Öyle karanlık koridorlardan geçiyorlardı ki bir meşalenin güçlü sarı ışığı bile önlerini aydınlatmaya yetmezdi. Koridorların sağında ve solunda bulunan kapıların çoğu kilitliydi. Kapısı açık olan birkaç odanın içi karanlıktan pek görünmüyordu. Konağın girişinden itibaren hiçbir yerde temizlikten eser yoktu. Zemin kattaki kapısı açık odalar ve koridorlar bazen kasabadan geçen yolcu ve serserilerin evi olduğundan çok tozlu değildi. Fakat oraya buraya bırakılan yiyecek ve içecek kaplarının etrafa dağılmış hali devlet binasına yakışmayacak bir görüntü arz ediyordu. Bu katta hiç kimsenin olmamasının yanında aniden terk edilmişliğin izleri vardı. Sato'nun içine girdiği bir odada yazı masasının üstündeki parşömenler ve kitaplar en son nasıl kullanılmışsa yine öyle duruyordu. Bir hokkanın içinde yüzen divit paramparça olmuştu. Sato bu manzaraya Ren'in sesiyle kendine gelene kadar bakıp durdu. Sonra yürümeye devam ettiler. Basamakları mermer, korkulukları ahşaptan olan merdivenlerden ikinci kata çıkarken adım seslerinin tüm konakta yankılandığını duydular. Ahşap korkuluklar dokunulduğu an parçalanıyordu. İkinci kata çıktıklarında alt kata kıyasla daha tertipli ve temiz bir manzarayla karşılaştılar. Büyücü ve valinin burada yaşadığı belli oluyordu.


'Koridorun sol tarafında büyücünün odası, sağ tarafında valinin odası var. Ses etmemeye dikkat edin.' dedi Hikan fısıltıyla.


Yavaş ve sessiz adımlarla koridorun sol tarafındaki bir kapının önüne vardılar. Kapının üzeri ahşap işlemeleri ve gümüş kakmalarıyla süslenmişti. Eskiden burada büyücülere gösterilen değerin ve itibarın iyi bir örneğiydi. Hikan kapının kolunu yavaşça indirdi. Kilitli olduğunu anladıktan sonra kapıyı nazikçe iki kere tıklattı.


İçeriden gelen 'Kim o?' sorusu neredeyse duyulmayacak kadar kısık sesle söylenmişti. Hikan 'Kasabalılar.' deyince kapının ardından demir şıngırtıları duyuldu. Çok geçmeden kapı açıldı. Kısa boylu, uykusuz geçen uzun çalışmalardan dolayı zayıflamış, kehribar renkli büyük gözleri hissiz bakan, toz içinde kalmış dağınık saçlara sahip, pasaklı biri ortaya çıktı. Elinde tuttuğu gaz lambasıyla konuklarının yüzlerini aydınlattı. Bir süre onları izledikten sonra kenara çekilip onları içeriye davet etti. Hızlı adımlarla elindeki gaz lambasını duvara astı. Oda hanın tavernası kadar büyüktü. Dört yazı masası kenarlara dizilmiş, her masanın yanına tavana kadar uzanan kitap rafları koyulmuştu. Odanın ortasında üç tane geniş ve uzun koltuk vardı. Her yer tertemizdi. Kimeru kullanmadığı masaları bile temizliyordu. Fakat odada temizlik ve dağınıklık büyük tezat oluşturuyordu. Bir sürü parşömen etrafa dağılmıştı. Birkaç kitap yerde sürünüyordu. Bütün masaların üstü şişeler ve kutularla kaplıydı. Kimeru üstünkörü şekilde toplamaya çalıştıysa da pek faydası olmadı. Koltukların üstüne serilmiş kıyafetlerini alıp onlara yer açtı.


'Merhaba Kimeru. Nasılsın?' dedi Ren. Diğerlerinin konuşmaya pek niyetli olmadığını fark etmişti. Sato etrafı incelemekle meşguldü. Kimeru daha önce görmediği iri yarı misafirine bakıyordu.


'İyiyim. Umarım beni hal hatır sormak için rahatsız etmemişsinizdir.'


'Sürekli misafir kabul ediyormuş gibi davranma. Bu beyefendi seninle konuşmak istiyor.' dedi Hikan.


'Hikan beni tanıtmayarak tasarladığım gibi davranma şansı verdi. Sandığımdan çok daha zeki biri.' diye düşündü Sato. Sonrasında sesini kalınlaştırarak 'Ben başkentten burayı teftiş etmek üzere gönderildim. Benden son zamanlarda burada gerçekleşen olaylar hakkında detaylı bir rapor hazırlamam istendi. Bana hakkınızda bilgiler içeren bir parşömen verildi. Ne yazık ki okuma fırsatım olmadan kaybettim. Bana kendinizi anlatır mısınız? Sonrasında resmi büyücü olarak kasabada cereyan eden gelişmeleri anlatmanızı isteyeceğim sizden.' dedi Sato. Ren ağzını açıp bir şey demek üzereydi ki yanında oturan Hikan onun kolunu sıkarak susturdu. Ren bir oyun döndüğünü anlamıştı. 'Neden yalan söylüyor? Bize söylemediği bir planı mı var? Şimdilik sessiz kalacağım. Ama işler çirkinleşirse araya girerim.' diye geçirdi içinden.


'Adım Kimeru. Demirsancak adıyla anılan aşiretin bir üyesiyim. Ailem kuzeydoğudaki Penas Timanar şehri işgal edilene kadar orada yaşadı. Sonra Hepermiyon'a göçtük. 1384 senesinde, yedi yaşımdayken, büyü akademisine başladım. Yirmi yaşımda mezun olup buraya atandım. Bu zamana kadar kayda değer hiçbir şey olmadı. Yıllık raporları atlı ulakla göndermiştik. Demek ki yol üzerinde haydutların saldırısına uğramış.'


'Hayatınız hakkında anlatacağınız başka bir şey yok mu?'


'Elbette var. Ama işinize yarayacağını sanmıyorum.'


'Siz anlatın. Yarayıp yaramayacağı belli olmaz.'


'Peki öyleyse. Akademi tarihinin en düşük puanla mezun olan öğrencisi benim. Sadece ateş büyülerini kullanabiliyorum. Bu iğrenç kasabada tıkılıp kalmamın sebebi de bu. Ailemle uzun süredir görüşemiyorum. Mektuplarıma yanıt vermiyorlar. Yakın zamanda burayı terk edeceğim. Ailemin yanına dönmek için değil. Doğuya gitmeyi düşünüyorum. Asurah'ın ruhunu bulmaya çalışacağım. Güçlenmem için başka çarem yok. Ne kadar çalışırsam çalışayım diğer büyüleri kullanamıyorum. Bu dönemde benim gibi zayıf savaşçıların yaşama şansı yok. İşine yarayacak bir bilgi alabildiniz mi?' dedi Kimeru.

Sato ise 'Kişiliğine dair pek bir şey yansıtmıyor. Güç arayışında olduğunu zaten biliyorduk. Daha fazla derine inmeye çalışırsam yalan söylediğim belli olur. Öte yandan kötülüğe dair bir şey sezmiyorum. Odanın içinde göze çarpan bir şey yok. Sıradan büyücü eşyaları...' diye düşündü. Yarattığı imajı bozmak istemiyordu. Resmi sorular sormaya devam edecekti.


'Büyü yeteneklerinizin kasabayı korumaya yetmeyeceğini düşündüğünüz oldu mu? Yanınızda biri daha olsa işiniz kolaylaşmaz mı?'


'Dört yıldır buradayım. En ufak bir kavgaya bile rast gelmedim. Sadece kendimi geliştirmek için büyü yaptım bu zamana kadar. Başka bir büyücü burada kalabalık yaratır.'


'Valiyle uyumlu çalışabiliyor musunuz?'


'İcraat yapılmadığından beraber çalışmamıza gerek olmuyor. Zavallı belki başka bir yerde olsa çok büyük işler yapardı. Burada kendi kendimizi tüketiyoruz.'


'Kasabada yeterince işçi olmadığından dolayı mı icraat yapılmıyor?'


'Evet. Kasabada şu anda yirmi sekiz kişi var. Yarısı yaşlı zaten. İmkanlarımız elverişli değil. İşçi ve kaynak bulunmuyor. Kasabaya yatırım yapamadığımız için kimse gelmiyor. Kimse gelmediği için de yatırım yapamıyoruz. Yıllık vergiyi bile gönderemiyoruz.'


'Anladım. Buraya yapılan yatırımlar yetersiz görünüyor. Başkentteki yardımcı idare meclisine önerge sunacağım. Aetir gibi derin maziye sahip bir yerin yok olması üzücü.' dedi. İçten içe kendi haline gülüyordu. İdari kurumlara dair hiçbir şey bilmiyordu. Başkentte yardımcı idare meclisi diye bir kurum yoktu. Bol keseden sallayıp durmaktan arsız bir keyif alıyordu. Ama bu oyunu daha fazla oynamayı düşünmüyordu.


'Çok mutlu oluruz.' dedi Kimeru. Sato'nun yalan söylediğini en başında anlamıştı. Çünkü Hepermiyon'da geçirdiği yılların ardından idari hayat üzerine birçok teorik bilgi edinmiş, bu kasabada bilgilerini pratiğe dökmüştü. Sato'nun fuzuli çabası onu eğlendiriyordu. Monoton hayatına renk gelmişti.


'Akşam için bir planınız yoksa handa benimle beraber yemek yer misiniz?' dedi Sato. Kimeru hakkındaki kuşkuları gücünü yitirse de varlığını sürdürüyordu. Onunla bir akşam yemeği yeyip iyice tanımak istiyordu.


'Geleceğime emin olabilirsiniz efendim.' deyip başını salladı Kimeru. Kararlaştırılan buluşma onu heyecanlandırmıştı. Mutlaka gidecek ve bu genç adamın neyin peşinde olduğunu anlayacaktı. Amacı suikast gibi ciddi bir şeyse kasabanın koruyucu büyücüsü olarak cezalandıracak, bir şaka yapıyorsa onu fena halde haşlayacaktı.


Resmi bir vedalaşmanın ardından odadan ayrıldılar. Sato istediğini almış olduğunu zannederek keyiflenirken Ren durumdan oldukça rahatsızdı. Yalan onun hoşlanmadığı bir şeydi. Müsait bir zamanda kendisini pek tanımayan Sato'yla konuşacak, böyle yöntemler uygulamasının yanlış bir şey olduğunu anlatacaktı. Hikan ise pek umursamıyordu. Sonuçta Sato'nun niyeti kasabayı kurtarmaktı. Hedef iyiyse gidilen yolun önemi yoktu onun gözünde. Valiyle karşılaşmadan konaktan çıktılar. Dışarıya çıktıklarında Sato melodik bir ıslık tutturdu. Keyfi yerinde olduğu zamanlar yapmaktan en çok hoşlandığı şey ıslık çalmaktı. Konaktan çıktıktan sonra Sato onlara dönüp konuşmaya başladı.


'Ren, akşam yemeğine kadar çok vakit var. Ne yapmak istersin?' dedi. Ren'in asık suratı onu şaşırttı. 'Ren ne oldu? Neden üzgünsün?'


'Yalan söylemen gerekli miydi? Dürüst olmak keşişliğin en önemli gerekliliklerinden biri değil mi?' dedi. Sesi dargın olduğunu belli ediyordu.


'Bak Ren. Dürüst olmak çok önemli ve güzel bir şey. Ama bazı durumlar vardır ki dürüst olmak yalan söylemekten daha kötü sonuçlara yol açar. Kimeru'nun aradığımız kötülüğün kaynağı olduğunu düşün. Onun yanına gidip 'Merhaba biz kasabayı mahveden felaketin sebeplerini araştırıyoruz. Buna siz mi neden oldunuz?' diyemezdim. Beni anlamanı bekliyorum.' dedi. Bir elini onun omzunu koymuştu. Yeni edindiği arkadaşının iyiliğe olan tutkusu onun hoşuna gitmişti. 'Burada yaşıyor olsaydım seninle çok iyi dost olurduk Ren.' diye düşündü.


'Sato'ya hak vermek gerekir. İlk karşılaşmamızı hatırla. Ne yaşandıysa iletişim kuramamamız sebebiyle yaşandı. Başka şansın yoksa yalan söylemek ayıp değildir.'


'Yalan söylemek ne olursa olsun ayıptır. Ama seni affediyorum Sato. Sorun yok. Ormanda gezintiye çıkabiliriz. Keyifli olur.' dedi.


Ren'in yol göstericiliğinde kasabanın kuzeyine doğru ilerlediler. Yolculuk sırasında pek konuşmadılar. Kasabadan çıkana kadar yol boyunca bakımsız binalar onlara eşlik etti. Kasabadan kuzeye çıktıktan sonra gri topraklar üzerinde bir süre yürüdüler. Adımları yerde derin izler bırakıyordu. Etraftaki dazlak ağaç kümelerinin görülmeye değer bir yanı yoktu. Sato, Ren'in 'orman' diye bahsettiği yerin daha ileride olduğunu düşündü. Gerçekten de bir saatlik yürüyüşün ardından ileride karlı çam ağaçları göründü. Toprak yavaş yavaş kahverengi bir renge bürünüyordu. Sato güneşin varlığını hatırladı gökyüzüne bakınca. Toprağın üzeri giderek karlarla kaplandı. Ormanın içlerine doğru ilerlerken karın yaydığı ferah ve soğuk havayı içlerine çektiler. Hava zihinlerini açıp onları rahatlattı. Her yer bembeyazdı. Gördükleri tilkiler, tavşanlar ve kuşlar onlardan korkmadan geçip gidiyordu. Ren bir tepenin üstünde durup onlara bakan geyiğin yanına gitti. Narin hayvanın başını okşadı bir süre. Karı eliyle eşeleyip bir tutam çimen koparıp hayvana yedirdi. Sonra geri dönüp arkadaşlarının yanına gitti. Sato 'İşte bir şövalyenin azizliği. İçlerinde zerre kötülük olmadığından hayvanlar bile ürkmüyor.' diye düşündü. Sonra birkaç saat daha yürüdüler. Çok az konuştular. Aralarında bir soğukluk yoktu. Sadece herkes anın tadını çıkarmak için susuyordu. Sato 'Buraya gelmemiz içimi huzurla kapladı. Gerçeklik algımı kaybetmek üzereydim.' diye düşündü. Sonra kasabaya geri döndüler. Dönüş yolunda Ren kırgınlığını çoktan unutmuştu.


'Orman gümüşnar mevsiminde çok güzel olur. Çiçekler rengarenk açar. Ağaçlardan yemişler fışkırır. Onlarca hayvan etrafta koşturur. Kuşlar cıvıltılarıyla etrafa neşe saçar. Her haliyle muhteşemdir. Ama ben bu dönemdeki halini daha çok seviyorum. Sessiz, tertemiz ve huzur verici. Reksa'ya hiç gitmedim. Orası nasıl görünür?' dedi Ren.


Sato Reksa'yı gözünün önüne getirmeye çalıştı. Üç senedir yollardaydı. Memleketini özlüyordu. Manastırı, hocasını, okyanusun kıyısında gezmeyi, üzüm bağlarını, ağaçların altına uzanıp gökyüzüne bakarak hayal kurmayı özlüyordu. Hatta Gandesur'un azarlamasını bile özlüyordu. 'Reksa...' bir süre daha düşündükten sonra konuşmaya devam etti. 'Sokaklarda adım başı ağaç vardır. Evler buradakilerin aksine çok bakımlıdır. Çünkü Reksalılar mülklerine çok kıymet verir. Reksalıları anlatmaya kalksam saatler sürer. O yüzden başka bir güne kalsın. Reksa'nın sokakları tertemizdir. Etrafta bir sürü gölet vardır. Okyanus şehrin çeyrek fersah uzağındadır. Toprağı bereketli, havası ferahtır. Sıcak bir yer olsa da insanı bunaltmaz. Reksa sevmeye değer bir yerdir.' dedi.


Bu konuşmadan sonra Sato başka bir şey söylemedi. Memleket özlemi ona ağır gelmeye başlamıştı. Yol boyunca Hikan ve Ren akşamki ziyafette hangi yemeğin olacağı konusunda konuşup bahse tutuştu. Hanın bulunduğu sokağa vardıklarında Ren'in 'ziyafet var' diye heyecanlanmasının sebebini anladı Sato. Etrafa buram buram baharat kokuları yayılıyordu. Lezzetli yemekler onları bekliyordu. Ren adımlarını hızlandırıp hana onlardan önce vardı. İçeri girdiklerinde Kimeru'nun barda oturduğunu gördüler. Kimeru onları fark edince yanlarına varıp 'Geç kaldınız efendim. Sizi beklerken içtiğim dördüncü bira bu.' diyerek bardağını gösterdi. Çakırkeyif olmuştu. Yalpalayarak yürüse de aklı hala yerindeydi.


'Kusura bakmayın. Kasabanın etrafını görmek istemiştim. Vaktin nasıl geçtiğini anlamamışız.'


'Ren ve Tora size refakat ediyor anlaşılan. Yanınızdan ayırmıyorsunuz.'


'Evet. Sağ olsunlar çok yardımcı oldular.' dedi Sato. Ren ve Kimeru yüzlerine sahte bir gülümseme yerleştirip kafalarını salladılar.


Selamlaşma faslı kısa tutulup handaki büyük masalardan birine yerleştiler. Manras'a seslenip yemek istediler. Bir süre sonra Manras yemekleri getirdi. Muhteşem bir sofra hazırlanmıştı. Marine edilmiş tavuk, soğan yahnisi ve patlıcan mücveri vardı. Çeşit çeşit meze art arda geldi masaya. Birer büyük bardak kök birası servis edildi. Yemek hakkındaki birkaç sıradan cümleden fazlası söylenmedi. Sofra kaldırılınca Kimeru ağzındaki yemek kalıntılarını silip konuşmaya başladı.


'Artık ciddi konulara gelelim beyefendi. Buraya neden geldiniz? Resmi bir göreviniz olmadığı belli. Neyi amaçlıyorsunuz.' dedi. Altıncı birasını içmiş, oyun oynayamayacak kadar aklı bulanmıştı. Sato bu sözün üzerine dondu kaldı. İyi rol yaptığını, durumu belli etmediğini zannediyordu. Ne diyeceğini bilmiyordu. Bir süre düşünüp durdu. Huzursuzca kıpırdandı. Sonra konuşmaya başladı.


'Nereden anladın?'


'Başkentte yardımcı idare meclisi diye bir şey yok. Yıllık rapor istenmiyor bizden. Kimse gelmedi bu zamana kadar. Neden böyle bir oyun oynadın?' dedi. Cümlelerin arasında geğiriyordu. Kafası önüne düşüp duruyordu.


'Tamam o zaman. Dürüst konuşalım. Burada kötücül bir aura var. Sebebini araştırıyordum. Tora senin sebep olduğunu düşünmüyordu. Ben yine de kendi gözlerimle görmek istedim.' dedi Sato.


'Güçsüz olduğum için karanlık büyüler yapamam değil mi? Haklısın Tora, haklısın. Güçsüz olduğumu söyleyen ilk kişi değilsin. Alıştım.' dedi. Sesi giderek daha acıklı hal aldı. 'Ben bu dünyanın tepesine çıkacağım.' diye bağırarak bardağını masaya vurdu.


'Sakinleş büyücü. Seni aşağılamak gibi bir niyetim yoktu. Bu felaket senin buraya gelmenden çok önce gerçekleşti.'


'Sus! Yalan söyleme. Bir gün herkesten daha güçlü olacağım. Hey sen!' dedi parmağıyla Sato'yu göstererek. 'Keşişsin değil mi? Güçlü birine benziyorsun. Boyun posun yerinde. Asurah'ın ruhunu istiyorum. Benimle çalışır mısın? Zil zurna sarhoş olup ne dediğini bilmeyen adamlardan zannetme beni. Ne dediğimi biliyorum ben. Takım olalım. Doğuya gidelim. Doğuya!' diye bağırdı.


Ren'in elleri titredi. Bu büyücüyle daha önce konuşmuştu. Fakat onun Asurah'ın ruhunu istediğini bilmiyordu. Ren de istiyordu bu efsane olmaktan çıkmış tanrısal güçten. Bu istediğini Hikan'a bile söylememişti. Bu adamın da istediğini bilse aylar önce yola çıkabilirlerdi. Sato kabul etse de etmese de büyücüyle konuşacak, onunla takım olacaktı.


Sato ise ne diyeceğini bilemiyordu. Asurah'ın ruhu içine girdiği bedenin tüm sınırlarını kaldırıp tanrısal güçler bahşeden bilinmezlerle dolu bir güçtü. Ayrıca keşişlere yasaklanmış değildi. Ama bu arayışa çıkması onun göreviyle uyuşmuyordu. Bir efsanenin hayaliyle oradan oraya gitmek mantıksızdı. Öte yandan kabul ederse doğuya gidecekti. Hem görevi hem de kendi arzusu için zaten yolu doğuya çıkıyordu. Azılı suçlular ve kafirler Kimeru gibi güç için doğuya gidiyordu. Yolda onlarca suçlu yakalayabilirdi. 'Kabul etmemem için bir sebep yok. Bu adam her ne kadar başarısız bir büyücü olsa da büyücü büyücüdür. Bana yardımcı olabilir. Kötü bir emeli varsa kafasına vurup tutuklarım.' diye geçirdi içinden.


'Kabul ediyorum Kimeru. Seninle bu yola çıkacağım.' dedi Sato gülümseyerek.


Ren bu sözün üzerine rahat bir nefes aldı. Sato gibi güçlü biri yanlarında olursa başarılı olabilirlerdi. O an kabul edilmesi için yalvarmaya hazırdı. 'Lütfen sizinle gelmeme izin verin.' dedi.


'Ren sen de mi Asurah'ın ruhunu istiyorsun? Neden bana bundan bahsetmedin?' dedi Hikan. Birbirlerine tüm sırlarını anlattıklarını zannediyordu.


'Evet istiyorum. Sebebini sana anlatamam.' dedi Ren ona bakmayarak. Oysaki Hikan sebebini az çok tahmin edebiliyordu.


'Ben de gelmek istiyorum. O ruhtan ben de istiyorum.' dedi Hikan Kimeru'ya dönerek. Aslında istemiyordu. Onun tek istediği huzurlu bir yaşamdı. Aetir'de kısmen olsa da huzuru bulabilmişti. Ren'in bunda payı büyüktü.


'Bir şövalyenin yanımızda olması gücümüzü üçe katlar. Gelmeni ben de isterim. Öte yandan sen ne işe yararsın Tora?' dedi Kimeru.


'Ne işe yaradığımı görürsün. Senden daha fazla fark yaratacağıma eminim.'


'Çirkefleşme hemen. Bugün bir maceranın ilk adımını atıyoruz. Keyfimizi kaçırma. Hancı içkileri tazele. Bu kasabada içtiğimiz son biralar olacak!' dedi Kimeru.