Sesin sessizlikle ölçülüyordu o sıralar,
nefesin nefsimle.
karşıdan bakıldığında göz gelirdi acizce,
uzaktan bakıldığında öyle sessizce
içinde bir tutam kin ve öfke
sızısı içten değilken bile
her kapadığımda gözlerimi uyumaya
sorgulamaya, susturulmaya
hissizlik adı altında duygulara bastırılmaya
ve adı hiç konulamamış rüyalara
senden biraz daha fazla meyilliydim.
gün batıyordu elbet, sen uyuyordun
dört köşeli bir kanepede
her ne ihtimalse gerçekleri görüyordun.
bir ayna karşısında kendi kendine dururken
boynunun altında,
göğüslerinin hafif üstünde
alerjinden kaynaklandığını düşündüğüm
kızarıklıklara canım sıkılıyor,
bilmiyorum sonra sana karşı
kaç canım kalıyor.
arkanda bir neden yok,
durman içinse bir sebep
bakmıyordu elbet aşktan muzdarip bir yere
yatağın biraz dağınık, ne oldu sence?
örtmedin mi ellerinle üstünü onun,
sevmedin mi gözlerinle, hiç sormadın mı
yara almadın mı düzensiz yere sebepsizce
yahut dönerken ona sevmediğin yerlerinle?
elbette senden bir şey çalıyordu aşk.
sana üç dakika fazla bakamadığım günün pişmanlığını,
üç yıldır yaşıyorum.
kapım kapalıyken de
başım göğe bakarken de
sevgini sorguluyorum. hep bir acaba telaşı işte.
adıma değildi belki, yas böyle tutulmazdı elbet
ki hiç haberim olmazdı dönüşlerinden;
aşka, ona, Muğla'dan İstanbul'a
Kadıköy'den Pendik'e...
hiç olmazdı sesin, yankı yaparken evimde.
sonra sesin bastırmazdı ve sen inanmazdın,
seni istemeyerek unutamadığım gerçeğine.
bir soğuk keşfediyorum yüzünde,
saçların turunçgilden çalıyor
gözlerin sevgimden bir nebze,
dur bi'düşün
hala orada mı diye?
her seferinde yüzün düştüğünde gözüme
denizin dalgalanmıyordu belki ama
yakamozun da algılanmıyordu
bir gece yarısı ay ışığına küsmüşken sen
ve hiç hissetmemişken
saçların kulaklarının arkasında
rüzgâra kafa tutuyor.
ve bir sırrı açıklıyordu dudakların,
kimsenin beklemediği.
olasılıklar üstünden umut salgılıyordum kanıma,
üç dakikam mı kalmıştı sana ulaşmaya
yoksa Bostancı'da bir okulda
yağmurun altında
adını ben koydum ayrılığın orada,
kötü hisler durağında.
yan yana ayrıldık,
ojelerin ilk defa rujundan güzel gözüküyordu,
sen hamburger yerken karşımda,
ruhun da beni besliyordu.
güzelliğinden daha kaç ışık yanacak,
hangi gökyüzü aydınlanacak senden başka,
hiç bıkmazdım ve aldırmazdım
adını da arada hatırlamazdım,
umut meleği olaylarında.
biraz anlamalıydım ve sormamalıydım.
bir mesaj gelmişti sana,
içimde oluşan kara bulutlarla
üstümde o an kaç cam kırığı varsa
tek tek saplanıyordu dudağıma;
şüpheden, kuşkudan, aşktan.
ve biraz senin uğruna uğraştan.
sonra o gece ellerimle çıkarmaya çalışırken
cerrahi bir operasyondan ziyade
sevgine ihtiyaç duyuyordum
sen duştaydın, ben yokuşta
bilirsin evim değildir revaçta
satamam, kalamam, olamam asla.
çünkü hiç bir cevap alamamış
ve yıllar geçse de aşamamıştım.
sözde unuturdum oysa,
yalandan da olsa kendini kandırma çabaları.
sen bilirsin hatta.
sonra hisler iz bırakıyordu,
bizim peşinden gitmemiz gerekmiyordu
sessizlik bu ya, biz de hiç vazgeçmiyorduk.
sevmek böyle hastalıklı olmamıştı,
bu apartmanlarda.
kırık eşyalar saklanıyor,
tozlu raflar hiç konuşmuyor
bir köşede yara alırken senden,
kalan her neyse
içinde, bileklerinde ve üzerinde
sözler tutulmuyordu.
kuyruklu yıldız gezemiyordu artık
şahitlerin varmış sözde,
suçlu da olsa suçsuz da
bedeli neyse
sen gülerek ve saç tellerinden
sokaklara bilmeden dökerek ödüyordun.
en samimi yeri olmasa da
ellerini tutamamak başlıca bir acı değil mi?
veda bir köşede
sessizlikle...
Esrik
2020-05-31T22:06:10+03:00Emeğinize sağlık, kısım kısım yükselen kafiyeler şiirinize akıcılık katmış ve hoş durmuş. Bununla birlikte şöyle küçük bir öneride bulunmak isterim, Nazım Hikmet bütün uzun şiirlerin okuyucuyu çarpacak iki mısra için karalandığını düşünürmüş. Yani uzun şiirlerde vurgun yapan can alıcı, şiirden ayrı da hatırda kalabilecek birkaç mısranın belirgin bir biçimde kendini göstermesi gerektiğini düşünüyorum, şiirin uzunluğunu daha bir anlamlı kılmak adına. Bu güzel şiir için teşekkürler tekrardan, içeriklerinizin devamını bekliyoruz.