iki yerinden kancaya takılmış

başka kuytulara hayran başkalıklarla

iki yerinden eksiltilmiş bu günahı

öfkenin gözlerine adadım


ne sen, ittirip unutmanın korkunç yüzünü

durmaksız aradığın istasyonun sesi olabilirsin

vakitsizce kaçarak sağırlıktan

taşrada yalnız, dizlerine kadar batmış yalnızlığa

ne şu diri sandığın silkinişin arınır benliğimden

ne kana batmış gözlerin yıktığı evler

uzaktan, çok uzaktan belli sararışlarla


ben, bütünüyle yansıtamadığım her şey gibi

geçip giden zamanların kovalayıcısı olmaktan yorgun

ilhamın başımın düştüğü eşiklerinde

bir utanç, upuzun sürüşlerde

bir utanç, ömürsüzki

işte öyle ömürlü

kitlendiğim ve eskidiğim


gidişin ağır sırtlanışı benimle eskimekte

belimin oyuğunda

gitmek, bir saati kutsatmaya yetmekte

belki hemen gidişler

belki öyle sanmaklar

damağımın genzime yapıştığı yerde

bu ömürsüz gözlerle

suyuna dadandığım gönlü

zerre sevmediğim bir şehre

gidişime boğduğum anı

senden başka bilen kim?


işte bu gidişin verilecek bin hesabı var

oturup konuşmaktan kaçtığım

oturup dilimi, dinimle iğnelemekten

kelimelerim gibi

eğrilip, bükülüp yalanlaştırılan

gözümden fışkıran öfkeyi görmeyen göze

şiirden mezar biçmekten

verilecek bin hesabı var


ne bir ninni gibi

ne akla çocukluktan çivilenmiş bir ilahi

gerçeğe giden bu uzun yolda

ardıma doğru ağır bir bakışla

öyle sessiz, öyle yük

ve taşıyıcısız


anlayacağın, bir cümleyi bulmak işte böyle zorlayıcı bir darbe

bozulmuş, dağılmış adetlerin

kendi suyunu bulandırmaya ruhundan başlamış

toprakların ortasında yayılan gövdeler için


işte böyle zor, serinliğin bekleyişinde kavrulmak inananlar için

bilmeyenlerin arasında bilen sanılan

ve

bilenler arasında, kendini bilen sananlara

duyulan öfkenin, gözlerine edeple sürme çekmeye çalışan

bu ellerin hükmünü verecek olanı arayanlar için


işte benim ölümüm böyle ansızın tutacak bileğimi

ağzımın serinliği de işte bundan

kendi irademdir dediğim

hiç benim olmayan irademle

öleni hiç ben olmadığım

ısrarla öldüm dediğim cenazelerin

mevtası

ve

bağırıp durduğum an sesimi kesen

bu ömrün gövdesine damar değilim

hiç olmadım

tıpkı ölümüm ve biçilmiş sesim gibi ansızın kesilecek belki o damar da


bu, iki yerinden kancaya takılmış

başkalıkların günahından kaçıp kaçıp

ruhumu ateşe atışımdan

kendime daha yakın, ve hep daha yakın

bakmak arzusundan

ve eğilip durduğum bu

işlenmemiş suskunluğun

dilimde titreyen dansından

beni nefesiyle azat edecek olan kim?