*Görsel Sato'nun mensup olduğu Kutsal Ağaç Manastırının sembolü. Elimden bu kadarı geldi. Siz simetrik olarak düşünün.


Akşamki ziyafet gece yarısına kadar sürmüştü. Birbirine benzer disipline sahip okullarda yetişmiş Sato ve Kimeru hayatlarını anlatmıştı. Ren'in sorularıyla sohbet uzayıp gitmişti. Arkadaşlarının verdiği mücadelenin azametine hayran kalan Ren, onlara saygı duymaya başlamıştı. Sato'nun fiziksel ve ruhsal antrenmanlarının ağırlığı ile Kimeru'nun okuduğu onlarca kitap, sıradan insanların altından kalkamayacağı kadar ağır yüklerdi. Ren de kendi hikayesini anlatmak istese de bölük pörçük anıları anlatamayacağı kadar kafasını karıştırıyordu. Bir zaman sonra alkolün verdiği cesaretten midir yoksa uzun zaman boyunca kimseyle konuşmamanın verdiği açlıktan mıdır bilinmez sohbetleri yıllardır birbirini tanıyan dostların muhabbetine dönmüştü. Giderek koyulaşan muhabbete katılmayan Hikan ise gece boyunca aldığı kararı sorgulamıştı. Hayatını gölgelerde geçiren bir suçlu için binlerce insanın geçtiği yollardan geçmek, kalabalık şehirlere girmek mantıklı bir hareket değildi. Yine de kararından dönmeyi düşünmüyordu.


O gecenin sabahında Aetir'in yıllardır süregelen matem havasını alışılmadık bir hareketlilik bölüyordu. Kimeru içtiği sekiz bardak biranın ardından gelen baş ağrısıyla boğuşuyordu. Sabah konağa gelince soğuk bir duş almış, ardından kahve içip kendisine gelmeye çalışmıştı. Aldığı duş onu ayıltmaya yetmese de kızıl saçlarını ve beyaz tenini açığa çıkarmıştı. Bir yandan parmaklarıyla alnını ovalarken bir yandan da eşyalarını toplamaya çalışıyordu. Yolculuk sırasında işine yarayacak eşyaları seçmekte zorlanıyordu. ''Bu kitapların hepsi nadide eserler. Hangilerini yanımda götürsem acaba?'' diyerek koltukta uzanan Sato'ya döndü. Sato handaki eşyalarını torbasına koyup Kimeru'ya yardım etmek için konağa gelmişti. Ren ile Hikan evlerinde yolculuğa hazırlanacak, sonra hanın önünde buluşacaklardı. Sato koltuktan kalkıp Kimeru'nun yanına gitti. Dokuz elementin ve kıta tarihinin anlatıldığı kitaplara ve parşömenlere baktı. Sato yirmi dört yıllık hayatında çok az kitap okumuş, okuduğu kitapları sevmemişti. Bu yüzden karşılaştığı manzara kâğıt yığınından farksızdı onun için.


''Ezberlediğin ve okuduğun kitapları yerlerine geri koy.'' dedi Sato. Kimeru kırk kadar kitabı raflara yerleştirdi. Tarih kitapları ve ateş büyülerinin anlatıldığı parşömenler idi bunlar. ''Hala çok fazla var. Yolculuk sırasında sekiz element üzerinde ustalaşmak mümkün değil. İçlerinden bir tanesini seç. Geriye kalanları burada bırak.''


Kimeru bir an duraksadı. Hangisini seçeceğini bilmiyordu. ''Toprağı mı seçsem yoksa yıldırımı mı? Su, ateş ile beraber kullanılamasa da tek başına güçlü bir elementtir. Rüzgâr, ateşi destekler ama büyü sayısı çok az. Sanırım yıldırımı seçeceğim. Binlerce yıldırım büyüsü var. Elementlerin yarısına karşı güçlü, diğer yarısının ise kuvvetini arttırıyor. Fakat öğrenmesi de ustalaşması da çok zor. Ama çok çalışırsam başarılı olabilirim.'' diye düşündü. Seçtiği beş kitabı deriden yapılmış büyük çantasına yerleştirdi. Çantasına birkaç parça kıyafet koymuştu öncesinde. Kiremit renkli, eskimiş, ucunda bronzdan ejderha kafası olan asasını eline alıp ''Ben hazırım.'' dedi. Göğsüne ejderha rünü çizilmiş, boyun kısmı işlemeli lacivert cübbesini sandığından çıkarıp üstüne giymişti öncesinde. Mezuniyetinde hediye edilen cübbeyi Aetir'e atandığını öğrendiği günden beri giymemişti.

O sırada raftaki bir kitap Sato'nun dikkatini çekti. ''Bir Kahramanın Hayatı'' ismindeki küçük kitap diğerlerinin arasında parlıyordu âdeta. Sato kitabı raftan alıp kapaktaki isme baktı. Okubi Kenso adında bir yazara aitti. ''Bu kitap ne anlatıyor?'' diye sordu Kimeru'ya.

''O kitap on üçüncü doğum günümde annem tarafından hediye edilmişti bana. Ben hikâye okumayı sevmediğimden okumadım onu. İstiyorsan senin olsun.'' dedi Kimeru. Sato kitabı bel çantasına koydu.


Kimeru yıllarını geçirdiği yere son bir kez baktıktan sonra odadan ayrıldılar. Buraya gelirken kurduğu hayaller aklına geldi. Başarısız bir büyücü olsa da çok çalışırsa daha iyi yerlere ulaşabileceğini düşünüyordu başlarda. İçindeki burukluk onu hayallerinden vazgeçirmeye yetmiyordu. Yıllar geçtikçe güç arzusu kaldırıp atmaya gücü yetmeyeceği bir kaya misali göğsüne çökmüştü. Hayalleri ise onun zihnini kemiren bir fareye dönmüştü. Meydana çıktıklarında konağı işaret ederek ''Bu manzaraya iyi bak Sato. Buradan hiçbir şeye gücü yetmeyen biri olarak ayrılıyorum. Herkesin tanıdığı muhteşem bir büyücü olarak geri döneceğim.'' dedi. Sato ''Kötü biri değil. Fakat güce olan tutkusu başına bela açabilir.'' diye düşündü.


Kimeru lanet ettiği bu kasabaya vedasını, adımlarını yavaşlatıp etrafı izleyerek ediyordu. Yalnız ve hırpalanmış binalardan kurulu Aetir'in kendisine benzediğini o an fark etmişti. Hana vardıklarında Ren ile Hikan'ın hazır olduğunu gördüler. Ren saratonunu giymiş, kılıcını ve kalkanını omzuna asmıştı. Hikan ise Sato'yla ilk karşılaşmasında olduğu gibiydi. Bu sefer arbaletini yanına almıştı. Selamlaştıktan sonra kimsenin aklına söylenecek söz gelmedi. Daha önce sonucu meçhul bir yolculuğa çıkan biri yoktu aralarında. Sessizlik rahatsız edici olmaya başlayınca Sato söze başladı. ''Gitme vakti geldi. Doğu'ya gideceğimizi söylemiştik. Şimdilik güzergâhımız yolda şekillenecek gibi duruyor.''


''Öyle. Başımıza ne geleceğini bilmiyoruz. Batı'ya dönmemiz bile gerekebilir. Önceliğimiz gidebileceğimiz kadar doğuya gitmek.'' dedi Kimeru.


Hikan tam konuşmaya başlayacakken hanın kapısında Manras göründü. Cenazeden dönmüş gibi bir hâli vardı. Sato'ya doğru parmağını sallayarak bağırdı. ''Sen geldikten sonra kavga gürültü bitmedi kasabada. Şimdi en değerli müşterilerimi alıp götürüyorsun. Seni hiçbir zaman affetmeyeceğim çocuk.'' diyerek şakayla karışık sitem etti.


''Bu benim fikrim değildi Manras. Büyücüye kız.'' dedi Sato gülümseyerek.


''Şaka yapıyorum evlat. Sizin gibi hayatının baharında olan gençlerin bu köhne yerde çürüyüp gitmesi beni daha çok üzerdi. Senden istediğim tek şey onlara iyi bakman.'' dedi. Kapının yanından bir bez torba çıkarıp Sato'ya uzattı. ''Size biraz kumanya hazırladım. Çok uzun süre yetmez ama bir sonraki kasabaya kadar yiyecek aramanıza gerek kalmaz.''


''Teşekkür ederim. Artık silah arkadaşı sayılırız. Onları koruyacağıma emin olabilirsin.''


''Dua edelim de bizi korumanı gerektirecek olaylar olmasın.'' dedi Hikan.


''Hepimiz onu istiyoruz. Ama eninde sonunda savaşmamız gerekecek.'' dedi Ren kılıcının kabzasını okşayarak.


Sato ve Kimeru, Manras ile kısa sürede vedalaştı. Birlikte uzun zaman geçirmiş olan Ren ve Hikan'a sıra gelince Manras gözyaşlarını tutamadı. Ren'in söylediği teskin edici sözler havada kalıyordu. Geri dönmeye söz verince emektar hancı yaşlı gözlerini elinin tersiyle silip hoşça kalın dedi Onlar gözden kaybolana kadar arkalarından el salladı.


Doğu'ya giden patikaya çıkmadan önce kasabanın içinde bir süre yürüdüler. Az sonra Sato'nun içine bir ferahlık geldi. Ağacın varlığını uzaklardan hissedebiliyordu. Birkaç dakika sonra gökyüzüne uzanan dalları gördü. Dalların üstündeki yeşil yapraklar insan eli kadardı. Ağacın gövdesi diğer ağaçların aksine canlılıkla parlıyordu. Sato gözlerini kapatıp havayı içine çekti. 'Hava burada aniden değişiyor. Bu ağaçta bir gariplik var.'' diye düşündü. Yere diz çöküp toprağı kontrol etti. Humuslu toprak ağacın etrafındaki yirmi adımlık mesafeyle sınırlıydı. Sato kasabada kalma ve bu gizemleri çözme isteğini daha kuvvetli hissediyordu. Ama bir söz vermiş, bir yolculuğa başlamışlardı.


''Kimeru buraya muhteşem bir büyücü olarak döneceğini söylemiştin. Ben de bir söz veriyorum. Buraya döndüğümüzde bu kasabanın üstündeki laneti kaldıracağım.'' dedi ayağa kalkarak.


Sonra yola devam ettiler. Kasabanın dışına çıkmışlardı sonunda. Önlerinde uzanan çakıllı toprak yolun nereye gittiğini bilseler de karşılarına neyin çıkacağını bilmiyorlardı. Kimeru Sato'nun yanında yürüyordu. Ren ile Hikan onlardan birkaç adım geride sohbet ederek geliyordu. Uzun süre gri toprakların üzerinde yürüdüler. Koyu bulutlarla bezeli gökyüzü ciğerlerine ağırlık bindiriyordu. Hikan birkaç sefer yere çöküp soluklandı. Onun dinlenmeleri sırasında Sato yürüdükleri güzergahın sağına soluna giderek etrafı kolaçan ediyordu. Dikkat çekici bir şey yoktu görünürde. Aetir'den iki saat uzaklıktaki mesafede hava normale döndü. Güneş seyrekleşen bulutların ardından yavaşça ortaya çıktı. Yer yer otlar görünmeye başladı. Bir süre sonra Ata Nehir'in kıyısına vardılar. Nehir buradan sonra güneye doğru kıvrılıyordu. Ayaklarının altındaki toprak, ıslak olduğundan deriden ayakkabıları çamurla sıvandı. Kıyıyı şeytan mumu, kamış ve çimen kaplamıştı. Sular bu mevsimde yavaş akardı. Sato bir tepenin üstüne çıkarak yürüyebilecekleri uygun bir yol aradı. Ayaklarının altındaki balçık iki yüz adım kadar devam ediyor, ardından zemin yürünebilecek hale geliyordu. Bir fersah kadar uzakta ağaçlarla çevrili bir düzlük vardı. Orada dinlenebilirlerdi. Mataralarına su doldurdular. Yüzlerini yıkayıp ferahladıktan sonra yollarına devam ettiler. Ayakları yere gömülüyor, ara sıra tökezleyip düşüyorlardı. Yürümekte zorlansalar da devam etmekten başka çareleri yoktu. Kimeru ve Hikan bu sırada kan ter içinde kalmıştı.

Varmak istedikleri yere az bir mesafe kala bir ok Sato'nun önüne saplandı. Sato kafasını kaldırıp okun geldiği yöne baktı. Üç tane haydut kılıklı adam ileride duruyordu. Okun sahibi boş arbaletini omzuna koyup bağırdı. ''Para kesenizi bize doğru atın. Biz de yaşamanıza izin verelim. Buraya gelene kadar hepinizi gebertebilirim. O yüzden kahramanlık etmeye çalışmayın.''


Sato göz ucuyla arkadaşlarını süzdü. Kimeru'nun aksine Ren ve Hikan uzun menzilli saldırı yapamazdı. Kimeru'nun gücünü ise henüz teste tabi tutmamıştı. Büyücüyle göz göze gelince fısıltıyla ''Öldürmeye gerek yok. Onları bana bırakın.'' dedi. Sırtındaki torbaları ona uzattı. Sonra gözlerini kapatıp içinden dua okumaya başladı. ''Oli kala zengasala va manh tanghas enrasala / Remma jena sunradeva va akala loches no tanghas enrasala (Zaman bizi çürütür ve kalır yüce ağaçlar/ Ölüm çöle benzer ve biz sığınırız yüce ağaçlara)''

Duasını bitirince içinde bir volkan patladı. Kanı damarlarında barajdan boşalmış gibi akıyordu. Gözlerini sakince açtığında etrafındaki her şey ona çok yavaş gelmeye başladı. Arkasında duran arkadaşları onun sırtının yeşil renkte parladığını gördü. Bu Sato'nun derisine manastıra girişinin ilk günü kazınan çınar ağacı dövmesiydi. Sato peşine düşen avcıdan kaçan bir geyik kadar hızlı koşmaya başladı. Haydutlar daha ne olduğunu anlayamadan Sato'yu karşısında buldu. Sato sol ayağıyla yakınındaki gürz tutan adama tekme savurdu. O ana tanık olan arkadaşları ona neden ''Rüzgarkıran'' dendiğini anladı. Tekmesi o kadar hızlıydı ki havayı titretip büktü. Adam kırılan dişleri ve yarılan yüzüyle yere düştüğünde diğerleri korkudan ne yapacaklarını bilemedi. Sato yerden üç karış yükselip bir diğerine yumruk attı. Sırtüstü düşen adamın çıkardığı tozlar etrafı kapladı. Sato arbalet tutan adamın karşısında durup ona nişan aldığını gördü. Sol ayağını öne, sağ ayağını bir adım geriye attı. Sol kolu bir şeyi yakalayacakmış gibi havadaydı. Sağ elini yere doğru indirdi. Adamın ''Dur! Yoksa seni vururum!'' diye inlemesini dikkate almadı. Öne doğru sıçradı. Sağ elini adamın iki kaburga kemiği arasındaki boşluğa soktu. Sol eliyle boynunun gövdesiyle birleştiği yere vurdu. Adam tek ses çıkarmadan kütük gibi yere düştü. Dövüş sona erdiğinde arkadaşları onun yanına varmıştı. O an Sato'nun sırtındaki dövmenin parlaması son buldu.


''Mükemmel dövüşüyorsun. Daha önce böyle dövüşen birini görmemiştim.'' dedi Ren. Eli kılıcının kabzasındaydı. Sato, Ren'in parmaklarının titrediğini gördü. Bu duruma anlam veremese de üstünde durmadı.


''Ustam bir şövalye zırhını parmak uçlarıyla parçalayabilirdi. Altmıştan fazla düşmanı tek başına yenmişti. Ben sadece ondan öğrendiklerimi uyguluyorum. Bu adamları öldürmeye değmez. Muhtemelen başka çareleri yoktu. Silahlarını onlardan alalım. Böylelikle daha fazla sorun çıkarmazlar.'' dedi Sato. Sonra adamların çürük kabzalı, körelmiş silahlarını toplayıp torbasına koydu. Adamları bir ağacın altına taşıyıp yan yana yatırdı. Yola devam ederken Kimeru yanına sokulup ''Keşişlerin çok iyi dövüştüğünü duymuştum. Ama yakından görmek farklıymış. Bu kadar güçlü olmanın tek sebebi çok çalışmak olamaz.'' dedi. Sato ile yola çıkmanın iyi bir karar olduğunu düşünüyordu. Ayrıca Sato her ne yaptıysa insan gücünün sınırlarını aştığını fark etmişti. Ondan öğrenip kısa yoldan güç kazanmanın hayalini kuruyordu.


''Manastırda günümüzün yarısı dinî öğretilerle diğer yarısı fiziksel antrenmanlarla geçer. Öğretilerle ruh dinginliği, sakinlik ve erdem ediniriz. Antrenmanlar ise bedenimizi güçlü tutar. Az önce manastırın kadim mirası olan dualardan birinin gücünü kullandım. Okuduğumuz dualar tanrıdan güç devşirmemize izin verir. Ama bizim gibi ölümlü bedenler tanrının kudretini taşıyamayacağı için yıllar süren çalışmalara tabi tutuluruz. Yine de zarar görmekten kurtulamayız.'' dedi Sato. Kimeru bir kapının daha kapandığını anlayınca üzülmekten kendini alamadı. Herhangi bir amaç için yıllarını harcamayı düşünmüyordu.


Sonunda dinlenecekleri yere vardıklarında akşam olmuştu. Sato sırtındaki yükü yere indirdi. Hazırlık yapmadan tutuştuğu kavga onu fena halde yormuştu. Etraftaki ağaçlara bakarak derin bir nefes aldı. Manras'ın onlara verdiği kumanyayı torbadan çıkardı. Kimeru topladığı çalı çırpıyla küçük bir ateş yaktı. Yemeklerini yerken bir yandan da ilk olarak nereye gideceklerini konuştular.


''Bence Erravan'a gitmeliyiz. Kalabalık bir şehir. Aşağı yukarı iki günlük mesafede.'' dedi Kimeru elindeki haritayı yaktığı ateşin ışığına tutarak.


''Orada on bin kişilik garnizon var. Aradığımız şeyi bizden önce bulmuş olabilirler. Hem yanımızda Hikan varken oraya gitmemiz kötü sonuçlar doğurur.'' dedi Sato. Önceki gece Hikan'ın kim olduğu az da olsa ortaya çıkmıştı.


''Ben dışarıda kalırım. Siz şehre girersiniz.'' dedi Hikan.


''Zaten çok güçlü bir takım değiliz. Seni arkada bırakırsak gücümüz önemli ölçüde azalır.

Perjev'e gidelim o halde. Nüfusu yirmi bin civarı. Asker sayısı nüfusun otuzda biri kadar. Öte yandan Perjev'de dikkat çekebiliriz. Erravan'ın kalabalığında rahatça gezebileceğimizi unutmayın.'' dedi Kimeru.


''Önce Perjev'e gidelim. Sonra Erravan'a gideriz. Asurah'ın ruhunun nerede olduğunu bilmiyoruz. Bulana kadar aramamız gerekecek.'' dedi Ren.


Sato'nun aklı Kimeru'nun sözlerinde takılı kalmıştı. Güçlü değillerdi. ''Akli sorunları olan

eski şövalye, tarihin en kötü büyücüsü ve tütün bağımlısı bir suçlu... İyi bir takım değiliz. Ne olursa olsun elimi taşın altına koymam gerekecek. Ulu tanrım bana sabır ve dirayet ver.'' diye geçirdi içinden. Hikan'ın ona seslenmesiyle düşüncelerinden sıyrıldı.


''Sato bana geçen verdiğin tütünden biraz daha verebilir misin?''