İbre 180 kilometreye sabitlenmişti. Las Vegas'a doğru yol alan bir arabanın içinde, arka koltukta, kan ter içerisindeydi. Ön camdan kusursuzca uzayan dümdüz bir yol görünüyordu. Şoför ve yan koltuğunda oturan iri yapılı adam fransızca küfürler yağdırarak birbirlerine öfke kusuyorlardı. Sürekli birbirlerini ters giden bir şeyler hakkında suçluyor gibiydiler. Milton arka koltukta tek başına paniklemekle meşguldü. Yanındaki camdan dışarıya baktığında uçsuz bucaksız bir çölden başka bir şey göremiyordu, yer yer kaya parçaları, kaktüsler, kafatasları ve kemikler...


Uzaktan gelen siren sesleri duyulduğunda peşlerine takılmış olan polis arabaları Milton'un omzunun üzerinden gittikçe belirginleşiyordu. Milton ceketinin yakalarını çekiştirerek nefes almakta güçlük çekerken dikiz aynasındaki bir çift dehşete kapılmış göz polis arabalarına kilitlenmişti. Milton dikiz aynasında kendini görünce Vincent Gallo olduğunu farketti. Kendisi değildi. Vincent Gallo'nun ta kendisiydi.


Birdenbire şok edici bir frekansta geçilen polis anonsu şoförun yanındaki iri yapılı adamın gözlerini balon gibi şişirerek patlattı ve ön camın büyük bir kısmı kana bulandı. Milton tiz bir kulak çınlamasıyla donup kalmıştı. Sol taraftan yanaşan bir polis jipi onları yolun kenarına itmek için manevra yapıyordu. Polis arabasının direksiyon koltuğunda yeşil derili, çatal dilli bir sürüngen vardı. Milton yaratığın yüzündeki şeytancıl gülümsemeyi görür görmez bulundukları araç aldığı darbeyle yoldan çıktı. İlk taklayı atar atmaz koltuktan düşen Milton kafasını kollarının arasına almış korunmaya çalışarak yerde çırpınıyordu.


Paranoyak müptezellerden biri "Polis!" diye bağırarak arkadaşlarını uyandırdı ve apar topar çıkıp gittiler. Bu küçük çaplı panik herkesi uyandırdı. Bazıları nerede olduklarını bile tam anlamıyla anımsayamıyorken gotikler çoktan sigaralarını yakmışlardı.


Çıkıp giden tayfanın endişesi domino etkisi yaratmak üzereydi. Trans Pollyanna biraz da olsa sakin kalabilmişti.


''Ay kimse korkmasın, yok polis molis delirmiş bunlar, sıkıntı yok cici cici uyanın hadi, ablanız sizi korur hem hiç telaş yapmayın beybiler,''


Milton bir süre cenin pozisyonunda kalıp sakinleşti ve ayağa kalkarak kendisini koltuğa bıraktı. Ter içinde kalmıştı. Derin bir oh çektikten sonra tek eliyle yüzünü, çenesini ve alnını sildi. Kaşlarını çattı iyice, parmaklarıyla kaşlarına masaj yaparken tırnaklarıyla alnının bir kısmını çizip kızarttı. Gördüğü kabus bünyesini sarsmıştı. Daralmıştı. Fazlasıyla gerçekçi gelmişti ona. Bazı endişelerini de perçinlemişti sanki. Beyninin güneşte bırakılmış bir dondurma gibi eridiğini hissediyordu. Şöyle bir etrafına baktı, görmek istediği manzara bu değildi.


"Evet hadi herkes dışarı, hadi, hemen herkes dışarı! Defolun burdan beş dakikanız var herkes dışarı!!!"

"Bro tamam sakin,"

"Siktirtme lan bronu şimdi, herkes dışarı diyorum!"

"Ay tamam beee, anladık, gidiyoruz,"

"Bak şimdi Pollyanna falan demicem kafanda vazo kırıcam!"

"Oha delirmiş bu ayol,"

''Klasik amına koyiim,''


Milton, evden çıkmak için kapının önüne yığılan topluluğun en arkasında adeta bir çoban köpeği gibi havlamaya devam ederken bazıları dairenin önündeki merdivenlere oturmuş sigara yakmakla meşguldü.


"Hey! Hey!! Sen! Sen dışardaki! O sigarayı söndür, binayı terk edin hemen!"


Ön tarafa ulaşamazdı, bu yüzden iki gotik kızın kafasının üzerinden parmağını kapıdakilere doğru sallıyor, küfürler yağdırarak dilini ısırıyordu. Black Friday gününü andıran bir izdiham oluşmuştu Milton'un aceleci davranması sebebiyle kapının önünde. Sonunda herkes çıktığında Milton şiddetle kapıyı kapattı ve kilitleyip sürgüsünü çekti.


''Bu tablo favorimdi! Hangi sikik düşürüp kırdı bunu!?''


Mutfakta oturan Helen sessiz kaldı. Tablo kendi eseriydi. Paketinden bir sigara çıkarıp ateşledi. Çıkan kibrit sesiyle Milton mutfağa girdi.


''Bebeğim sen naapıyosun burda?''

''Ayılamadım henüz,''

''Aynen aynen, kesinlikle,''


Milton tripli bir şekilde odaları dolaşıp herkesin gittiğinden, kimsenin bir yerlere saklanmadığından emin olduktan sonra banyoya gidip yüzüne su çarpmaya başladı. Sertçe defalarca kez çarptı. Suratı kıpkırmızı olmuştu avucunu sertçe yüzüne defalarca kez vurunca. Ardından olduğu yerde soyunup kendisini duşa attı. Çıldırmış gibi hareket ediyordu ve sürekli kendi kendine sayıklayarak söyleniyordu.


''Şimdi siktiğimin suyunun ısınmasını bekle, lanet olsun, o rüya neydi öyle nerden çıktı şimdi ne güzel hiç rüya falan görmüyordum huzurluydum anasını satiiim, hadı ısın ısın orospuçocuu ısın heh tamam, güzel, tamam, daha fazla ısınma, hay sikeyim yeter daha fazla ısınmaaaahh! Lanet olsun yandım amına koyiim! Sikerler! Direkt buz gibi bi duş beni anca kendime getirir...''


Cep telefonu uzakta bir yerlerde çalmaya başladığında daha yeni köpüklenmişti. Zil sesini Scotland the Brave olarak ayarlamıştı ve telefonu uzun uzun çaldığı zamanlar buna pişman oluyordu. Sinirlenip duş başlığını kendi kafasına vurarak küfür kıyamet çıktı duştan. Helen'in telefonuna dokunmasını yasaklamıştı. İş yaptığı bazı önemli kişilerden biri tarafından da aranıyor olabilirdi, yaşandığını bile hatırlamadığı tek gecelik ucuz kaçamaklarından biri tarafından da... Bu yüzden şu günlerde telefonu çaldığında endişelenmeden edemiyordu. Helen'le hem dağıtım işleri, hem de en son yaptığı kaçamak konusunda şiddetli bir tartışmayı yeni atlatmışlardı. Sular yeni durulmuştu. Milton mantıkdışı hareket ederek önce mutfağa daldı.


''Yavrum telefonum nerde!''

''Ses içerden geliyo farkındaysan,''


Helen'in lafını dalgaya alarak tekrarlarken oturma odasına girdiğinde uyuduğu koltuğun minderinin altındaki telefonuna ulaştı ve arayanın İskender olduğunu görünce rahatlayarak telefonu açtı.


''Söyle!? Ne var? Ne var ne? Ne olabilir çok merak ediyorum, çok mu önemli acaba şuan söyleyeceğin şey?''

''Wow... Sakin... Ne durumdasın merak ettim?''

''Köpüklü ve erekte olmuş, sen ne durumdasın?''

''Hastanedeyim dostum,''

''Siktir?''

''Kalbim...''

''Hiç taşak vakti değil...''

''Tamam tamam, daha fazla delirtmiim seni şimdi, zaten yeterince çıldırmış haldesin anladığım kadarıyla, Rana'yı bekliyorum ya, öylesine aradım,''

''Şu telefonu açmak için keyfimi nasıl bozdum biliyo musun?! Şu siktiğimin telefonunu açmak için ne uğraş verdim biliyo musun?! Islak ayakla zemine basmaktan nasıl nefret ederim biliyo musun? Öylesine aramayın beni abi şu sıralar, öylesine aramayın ya!''


Milton telefonu İskender'in suratına kapatıp koltuğa fırlattı. Telefon sekerek yere düştü. Küfür kıyamet yerden alıp tekrar koltuğa fırlattı. Bu sefer attığı yerde durdu telefon. Helen mutfaktan elindeki kahve kupasıyla çıkagelmiş, kapının girişine yaslanmıştı Milton telefondayken.


''Mmmm, pamuk şeker gibi,''

''Kafayı yemek üzereyim, kafayı-yemek-üzereyim,''


Helen'i hafiften iterek suratına bile bakmadan geçip banyoya giden Milton hemen kendisini suyun altına sokup köpüklerinden arındı. Helen onu takip ederek banyonun girişine geldi.


''Helen?''

''Efendim?''

''Acil durum zulamızın yerini söyle bana,''

''Milton...''

''Hayır! Hayır! Ton yapma bana! Eğer onca zaman sonra bunu sana soruyorsam rahatlıkla anlaman gerekirki ciddi düzeyde canımı sıkan bişeyler var,''

''Offff... Ama bensiz?''

''Evet, sensiz, sana yasak, bana değil, bu kadar basit, sana yasak, bana değil, anladın mı?''

''Ooooof, tamam, sikme kafamı sabah sabah... Atölyeye gir, üç adım attıktan sonra sola dön, altı adım at ve sağa dön, tuvallerime dikkat et, kaldırıp atma öyle, dikkatle köşeye bi yere koy, orası çok karışık bak kırma hiçbişeyi sakın, bütün o ıvır zıvırın arkasındaki duvarın dibinde seramiği hafiften çatlak olan bi kısım var, parmağınla tıklatırsan açılır...''

''Sen ciddi misin? Bak hiç kafaya alıncak durumda değilim, duştan sonra bakıcam eğer benimle kafa buluyosan o minik burnunu ısırarak kopartırım, bu arada, şu çenesi sağlam temizlikçi kadınla konuş, gelsin ortalığı toparlasın, evin hali beni aşar,''

''Tamamdır hallederim, şimdi çıkmam lazım geç kalıyorum, kadın gelmeden salonu iyice kontrol et bak, geçen seferki gibi bişeyler bulmasın, sakata gelmeyelim,''

''Haberleşiriz, öpüldün,''


Helen tam evden çıkmak üzereyken dayanamayıp geri döndü ve yatak odasına gidip aynada makyajını kontrol etti. Biraz fazla beyazdı yüzü, hafiften ten rengine döndürdükten sonra atölye odasına geçti. Gizli bölmenin olduğu kısmın önündeki kolilere yasladığı tuvallerini alıp köşeye bir yere koydu. Bazı çizim malzemelerini ve heykelleri o bölgeden uzaklaştırdı. Milton'a güvenememişti. O kafayla darmadağın edebilirdi burayı.


Milton banyodan çıktığında biraz aceleci davranıyordu. Hızlı hareket etmeye çalışıyordu. Bir an önce o zulaya erişip o vuruşu yapmalıydı. Islak ayağıyla zeminin köpüklenerek kayganlaşmış ters bir tarafına basınca aniden kaydı. Can havliyle perdeden tutunup bir kısmını tamamen sökerek yere düşüp kafasını vurdu ve bayıldı...