasına karıştılar. Çan ve flüt seslerinin dört bir yana yayılmasıyla başlayan geçit töreninin ilk adımında askerlerin flamalarla yürüdüğü görüldü. Kimi yüzlerde zoraki kimisinde yürekten gelen onurlu ifadenin yanı sıra omuzları gösterişli bir biçimde dimdikti. Onları takiben ağır zırhlı at arabalarının yürüyüşü başladı. Atların üzerine şehrin zenginliğini gösteren ışıl ışıl kumaşlar serilmişti. Daha sonra askeriyenin haşinliğini yumuşatmak için çiçekle yüklü bir araba geçti. Arabanın üzerindeki gencecik ve hayat dolu kızlar sokağın iki yanında durup onları izleyenlere çiçekler saçıyor, dans edip şarkılar söylüyordu. Bir çocuk kendisine uzatılan bir buket çiçeği daha öncesinde görüp hayran kaldığı Ren'e götürdü. Şövalye onun saçlarını ve yanaklarını okşadıktan sonra çocuk hoplayıp zıplayarak, kıkırdayarak ailesinin yanına döndü. Daha sonra sokaktan sarı ve turuncu renkteki yerel kıyafetleri içinde, Kuzeyini'nden gelmiş insanlar geçti. Onların danslarla ve hokkabazlık gösterileriyle süsledikleri yürüyüş henüz tamamlanmamışken sokağın başında Hepermiyon'dan gelmiş kafile göründü. 'Kültür Kenti' sıfatını Erravan'dan almaya niyetlenen bu kafile sahneyi Kuzeyini'nden zorla devralmıştı. Bayrakların uyum içinde sallanmasıyla, ağızdan ateş püskürtmeyle, tahta bacakla yürümeyle yetinmeyip yanlarında iki de fil getirmişlerdi. Filler diz çöküp seyircileri selamlıyor, boyunlarına asılmış kovadan su çekip havaya püskürtüyordu. Herkesin yüreği ağzına gelmiş, ağızları bir karış açık kalmıştı. Bu iri olmalarına rağmen yumuşak tabiatlı hayvanların varlığı çoğu misafir için sadece bir söylentiden ibaretti. Karşılarında kanlı canlı bir şekilde görmek unutulmaz bir deneyim olmuştu.


Bu gösteri kadar büyüleyici olmasa da görülmeye değer olan, üç insan boyundaki bir ejderha maketi getirildi. Masallarda tarif edildiği gibi inşa edilen bu maketin çocuksu bir ürkütücülüğü vardı. Ejderhanın ağzından yayılan alev cılız kalınca bir ateş büyücüsü olan Kimeru bunu kabullenemedi. Onun sayesinde geceyi büsbütün aydınlatan bir ateş kızıl ve yeşil renklere boyanmış ejderhanın ağzından fışkırdı. İzleyenler hayretle bir adım geriye atsa da daha sonra alkışlarla ejderha maketini uğurladılar. Kimeru da olması gereken budur diyerek kabaran göğsüyle alkışlara dahil oldu. Ardından ellerinde epelerle gelip annelerin yemek yemeyen çocukları korkutarak hafızalara kazıdığı gulyabani, karabasan, hayalet ve tepegöz gibi canavarlarla savaşan adamlar geçti. Abartılı tavırlarla seyircinin dikkatini çekmeye çalışan bu akrobat takımı sıra konusunda şanslı olmadıkları için yeterince etki yaratamadılar. Son olarak başlangıçta olduğu gibi askerlerin yürüyüşü görüldü. Bunlar insanların hangi şehirde bulunduklarını hatırlamaları için yürüyen Erravan askerleriydi. Parlak zırhları ve temiz yüzlerinin saçtığı ışıltı onların askerden ziyade efsanelerdeki kahramanlar gibi görünmelerini sağlıyordu. Ancak Erravan'ın emniyetli çatısı altında savaş görmedikleri, zor zamanlar geçirmedikleri herkes tarafından biliniyordu. Onlar sokağı terk ettikleri zaman geçit töreninin bütün tantanası sona erdi ve tiyatroların bulunduğu sokak sakinliğe kavuştu.


Sato ve arkadaşları kalabalığın dağılmasını bekledikten sonra adımlarını diğer şehirlerden getirilmiş enteresan malların satıldığı sergi alanına çevirdi. Uzun kumaşlara koca koca harflerle yazılmış geçici dükkan tabelaları, rengarenk kağıtlara sarılmış paketlerle dolup taşan tezgahlar, satış yapmak için çırpınan insanlar, ortamı aydınlatmak ve malları ışıltılı göstermek için konulmuş onlarca gaz lambasıyla kuşatılmış bu alan onların ilgisini çekmişti. Sato arkadaşlarını tütsü satan yaşlı bir adamın yanına sürükledi. Bu adam göbeğine kadar inen ince sakalını sıvazlayıp bilmiş bir tavırla elindeki malların tarifini yaptı onlara. Satın almaya hevesli bir müşteri gibi görünen keşişin kokulara olan merakına şaşırmadan da edemedi. Sato birkaç hafta önce ormanda yaptığı sabah ayininin yerine bir yenisini koyamamıştı. Bu yüzden sıradaki ayinin ruhundaki kiri temizlemesi için özel bir ortam yaratmak istiyordu. Uzun süren sohbetlerden sonra Sato kendisine ağaçların insanı rahatlatan serin kokusuna sahip bir mum ve tütsü, Ren ise lavanta kokulu bir mum satın aldı. Yaşlı adam onları teşekkürlerle uğurlarken gümüş işçiliğiyle uğraşan sıradaki satıcıya doğru ilerlediler. Küçük hayvan figürlerinin yanı sıra gümüş plaka üzerine doğa manzaralarının kazındığı ürünler de vardı. Büyücü burada başını asilce havaya kaldırmış bir kurt figürü satın aldığı gibi Ren'e de gümüşten bir alageyik hediye etti. Sato memleketi Reksa'yı anımsatan bir gravür görse de taşınamayacak kadar büyük olduğu için almaktan vazgeçti.


Hikan'ın burada ilgisini çeken bir şey olmasa da biraz ötedeki satıcı onu çokça ilgilendiren sözler sarf ediyordu. Keşişle birlikte o tarafa yöneldi. Bir çulun üzerine oturan satıcı önündeki tahta sandığın içinden adına 'sigara' denen ince, beyaz kağıda sarılmış tütün çıkarıyordu. Pipo içenlerin mutlaka denemesi gerektiğini söyleyerek Hikan'a bir tane uzattı. Sato sadece bu tuhaf icadın ne olduğunu öğrenmeye geldiğinden satıcının ikramını geri çevirdi. Hikan adamın bir mum aracılığıyla uzattığı ateşle sigarayı yaktı. Dumanı içine çektiği zaman pipodan pek de farklı olmadığını anladı. Ateşe kolayca ulaşabildiği her yerde bu sigara denen icat pipo doldurmaktan çok daha kolay olacaktı. Ateş bulmaktan yana bir sorunu olamazdı çünkü yanı başında Kimeru vardı. İçinde yüzden fazla sigaranın olduğu bir kutu satın aldı. Sato ise beraber geçirdiği vakitlerde çok keyif aldığı, aynı amaç uğruna savaştığı, saygı ve sevgi duyduğu Binbaşı Utarit'in çocuklarına oyuncak satın almak istedi. Erravan'da geçireceği birkaç gün içinde hediyeleri ve Livien'e yazacağı mektubu yollayabilirdi. Ren'in tavsiyesiyle çocukların sevebileceği şirin oyuncaklar satın aldı. Sato ve arkadaşları ellerinde paketlerle, yarışmalardan kazandığı yüklüce parayla dolmuş keseleriyle, hafifçe sarhoş, oldukça tok ve mutlu bir şekilde geceyi geçirecekleri hana doğru yöneldiler.


Handa onlar gibi uykusu gelmiş ve yorulmuş birkaç kişi hariç neredeyse kimse yoktu. Hancı da yaşlı annesini müşterilerle ilgilensin diye bırakıp festivale gitmişti. Sato bozulan midesini düzeltsin diye birkaç peksimet alıp büyücü ve Hikan ile kalacağı odasına çıktı. Yatağa uzanmadan önce bir peksimeti midesine indirmiş, geriye kalan dilimleri arkadaşları arasında bölüştürmüştü. Tavanı seyreder gibi görünse de o gecenin şafağında Sato'nun zihnine yine karanlık fikirler üşüşmüştü. Arkadaşları çelik yaratmayı sağlayan ruh için Alagossa'ya gidecekti mutlaka. Alagossa yolu zorluydu, orada barınmak ise daha da zordu. Arkadaşlarını o şehirde kendi kaderlerine teslim edemezdi. Kargaşanın yuvası denen Alagossa'ya giden on üç günlük yolculuk yoğun bir çabayla sekiz güne indirilebilirdi. Bu da demek oluyordu ki genç keşişin kendi davasına ayırabileceği beş günü vardı. Sato kaderinin ilmeğini ya çözecek ya da tamamen boynuna geçirecek olan Kaladril Yıkıntıları'na gidecekti. Geçmişinin dehşet verici yüzünü tekrar görecekti. İçten içe bundan korkuyor ama hayatının sonuna kadar bir yükle yaşamayacağını da biliyordu. Yüzleşecekti ve sonuçlarına katlanacaktı.